Öldün Diye Sana Olan Sevgimin Azalacağını Düşünecek Kadar Saf mısın?
“Solucanlar göz çukurlarında yuvalansa da, dilin dişlerinin arasından çıkıp sallansa da, tiksinmeyeceğim senden, vazgeçmeyeceğim! Etin kemiğin ne ilgisi var bizimle? Taptığım, özüne indirgese de seni, ölüm bile azaltamaz sevgimi.”
Ne kadar zor aşk hakkında yazmak. Belki de bu konuda hiç yazmamak en iyisi. Çünkü bir hâl aşk. Öyle sözle, çok okuyarak, hakkında çok şeyler söyleyerek bilinecek, anlaşılacak değil bana kalırsa. Bu konuda yazmaya kalkışmak benim bir seksenlik boyumu hayli hayli aşıyor, ama bu küçücük kitaptan öğrenilecek çok şey olunca, insan, ister istemez bunları başkalarıyla da paylaşmak istiyor. İyilik ve güzellikleri paylaşarak çoğaltmak, başkalarının da bunlardan nasiplenmesini sağlamak gerek…
Size sözünü edeceğim eser Abélard ve Héloise: Mektuplar
Mitos Boyut Tiyatro Yayınları Oyun Dizisinden 63. kitap olarak çıkmış… Mektupları oyunlaştıran Ronald Duncan. Türkçeye Zeynep Avcı çevirmiş. İkinci baskısı 2002’de yapılmış. 69 sayfalık eserde 12 mektup var. Mektuplardan önce Abélard ile Héloise’in Yaşamından Bazı Tarihler ile Zeynep Avcı’ya ait Abélard ile Héloise İçin Birkaç Söz adlı bir yazı ve Ronald Duncan’ın Mektuplar ve Oyun adlı yazısı yer alıyor kitapta…
Türk Dünyasının büyük şairi Fuzulî “Mende Mecnundan füzûn aşıklık istidadı var / Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var.” (Ben aşka mecnundan daha fazla meyilliyim / Sadece adı olan Mecnun’un yanında sadık aşık benim.) diyerek, kendisini Mecnun’dan öte olduğunu, O’nu geçtiğini, Mecnun’un sadece bir hikâye kahramanı olduğunu belirtmiyor. Aynı zamanda Mecnun’a meydan okuyor bir ölçüde.
Bir aşığa meydan okunabilir mi, yine bir başka aşkla? Ben böyle bir durumun olabileceğine inanmıyorum. Çünkü hiçbir aşk hikâyesi, bir diğerine benzemez. Seyir olarak benzer olsalar da… Her insanın hayat hikayesi farklıdır çünkü. Dolayısıyla “Aşkı var, gönlü yanar” sa da farklı yanar. Her insanın “içerisinde duran derdi” nasıl birbirinin aynısı değilse, aşkı da birbirinin aynısı değildir. Her aşk özgedir.
Hikâyemizin kahramanları birbirlerini 1116 yılında tanırlar. Abélard 37, Héloise 17 yaşındadır. Çocukları olunca 1118 yılında gizlice evlenirler. Annesi öldükten sonra Héloise’i yanına alan ve onun eğitimini üstlenen dayısı Fulbert bu durumdan haberdar olunca Abélard’ı hadım eder.
Başlarına inen bu derin darbe, her ikisinin de manastıra kapanmalarına sebep olur. Tarih 1119’dur. İki sevgili yıllar sonra 1129’da tekrar karşılaşırlar. Abélard kendi kurduğu ve “Sığınak” adını verdiği manastırı, Héloise ve arkadaşlarına tahsis eder ve toprağını da onlara bağışlar. Yıl 1131’dir.
Abélard 1132′ de “Bir Mutsuzluk Öyküsü” adlı bir mektup yazar. Mektup, Héloise’ in eline geçince tekrar yazışmaya başlarlar. Abélard 1135’te ders vermek için Paris’e döner. Heloise ise 1136’da Sığınak Manastırının baş rahibeliğine atanır.
1142, 21 Nisan’ında Abélard 63 yaşında Saint-Marcel’de ölünce naşı Sığınak (Paraclet) Manastırına nakledilir. 1164’ün 16 Mayıs’ında Heloise de Paraclet’de 63 yaşında ölür. 1817’de Abélard ve Héloise’in mezarları Paris’teki Pére Lachaise Mezarlığında bir anıt mezarda, polis gözetiminde birleştirilir.
Bütün nekrofil toplumlarda olduğu gibi kadrü kıymetleri öldükten sonra bilinmiştir onların da…
Filozof ve şair Pierre Abélard ve öğrencisi, sevgilisi, eşi Héloise arasında Latince yazılmış bu mektuplardan ve ikisinin hayat hikâyelerinden İngiliz yazar Ronald Duncan elimizde Türkçesi bulunan bu oyunu yazmış.
