Güçlensin diye tekrar tekrar yazmak istiyorum o cümleyi. Okundukça bulduğu anlamı arttırmak için. Bir zamanlar bana söylendiğinde anlam veremediğim ve gıcık olduğum, şimdi ise daha iyi anladığım için. Bizim için. Bizler birbirimizin aynasıyız…
Aynaya baktıkça göreceğiz rötuşlanacak yerleri. Hepimiz güzeliz, birbirimizden bir farkımız yok aslında. Kimimizin şapkası kayık, kimimizin omuzları düşük. Alın elinize aynayı ve basın tuşa…
Sosyal ilişkilerde samimiyet konusunu Uzman Psikolog ve Aile Terapisti İrem Bray ile söyleştik.
Röportaj: İrem Bray
Sosyal ilişkilerdeki samimiyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
İrem Bray: İnsan kendine ne kadar samimi ise diğer insanlara da o kadar samimi olabilir. Bizler kendimizi merkezde görme yanılgısı ile hareket edip bütünden ayrı ve ayrıcalıklı hissettiğimizde samimiyeti kaybederiz ve inişe geçeriz, hayatımızdaki olumsuzluklar artar. Her türlü mutsuzluğun ve hastalığın kaynağında ya kibir ya da kendine değer vermemeyi buluruz. Oysa hatalarımızla, eksiklerimizle, özümüzde bütünü taşıyan mükemmellikteyiz. Samimi davranmadığımızda, dedikodu yaptığımızda, aklımızdaki ile dilimizdeki örtüşmediğinde farkında olmadan kendimizi kandırıyoruzdur. Bu o kadar önemli ve temel bir konu ki, bence dünya üzerindeki sorunların kaynağı buralarda yatıyor!
Birbirimizi yorarız bazen hayatta. Anne, baba, arkadaş, sevgili… Herkesin kendinde dair sınırlarının ve özelinin olması hakkında neler söyleyebilirsiniz? Herkesin her şeyi bilmesi gerekir mi?
İrem Bray: Herkesin her şeyi bilmesi hem gerekli değil, hem de mümkün değil. Ayrıca biz kendimizi ne kadar paylaşırsak paylaşalım, algı anlayanın zihninde ve bizim söylemek istediğimizden çok o kişinin inanç ve bakış açısını yansıtacak şekilde gerçekleşir. Aslında sınır çok önemli bir kavramdır. Kör bir insan düşünelim, yolunu bulmasına yardımcı olan sopası olsun. Bu kişinin sınırı sopayla elinin birleştiği yer midir yoksa sopasının yere değdiği nokta mıdır? Sopa gözünün işlevini gördüğüne göre… Buna bir süredir deneylerle kesinlik kazanan zihinsel sınırlarımızın esnekliğini de eklersek, insanlar arasında bazı şeyler dile gelmese bile hissediliyor. Bir grupta tanımadığınız biriyle eşleşiyorsunuz. Eşiniz bir nesneyi sarıp avucunuzun içine koyuyor. Siz o nesneyi anlamak için zihninizi boşalttığınızda hissettikleriniz, gördükleriniz o nesne ile ilgili bilgi içeriyor. Benzer bir çalışmada eşimiz 3 kişi seçiyor. Bu kez bu kişilerle ilgili öyle bilgiler verebiliyoruz ki inanması gerçekten zor. Yani günlük yaşamda düştüğümüz ‘ya var ya yok’ ikilemi burada da yetersiz kalıyor.
Örneğin bir ebeveyn olarak 16 -17 yaşındaki oğlumuz Mehmet’in bizden istediği özgürlükleri vermeyi, sınırlarına saygı duymayı biz de isteriz. Ama sadece istediğinde, sorumluluk almadığında, kendisine zarar veriyormuş gibi duran insanlarla yakınlaştığında müdahale etmezsek görevimizi ihmal etmiş olmaz mıyız? Tabii Mehmet’in de hata yapma ve hatalarından öğrenme hakkını elinden almamalıyız. Sınırlar, olayları kontrol etme çabası ile akışına bırakma arasındaki, herkese uzun vadede iyi gelecek olan dengeyi kurmakla ilgili.
Bazen karşımızdakini kırmamak adına kendimize zora sokarız… Bunun doğrusu nedir?
