Başkalaştırılmış yalnız insan

İşlerin rüşvetsiz, sınavların şifresiz, siyasetin çamursuz olmadığı şu günlerde, bir insandan nasıl olur da yalnız olduğunu kabul etmesini bekleyebiliriz?

yalnız

Doğanın; kanunları ve belli başlı bir takım gelenekleri vardır. Bunlar yazılı çizili olmasa bile insanoğlu bunların çoğunu kabullenmiştir ve uymak için elinden gelen çabayı sarf eder. Bunları hepimiz az çok biliriz fakat ben biraz üzeri tozlanmış, başkalaştırılmış bir kanunun üzerinde durmak istiyorum. O da; ‘insanoğlu yalnızdır’ maddesi.

Çağımızın göz boyamaları, toplumların özgüvensizliği ve kanunsuzluğun prim yapar hali, söylediğim bu maddenin özünü kaybetmesine sebep olmuştur. Yağmur bulutsuz, gece aysız olmaz. Hatta böyle şiirsel değil gerçekçi örnekler verelim; işlerin rüşvetsiz, sınavların şifresiz, siyasetin çamursuz olmadığı şu günlerde, bir insandan nasıl olur da yapayalnız olduğunu kabul etmesini bekleyebiliriz?


Eski çağlarda insan, yalnızlığını doğar doğmaz kabul eder ve bir daha üzerinde durmadan hayatını sürdürürmüş. Bu yalnızlık onu hayatta kalma mücadelesinde güçlü kılar, bir yandan da zekâsını kullanmaya teşvik eder, keşifler yapmaya zorlarmış. Eskide kalan ‘kuralsız’ diyebileceğimiz çağda, yaz mevsimini tatil, kış mevsimini monotonluk olarak görmezmiş. Demek ki neymiş? Kurallı yaşıyoruz diye bu kadar abartmaya gerek yokmuş!

Yalnız insan

Neyse, amacım eleştirmek ya da kötülemek değil, hatta yazıyı yine dönüp dolaştırıp kendi hayatım ile kesiştirmek istiyorum. Yapayalnız kalmanın çok zor olduğu şu yıllarda, kalabalığın önemli bir çabasını gözlemliyorum; sanki insanlar doğanın kanunları ile toplumun hoşgörülerini değiş tokuş yapmak istiyor gibiler ve şayet sonuca varamazlarsa ‘darbe’ ile bu işi sonlandıracak gibiler. Sürü psikolojisi o kadar egemen bir hal almış ki, kimse olayların altını sorgulamıyor. Bu psikoloji artık belli başlı grupları, dernekleri değil, devletleri ve dinleri peşinden sürüklüyor. Yapılan bu kutuplaştırmanın ardından ortak payda genelde ‘öfke’ oluyor.


Bu, iki kademeli bir öfke; ilki karşıt kutba hitaben, ikincisi ise gerçekten bu işlere hiç bulaşmadan, yalnız kalmaya çabalayanlara hitaben. Biliyoruz ki, yanlış toplum yargısı, kimi zaman suçsuzlara bile ceza kesebiliyor. İşte bu yüzden, genelde özüne sadık yaşamaya çalışanlar, bu cezalardan sıkça nasipleniyor. Peki, toplum neden yalnız yaşama çabası olanları cezalandırmaya eğilimli? Çünkü bu tip insanlar, onlara kuralsız, değişken ve birazda korkutucu geliyor. Kendi kurgularını dört dörtlük, onlarınkini ise anarşik buluyorlar. İçini bilmedikleri yabancıların, karşıt kutuplardakilerden bile daha tehlikeli buluyorlar.

Bende amacı ‘yalnız insan’ olan biriyim fakat bu kavramı maalesef başkalaştırılmış olarak yaşamak zorundayım. Olsun, en azından ondan tamamen vazgeçmiş değilim! İki tane ‘ben’ var benim içimde. Biri bana sadık ve yalnızlığını yaşayan, diğeri ise rol yaparak toplumun arz talep egosunu tatmin eden… Bu düzen ne sürü psikolojisi ile yaşayanlar için böyle gider, ne de yalnız insan kavramını yaşamaya çalışanlar için böyle gider. Peki, ne yapmalı?


Bence kavramlara hiç dokunulmamalı fakat ‘öfke’ diye tabir ettiğim ortak paydaları ya tamamen değiştirmeli ya da biraz olsun yumuşatmalı. Ben kendi çapında yazı yazan ve aklındakileri kâğıda döken ‘yalnız bir adamım’. Yazılanlar size de mantıklı geldiyse, tutun bir ucundan satırları devam ettirin. Vekâletim siz büyüklerde, buyurun! Biliyorum, bazen azınlıkta olup sıkıntı çekmektense, kalabalıkta kaybolmayı yeğliyorsunuz ama unutmayın; içinde bulunduğunuz yer akvaryum, içindekilerde yeni bir balık türü, ‘kala-balık’ değil! Kendinize ayna tutmayı deneyin, yalnızlığınız o zaman sizi bulacaktır…

DNA’mdaki kamil insandan Ego Can’a mektup!