Nerede ve ne zamanda olduğumu ya da olmam gerektiğini kaybettiğim zamanlardayım. Arka planda gençlerin terk ettiği bir köy var. Evime uzanan yol boyunca çökmekte olan evlerin, kırık camları içinde kayboluyorum.
Kiminin içinde hala perde mi, çamaşır mı bilmediğim şeyler asılı. Bahçelerindeki yıkılmış fırınların tuğlalarına bir zamanlar içlerinde pişmiş ekmek kokuları sinmiş. Duyacak kulaklarım olsa da işitebilsem anneannelerin fırın başından torunlarına seslenişlerini.
Ambarları var mıdır içerde acaba, ebelerinden kalan tohumları saklanmış mıdır bir köşesinde? Girsem, bulsam o tohumları, yeniden canlanırlar mı acep? Peki ben ne arıyorum bu sokakta, bu köyde? Takvim zamanının çok gerisinde bir mekânda. Ne gün, ne ay, ne yılı anımsıyorum bazen. Sadece güneşin doğduğunu, gölgelerin bir yönden ötekisine hareket ettiğini, ayın bir kaybolduğunu bir büyüdüğünü takip ederken, bahçemdeki bitkilerin de bu döngüler içinde geliştiğini seyrediyorum. Böcekler bile o döngüleri takip ederek var ve yok oluyorlar. Döngüleri bilirseniz, sebze bahçenize zarar veremiyorlar. Zaman kelimesi anlamını döngü olarak buluyor köy yaşamında.
Ertesi Gün
Dört çocuk var topu topu bu eski mekânda. Onlar için ben bir oyun malzemesiyim. Öyle ya, elinde bastonu, saçlarına ak düşmüş yeni bir kadın dolanıyor köylerinde. Üstelik bu kadın onların bildiklerini bilmiyor. Hamur yapmamış hiç. Ekmek yoğurmamış. Tarhana karmamış. Amma ekmeğin içine ceviz koydurtuyor. Peynire de hiç görmedikleri, fesleğen dediği bir ot. Bunca yıldır güvem dedikleri ota, kekik diyor. Hem de bir bahçe yaptı, onlarınkinden önce döktü biberleri. Merakla her gün gelip, kontrol ediyorlar bahçemi.
Baktılar ki ot topluyorum dere boyundan. Ertesi gün annelerinin onlara kaynattığı otları bulmuş ve yolup kökünden getirmişler. Her birinin elinde bir demet. Bunlar kaç para deyip, para da almışlar eşimden. Kızdım eşime, kökünden yolunmuş ota para mı verilirmiş diye. Evlerine gidip anlattım, kökünden kopartılmamaları gerektiğini. Bu bitkilerin soylarının devamı için bunun önemli olduğunu. Dikkatle dinlediler. Kafa salladılar. O arada gördüm arka bahçelerine atılmış naylon poşet ve şişeleri. “Bunları neden toplamıyorsunuz? Sonra bize verin götürüp kasabadaki çöpe atalım.” deyince hayretle baktılar yüzüme. “Babam dereye atar.” dediler. Anlattım neden atılmamalı çöpler dereye. Anlamış göründüler. Bir tarafa atılmış koca bir yuvarlak tahta duruyordu kenarda. Bundan neden masa yapmıyorsunuz altına bir kütük koyup dediğimde, “Bizim beyin işi çok, hayvan peşinde koşmaktan fırsat bulamıyor ki!” dedi anneleri.
Mekanın Gerisi Zamanın Ertesi
Ertesi sabah çocuklar kapıma dikilip heyecanla çaya çağırdılar beni. Babaları masayı yapmış, onlar da çöpleri toplamıştı. Anneleri keçi peyniri yapacağı sütü kaynatırken, baktım ki onlar bana sürekli otları soruyor, yarın sabah gelin birlikte gidelim dere kenarına, dedim. Size göstereyim, neyi nasıl topluyorum. Siz de bana yardım edin. Nasıl sevindiler anlatamam.
Ve ertesi sabah erkenden arabaya doluşup, düştük orman yoluna. Bir heyecan topladık ladin çiçeklerini, kantaronları, kekiği, adaçayını. Kırmızı kantaron bile bulduk hiç olmayacak bir yerde. Sonra eve dönüp, otlarımızı ayıkladık. Kurutmaya koyduk gölgeye. Onlar mutluydu ben daha da mutlu. İlk öğrencilerimdi onlar, üstelik kaybolmaya yüz tutmuş bir köyün kalıntıları arasında yepyeni, coşkulu bir tohumdular. Ambarda bulmamıştım onları. Ortadaydılar. Capcanlı ve diri.
Köyden kente taşınacak şifayı kaynağında tanıyor, taptaze otları, kirlenmemiş düşüncelerle tutuyorlar. Onları seyrederken, gözlerimden yaşlar döküldü. Hüzün değil, acı değil, içimi yakan bir heyecanın, mutluluğun, umudun gözyaşlarıydı bunlar. Belki de bu çocuklar, köyü terk etmeyecek, tam aksine sahip oldukları değerlerin farkındalığını yakalayacaklar.
Benim olmayacağım bir başka zamanda, eski zamanların bilgeliğini karıp, şekil verecekler. Hamurunda bir zerre olabilmişsem o şeklin, merak ediyorum, ben zamanın neresindeyim?
[divider]
Yazar: Ayla Seyhun | Sayı 71 | Ağustos 2011 | Salı, 20 Eylül 2011 03:12