İrem Bray: Bunu yaptığımızda eğer kendimizi kırılmış, zayıf, basiretsiz hissediyorsak, kötü bir döngü başlatırız. Çünkü dile getirmemeyi seçsek bile gücenmişizdir ve irademizden bağımsız bir şekilde bu duygu ilişkiye yansır. Özellikle farkında olmadığımız olumsuz duyguların etkisini izlemek çok önemlidir; bir şeyi kabul ettiğimiz anda değişmesine de izin verebiliriz.
Gücün kötüye kullanılması, bir kişinin günah keçisi gibi her konuda suçlanması, ne yapsa takdir edilmemesi gibi durumlar biraz daha karmaşıktır. Kendi yetersizliklerimizle, kayıplarımızla, sıkıntılarımızla yüzleşmemek için her türlü olumsuz özelliği, günah keçisi olarak belirlediğimiz kişiye yansıtırız. Buna maruz kalan kişi kendisine yüklenen sıfatlara inanmaya ve böyle davranmaya başlar.
Bu işin doğrusu kendimize odaklanıp, neyi neden yaptığımızın farkında olmaktır. Karşımızdakine bedel ödeteceğimiz şeyler yapmamaktır. “ Ben yapıyorum o niye yapmıyor? ” demeden, beklenti içine girmeden yapabilme olgunluğuna erişmektir. Zamanı geldiğinde de suçluluk duymadan yapmamayı, kendimizi zora sokmamayı başarmaktır.
Yaşanılan sorunları paylaşmak adına kişiler zaman zaman birbirlerine bağımlı hale gelirler ve birbirlerini yorabilirler. Karşımızdaki insanı yormadan paylaşımda bulunabilmek konusunda neler söyleyebilirsiniz?
İrem Bray: Galiba rollerin sabitleşmesinden, beklenti haline gelmesinden bahsediyoruz. Diyelim ki eşimin işi çok yoğun; ben de ev işlerini, çocuğumuzla ilgili sorumlulukları, vb. elimden geldiğince üzerime almışım. Sık sık karşılaştığımız bir tablo bu. Ben ekonomik olarak eşime, o da hayatın pratik yönlerinin organizasyonu için bana bağımlı olmaya başlar. Bu arada çocuğu ile ilişkisi güdük kalır. Oysa ihtiyacımız olan şey aşırı uzmanlaşmadan rollerin değişebilirliği, birlikte anlamlı paylaşımlar ile daha dengeli bir yaşamdır. Böylece hayatı her yönüyle deneyimlerken, kendimizi gerçekleştirme yolunda ilerleyebildiğimizi hissederiz. Düzeni birlikte sorgulayıp, birlikte çareler aramalıyız.
Dinleme ve ifade becerilerimizi gözden geçirmeli ve kendimizi yapıcı bir biçimde ifade etmeyi öğrenmeliyiz. Çözüm üretmeye çalışmadan, suçluluk hissetmeden dinlemeyi becererek yakınımızdaki insanın ifade etmesini kolaylaştırırken, daha iyi anlamaya çalışmalıyız.
Karşılıklı bir ilişkide tarafların birbirlerine dair hoş görmesi gereken özellikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İrem Bray: Hoş görmek kavramı gücenmenin ilk adımıdır. Olumsuz algıladığımız bir durum vardır ve biz bunu idare ediyoruzdur. Durumun sorun haline gelmesi sadece zaman meselesidir. Diyelim ki ortak yaşamın kuralının paylaşım olduğunu düşünmeme rağmen eşim ev işlerini bana bırakmış durumda. Bunu bir istek ve ihtiyaç olarak dile getiriyorum. Yapmıyor ya da yapamıyor her neyse.
İnsan kendisiyle mutlu ise, kendini gerçekleştirebiliyorsa yakınındaki insanların davranışları ona batmıyor. Sevdiklerimizi değiştirmeye çalışmakla gereksiz zaman ve enerji kaybediyoruz, herkesin yıpranmasına neden oluyoruz. Ev işleri konusunda kavgaya gerek yok, birlikte çözüm üretmeli.
Bir de aşırı alkol kullanımı, kumar oynama, başka kişilerle cinsel ilişkiler gibi aileye maddi manevi zarar veren davranışlar var. Bu durumlarda eşinizin hoş görüye değil yardıma ihtiyacı var. Hatta birlikte yardım alırsanız süreç kolaylaşabilir.