Duncan, bu eseri yazmakla tiyatro edebiyatında eşine az rastlanır bir eser ortaya koymuş. Hikâye Fransız, ancak kurgu İngiliz. “Neden bu oyunu yazdın?” sorusuna Duncan’ın yanıtı şöyle:
“Cevap şurada: Dramanın kendi sınırları vardır. Sahnede tez savunulmaz. Teziniz ne denli ilginç olursa olsun, savunacağınız yer sahne değildir. Bu oyunu yazmam istendi, ben de yazdım, çünkü Abélard her zaman ilgimi çekmiştir. Duygusal yoğunluğu, zihinsel ve ruhsal yaratıcılığıyla boy ölçüşebilecek ender insanlardan biriydi o. Biri olmadan ötekinin varlığı beni hiç ilgilendirmemiştir. Bir tek yaşam biçimi tanırım ben; yaşam çok yönlü olabilir, ama tektir. Tüm yönleriyle yaşanamıyorsa da yaşam değildir.”
Héloise tarafından yazılan mektuplar tarih boyunca yazılmış en iyi düz yazı örnekleri
Ronald Duncan, kitaba yazdığı önsözde, mektuplar ve kahramanları için “Bence Héloise’in yazdığı mektuplar tarih boyunca yazılmış olan en iyi düzyazı örnekleridir ve bu üstü kolay örtülür bir gerçek değildir. Bu genç kadın henüz yirmi yaşına basmadan Latince, İbranice ve Yunanca öğrenmişti. Yalnızca üstün bir duyarlılığı ve güçlü duyguları yoktu, üstelik yetenekli ve bilgiliydi.Bence anlatımındaki ustalık Safo ve George Eliot’la kıyaslanabilir, hatta Jane Austin veya Emily Bronté onun yanında kekeme bile kalabilirler.
Öte yandan Abélard gibi büyük bir filozof ve ozanın sadece Héloise’ e olan aşkı nedeniyle hatırlanması bana çok saçma geliyor. Bu aynen Stravinski’ nin önemli bir besteci olduğunu unutup, onu “Kaliforniya’ya yerleşmiş biri” diye tarif etmemize benzer.” yargılarında bulunuyor. Katılmak veya katılmamak size kalmış tabii…
Duncan’ ın bu metni, Fransızca ve Türkçe olarak Paris ve İstanbul’da da sahnelenmiştir.
Yazımı, Mektuplardan alıntılarla bitirmek istiyorum:
I. Mektuptan (Heloise’den Abelard’a)
Elin… Elin değmiş bu mektuba.
Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama..
Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.
Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı.
Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum
Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.
Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim.
Şimdi de vermeyeceğim.
Elin değimiş bu mektuba!
Aşık olduğum elin. O aşka susamışım.
Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.
Istırabın duruyor önümde satır satır, hem de el yazınla.
– Ah, Abélard! Dokunuşlarını bana taşıyan
o kağıdı, o mürekkebi nasıl seviyorum…-
O kör yıllar boyunca sakladığım acı
çıkıyor yüreğimden,
karşıma dikiliyor; bakıyorum:
Aynı yaşlardayız onunla, boyumuz bosumuz aynı.
Tepeden tırnağa ben’im bu acı.
Artık saklayamıyorsam onu kendimden,
nasıl saklarım, bir zamanlar bütün varlığımla
teslim olduğum senden?
– Bir zamanlar…- nasıl iç burkuyor bu sözler…-
Bir zamanlar, gövdesini gövdeme kattığım birine,
rol mü yapayım, ketum mu davranayım?
Gecenin doruklarında dört nala koşturmuştuk bedenlerimizi,
daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.
IV. Mektuptan (Abélard ‘dan Héloise ‘e)
Ayrılık, sevdanın türbesidir derler.
Derler ki, uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı.
Madem öyle, neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile ?
X. Mektuptan (Héloise ‘den Abélard ‘a)
Öldün diye sana olan sevgimin azalacağını düşünecek kadar saf mısın ?
Ölümlü bir erkek olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?
Solucanlar göz çukurlarında yuvalansa da, dilin dişlerinin arasından çıkıp sallansa da, tiksinmeyeceğim senden, vazgeçmeyeceğim! Etin kemiğin ne ilgisi var bizimle? Bir parçanı kesip alan o kasap, sana olan aşkımı biraz olsun azaltabildi mi?
Taptığım, özüne indirgese de seni, ölüm bile azaltamaz sevgimi.