“Şeytanca bir dehâ uğraşsa, konvansiyonel tarım kadar yıkıcı bir şey bulamazdı” (Bill Mollison)
Nüfus, ormansızlaşma, kirlilik, tüketim, türlerin yok oluşu, iktidar kavgaları, denge eksikliği, toprak kaybı… İnsanlık bu sorunlarla yüzleşe dursun, Dünya üzerinde yaşayan bazılarımız bu problemlere çözüm bulmak için çoktan kolları sıvadı.
Temmuz ayında paylaştığım, ülkemizde birincisi gerçekleşen buluşmada da ismi pek çok defa geçen permakültür kavramı bize bir çözüm sunabilir mi?
Evet, bizim kurtuluşumuz sandığımız tarım kültürü, aslında insaoğlunun sonunu getiriyor. Monokültür (tek tür) tarım, ya da topraklarımızı ele geçiren konvansiyonel tarım umduğumuzun aksine, bize besin sağlamak bi yana dursun, toprak kaybımızın da ana nedeni. Zira, günümüz tarım sistemi kirliliğin baş yapıtını kendi elleriyle yaratıyor: Sunî gübre, nitrojen, zararlılarla mücadele (biosit), glifosat gibi uygulamalarla topraklarımız zehirleniyor ve tüm canlılar yok ediliyor, ve maalesef buna bizler de dahiliz. Peki bu duruma nasıl son verebiliriz? Tarıma son vermek bir çözüm mü? Besin ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız? Alternatif yaklaşımlar neler?Göz ardı ettiğimiz bir nokta var ki, aslında sonumuzu hazırlıyor: Tarım.
70li yıllarda ortaya çıkan permakültür kavramı tam da bulunduğumuz duruma yaraşır şekilde bir kapı aralıyor. Yaratıcısı olan Bill Mollison yepyeni ve hiç bilinmeyen bir oluşum sunmuyor aslında bizlere, aksine şimdiye kadar dünya üzerinde var olan sistemler ve yaklaşımları akilâne bir halde birleştiriyor, ve ortaya güzel bir tablo çıkıyor:
Permakültür: “Etik temelli, sürdürülebilir insan yerleşimleri tasarımı bilimi.”
Kavramın etikleri ise şu an gereksinimini duyduğumuz üç ana hat:
1) Dünyayı gözet
2) İnsanı gözet
3) Artan enerjiyi ilk iki ilkeye vakfet.
Ahenkli bir toplum yaratmak adına atılan bu adımlar yavaş yavaş her yana yayılmaya başladı. 10-24 Temmuz tarihleri arasında İzmir-Bayındır’ın Marmariç Köyü’ndeki Türkiye Permakültür Enstitüsü’nde, Mustafa Fatih Bakır tarafından, Türkiye’de verilen ilk Türkçe Permakültür Sertifika Kursu’ndaydık. İki hafta boyunca, Bill Mollison’ın içeriğini oluşturmuş olduğu permakültür esaslarına dayanan pek çok tasarım tekniğini, ve en önemlisi de, permakültürün temelini oluşturan “Örüntü Gözü” ile bakmayı öğrendik.
Peki, gündemimizde sürekli yer almaya başlayan “sürdürülebilir”lik nedir?
Bir sistem, en az ömrü boyunca bakımı için, ve ömrünün sonunda yenilenebilmesi için gereken enerjiyi üretebiliyorsa, bu sisteme sürdürülebilir bir sistemdir diyebiliyoruz. Ve bizler, ancak bu sürdürülebilir sistemi sürdürebilirsek dengeli bir yaşam kurabiliriz.
Permakültürün sürdürülebilirliği barındırmasını ise, permakültürün yaşayan sistemler olmadan var olamayacağı gerçeği ile ele alabiliriz.
Permakültür konu alarak, ögelerin kendilerinden ziyâde aralarındaki ilişkileri içermekte, ve bu durum da sürdürülebilirliği gerekli kılmaktadır; ve her öge 1’den fazla işleve hizmet etmeli, her işlevse 1’den fazla öge tarafından desteklenmeli. Buradan yola çıkarak, tam bir örüntü sistemini gözlemleyerek, yaşamlarımızı ve kurulu sistemi akıllıca değiştirebileceğimiz konusuna ulaşmış oluyoruz.
Hayatta kalmak: Canlıların en ilkel güdüsü. Bu doğrultuda düşündüğümüzde, içinde olduğumuz doğanın bir parçası olduğumuzu unutmamakla birlikte, doğayla doğru ilişkiler kurabilmeyi de yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Zaman yok: Harekete geç.
Permakültür tasarımı bizlere örüntülü (çok katmanlı) bir teknik sunuyor; bu teknik, doğayı örüntüleriyle ele alarak, “boş” gözlerle onun dönüşüm ve değişim süreçlerini gözlemleyerek ilerlemeyi gerektiriyor.
