Felaketlerde Kenetlenen Ülke: Türkiye

Onlar nasıl unutulabilir ki? Yapılan yardımlar onlara teselli olsa da, ömür boyu sürecek olan içlerindeki depremi yaşayacaklar ve asla unutamayacaklar. Felaketlerde ortaya çıkan kötü yüzlere ve düşüncelere izin vermemek adına, sevgiyle yapılan yardımlarımıza devam etmeliyiz.

van-depremi-kenetlen-turkiye-birlik-yardim

17 Ağustos 1999… Bu tarih, hepimizin zihnine unutulması mümkün olmayan bir tarih olarak kazındı. Her birimiz farklı şekillerde yaşadık bu felaketi. Kimimiz yakınlarını kaybederek, kimimiz de yakınlarını kaybedenlere canı yürekten üzülerek.

Felaket gecesinde yattığım yataktan düşerek uyanmıştım. Mahallenin her yerinden sesler yükseliyordu. İlk yaptığım başucumdaki telefonu kapıp başta annem ile oğlumu ve sonra kız kardeşimi aramak olmuştu. Sağ salim seslerini duymak rahatlatmıştı beni. Sonraki aşama, karanlıkta giyinmek ve gümbür gümbür çalan kapıya yönelmekten öte değildi. Karmaşa içinde yaşanan saatlerden sonra beni iş yerine gitmem için dürten hislerim… Gölcük ve Değirmendere’deki depremi yaşayan yakınlarını merak edip de ağlayan arkadaşlarımla bir araya getirmişti. Anneme söylemeden çıktığım Gölcük yolunun bana neler yaşattığı ise, diyebilirim ki! Şaka gibiydi.


Yol boyunca, bir yanımda yakınları Gölcük’te olan bir arkadaşım, diğer yanımda depremi Değirmendere’de yaşayan yakınları olan diğer bir arkadaşım. Ve ben; konuşmayı bu kadar beceren ben ise… Yol boyunca sadece ağlamayı başarmıştım. Çünkü sözlerin teselli edemeyeceği, hatta bittiği yerdeydim.O yaşanan felaketin fotoğraflarını, beynimin bu kadar net çekeceğini düşünememiştim. Bomba düşmüş gibi görüntü veren yolu aşmak hiç de kolay olmamıştı. Gölcük’e vardığımızda arkadaşımın yakınlarının evleri yıkılmış ama şükür ki kendilerine bir şey olmamıştı. Maalesef, Değirmendere’ye gitmek için yola devam eden arkadaşımızdan bir süre sonra gelen haber ise gerçekten çok acıklıydı.

Aptalca bir ifadeyle etrafa bakarken… Yüzüme atılan tokatla kendime geldiğimde başlayan ağlama krizlerim, sonrasında yardım götürmeye gittiğimde katlanarak artmıştı.  Yakınlarını ya da evlerini kaybeden insanların yüzlerindeki dehşet ifadeleri, buna bizzat yakından şahit olanlar tarafından unutulmayacak. Ne bir paket sigara için kolumu baştan aşağıya tırnaklarıyla yırtan kadın arkadaşımı, ne kulağıma fısıldayarak yüzü kızarmış kadın pedi isteyen kardeşimi, ne de ısrarıma rağmen sadece bir küçük kola alıp fazlasına annesinin kızacağını söyleyen evladı unutmadım ve de unutamam.

Onlar nasıl unutulabilir ki? Yapılan yardımlar onlara teselli olsa da, ömür boyu sürecek olan içlerindeki depremi yaşayacaklar ve asla unutamayacaklar.


google-turkiye-van-depremi-insanlik

Unutulmayacak başka bir şey de o sırada yapılan yardımlardaki yaşananlardı. O felaketi bile nerden ne kazanırımı düşünen insan olduğunu kabul edemediğim yaratıkların yaptıkları hırsızlıklar oldu. Kamyonun arkasına sızıp sessizce götürülen yardımları çalanları, dağıtım yaptığımız ciddi yardım kuruluşlarının (adlarını vermek istemiyorum) bebe bisküvilerini bile masa altına saklamaları, giysilerin iyi olanlarının aralarından ayıklanması ve buna benzer bir sürü şey canımızı acıtmıştı. Daha önce edindiğim tecrübeyle gönüllü arkadaşları, yardım dağıtımlarını kendilerinin yapmaları konusunda uyardım. Biz de ekip olarak bu çalışmaları bizzat sokak sokak uyguladık. Böylece, götürülen yardımların gerçekten yerini bulması ile çok daha fazla rahatlamıştık.

Şimdi aynı acıyı yaşayan Van’daki kardeşlerimiz için de umarım yardımlar yerini buluyordur. Televizyonda canı yürekten yapılan yardım çağrıları sonucunda, yardıma koşan onlarca iyiliksever arkadaşımızın yaptıkları ya da vaatlerde bulunanlar umarım sonrasında takip altına alınıyordur.

Böyle yaşanılan felaketlerde ortaya çıkan kötü yüzlere ve düşüncelere izin vermemek adına, sevgiyle yapılan yardımlarımıza devam etmeliyiz. Elbette ki felaketin izleri silinmeyecek. Ne bu felaketi yaşayan insanlarımızın, ne de kendi umutlarımızı yok etmemeliyiz. Severek ve sevgiyle yapılan her ne olursa olsun yerini bulacaktır… Bunu bilmeliyiz.


El ele olmak dileğiyle.


 

Gülay Kanarya
20 Haziran 1960 tarihinde İstanbul’da doğdum. Ailenin küçük kızı olmama rağmen; gerek yetiştirilmem, gerekse kişilik olarak babamın genç yaşta ölümüyle birlikte sorumluluğu haylice üstlenmiş bir durumda büyüdüm. Yapmak istediğim ve hayalini kurduğum birçok şeyi bazı aksilikler (şanssızlık da denebilir) neticesinde yapamamanın üzüntüsünü hep yaşamışımdır. Hayatımdaki en güzel ve en olumlu şeyin, şimdilerde genç bir delikanlı olan oğlum olduğunu düşünüyorum ve bunun keyfini yaşamanın tadını çıkartıyorum. Özel sektörden satış ve organizasyon sorumlusu olarak emekli olduktan sonra, 40’lı yaşlarda almış olduğum eğitimler neticesinde güzellik uzmanı eğitmeni oldum. Çocukluğumdan beri sanata ve edebiyata olan düşkünlüğümden olsa gerek, ilk yazım ‘Palyaço değilim’ ile başlayarak, bugüne kadar 50’yi geçen yazı yazdım. Bana huzur veren bu işimi devam ettirmek en büyük arzum… Hayatın iniş ve çıkışlarla geçtiğini kabul ediyorsak; inişlerde yaşanan o güçlükler ve zorluklar çok canımızı acıtmış oluyorsa da; buna rağmen, bazılarımızı olgunlaştırıyor diyebiliyorsak eğer! Ben o bazılardanım işte… Geçmişe dönük keşkelerim yok, gelecekte yapmam gereken çok işlerim var artık…