Hoş görülmeyecek diğer bir konu şiddet. Ne yazık ki sözel ve fiziksel şiddet kültürümüzde neredeyse normal karşılanıyor. 11 yaşında bir kız çocuğu ağabeyi tarafından dövülmeyi hak ettiğini söylerken arkadaşı eğer ileride kocası onu dövecek olursa onu nasıl koruyacağını anlatıyor. Annesi 13 yaşındaki kızına kızıp nasıl tokat attığını, bundan da hiç pişmanlık duymadığını söylüyor; ama aynı yaşlarda arkadaşı ona vurduğu zaman küplere biniyor. Bu kız çocuğu büyüyüp evlendiğinde eşi ona el kaldırırsa ne yapacak?
Şiddet şiddet doğurur. Şiddet çaresizliğin ifadesidir ve zorbalıktır. Bir ilişkide şiddet bir ifade biçimi, sindirerek, korkutarak, değersizleştirerek sorun çözme yöntemi olarak kullanılmaya başlandığı anda o sisteme verdiği zarar o kadar büyüktür ki o ortamda bulunan herkes bu şiddetin olumsuz etkilerinden yaşam boyu etkilenir. Özellikle çocuklar başarı, kendini gerçekleştirme, ruh sağlığı, intihar, uyuşturucu madde bağımlılığı gibi konularında risk altındadırlar.
Bir taraf adına diğer tarafın kendini kısıtlaması ne kadar doğrudur? Tam tersi, bir tarafın diğer tarafın sevmediği özelliği konusundaki hoş görüsünün sınırı var mıdır? Nasıl bir denge kurulmalıdır?
İrem Bray: Daha önce de söylediğim gibi insanın kendini kısıtlaması zamanla gücenmeye neden olur; tavsiye etmem. Bir insanın sevdiğimiz ve sevmediğimiz özellikleri ikileminin dışında düşünüyorum; sanki zamandan, mekândan, ortamdan bağımsız sabit değişmez özelliklermiş gibi bir bakış var. Oysa değişmeyen tek şey değişimdir. Ben birlikte uyum devinimleri içinde olmayı önemsiyorum. Eşimin bir özelliğine sinir olursam kendime dönerim, ne oluyor diye. Kendimin farkına varırım, değişirim ve tetiklediklerini izlerim. Bazen ‘bak bize yakışmadı dediğim de olmuştur.
İnsanız… Ne kadar yüksek anlayış ve hoşgörü seviyesine gelsek de zaman zaman sinirlenebiliyoruz. İçimize atmak yerine düşüncelerimizi ifade etmenin kendi açımızdan önemi nedir?
İrem Bray: Konuşmak her zaman konuşmamaktan daha iyidir. Konuşmanın yararı farkındalığın artmasından gelir. İfade ederken hem kendimizi daha iyi anlarız, hem de anlatabiliriz. Tabii sonraki adım karşımızdaki kişiyi, onun yaşadıklarını duyabilmektir. Sorunlar her birliktelikte olur. Farklılık sorunlara yaklaşım biçimlerindedir. Sağlıklı birlikteliklerde sorunlar çifti birbirlerine yaklaştırırlar.
İnsanın birbirine az ya da çok, mutlaka bir değer vermesi (saygı duyması) hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İrem Bray: Eşimize gösterdiğimiz saygı ve değer kendimizle ilişkimizin aynası gibidir. Birlikteliklerde motive eden istek onurlu olmalı. Ben öyle gençler biliyorum ki; babasının güçlü bir şirketi var diye kızıyla evlenen! Bu gençlerin değerleri ve öncelikleri çarpılmış, kendilerini, eşlerini ve gelecekteki çocuklarını uçurumdan atıyorlar farkında değiller.
Şiddet gösteren insanın ne kendine ne de karşısındaki insana saygısı vardır, onurunu çiğner, değersiz olduğunu sanki dövme yapmış gibi kazımış olur tenine.
Arkadaşlık ve dostluk nedir? Hangi durumlarla tanımlanabilir?
İrem Bray: Bence arkadaş birlikte vakit geçirdiğimiz kişidir, dost ise zor anlarımızı da paylaştığımız, yanımızda hissettiğimiz kişi. Arkadaşlar doğum günümüzde bizledirler, ama hastalandığımızda ya da başımız sıkıştığında dostumuzu ararız. Dostlarla uzun süreler haberleşmesek bile görüştüğümüzde kaldığımız yerden devam ederiz; sitemler, şekilci ve içi boş beklentiler yoktur. Dostlar kolay kolay kırılmazlar; hep vardırlar. Bilmem açıklayıcı oldu mu?
Olmaz mı İrem Hanım. Çok teşekkürler bizi aydınlattığınız için. Hep birlikte daha mutlu günlere…