Sağlıklı ve besleyici besin, barınak, temiz su, temiz hava ve ahenkli toplum, insanoğlunun temel gereksinimleri, ve an itibariyle bunları tam anlamıyla karşılayamadığımız çok net. Besin değeri yüksek besinler üretmek, daha sağlıklı bir toplum, daha az tarım alanı ve daha az hastalık demek. Peki bu nasıl olacak da olacak? Yanıt çok basit: Polikültür ve Orman tasarımları; ve permakültür anlayışı bize bu konuda çok basit ve kalıcı çözümler getiriyor.
Etkin enerji tasarımı, su sistemleri, bitki ve hayvan sistemleri ve etkin barınak tasarımları ile sürdürülebilir oluşumlar yaratmak, daha ahenkli toplumlar için dengeli bir yaşam platformu oluşturabilir. Ahenk oluşturmanınsa birincil adımı, yaşamlarımızdaki ve en önemlisi de doğadaki örüntüleri kavrayabilmek ve onları okuyabilmekten geçer.
Dünya tam bir örüntü içerisinde salınır: Fraktal yapılar olarak bizlere görünen her tür yapı, dünyayı algılamamıza neden olan eserler sunar. Örüntüleri unutturan bir sistemle karşı karşıyayız: Bunu bize dayatan en büyük sistemse eğitim. Hayatımız boyunca taşımamız gereken en önemli bakışı bertaraf eden eğitim sistemi, doğada kendiliğinden var olanı es geçmemiz için bizi yönlendiriyor. Bu şekilde devam etmek zorunda değiliz: Ayağa kalk ve yüzünü Doğa’ya dön.
Odak noktamızı bitkilerden toprağa yönelttiğimizde aslolan gereksinimi görmeye başlıyoruz. Beslememiz gereken bitkiler değil topraktır: Toprak ne kadar kaliteli olursa, ondan yaşam alan tohumlar da sağlıklı besinlere dönüşecektir. Bitkileri ilaçlayarak, zararlıları öldürmeye çalışarak sadece toprak kaybına neden oluruz. Geriye kalan, koskoca işe aramayan ve hayat vermeyen bir çöl olur. Permakültür uygulamalarıysa, yerleşik tarım sisteminin tersine, ihtiyaçları karşılarken toprak üretir.
Unutmamamız gereken bir konu da şu: Sağlıklı olmak demek, doğayla birlikte sağlıklı olmak demektir; doğa sağlıklı değilse bizler de değiliz. Önemli olan sorunlarımızın altını çizip, arkasından umutsuzluğa kapılmak değil, sorunları fırsata dönüştürerek, ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmak.
Su savaşlarının kapımızda olduğu şu dönemde “Su Tasarrufu” ile kurulu bir düzen elbette ki çözüm oluşturabilir, ancak bilinçsiz ve tüketici milyarlar bu durumun ciddiyetini kavrayana dek oldukça sıkıntı çekeceğiz gibi görünüyor. Permakültür’ün sunduğu “su hasadı” teknikleri ise, “mâkul-aydınlanmış bencillik” kapsamıyla bölgesel su tutmaya yardımcı bir yaklaşım. Yağmur hendekleri, akıllıca konuşlandırılmış depolar neden su kıtlığımıza çözüm bulamasın ki?
“Ne kadar suya sahip olduğumuz değil, bu suyu kaç kere kullanabildiğimiz önemli.” İşte düşünmemiz gereken nokta da bu. Savurduğumuz suları nasıl değerlendirebileceğimiz bizim elimizde.
Sadece su konusu değil, kardeş bitkilerle etkin oluşumlar, her tür iklime uygun kent ve bahçe tasarımları da permakültürün konusunu oluşturuyor. Son olarak Bill Mollison’ın “Permakültür’e Giriş” kitabında değindiği “Görünmez Yapılar”la birlikte alternatif ahenkli toplum yapısının içerisine giriyoruz. Amaç, insanın bağımsız bir gözlemci değil, parçası olduğu bir ekosistem yaratmaktır, ve doğal sistem ilkelerini göz önünde bulundurarak bir adım ileriye gidebiliriz:
– Her şey başka bir şeyle ilişki içindedir
– Hiç bir şey sonsuza kadar yaşamaz
– Büyük çeşitlilik.
En yüce eğitmenimiz doğayı görerek, “onunla birlikte” var olarak her şeyi dönüştürmek ve değiştirmek bizim elimizde, yeter ki ayağa kalkalım.
“Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.” (Şef Seattle)
Yazar: Didem Çivici | Sayı 71 | Ağustos 2011 | Perşembe, 22 Eylül 2011 00:16