Telefonun diğer ucunda, ambulans sirenlerinin eşlik ettiği ses, oğluna ait değildi. Polis memurunun titreyen sesiyle düştü yüreğine o garip kor. Hem yüreğini yakan, hem kanını donduran kor.
Pencerenin önünde dikilmiş, gözünü kırpmadan öylece duruyordu genç kadın. Telefonun sesiyle irkildi. İçinde tuhaf bir sıkıntıyla telefonu eline aldı. Arayan oğlu Ali’ydi. Oğlunun adını görünce heyecanlanırdı hep, ama her zamanki tanıdık coşku uğramadı bu sefer yüreğine annenin. Tedirgindi. Bu burukluk niyeydi? Anne, yüreğine düşecek ateşin sıcaklığını uzaktan hissetmişti belli ki. Telefonun diğer ucunda, ambulans sirenlerinin eşlik ettiği ses, oğluna ait değildi. Polis memurunun titreyen sesiyle düştü yüreğine o garip kor. Hem yüreğini yakan, hem kanını donduran kor.
Oğul trafik kazası geçirmişti. Hastaneye kaldırılıyordu.
Anne, arabasıyla oğlunun kaldırıldığı hastaneye giderken, aklından geçenlere ve başına gelenlere inanamıyordu. Nasıl olurdu bu? Oğlunun yolda olduğundan bile habersizdi. Daha birkaç saat önce konuşmuşlardı. Neden hiç bir şey söylememişti Ali? Sorular soruları kovaladı yol boyunca. Tüm sorularının cevabıyla kavuşacağı yere, hastaneye ulaştığında, yorgun bacakları artık anneyi taşıyamamıştı. Oracığa yığıldı. Dakikalar sonra kendine geldiğinde yüzleşti acı gerçekle.
Eskişehir’de üniversite öğrencisiydi Ali. Ailesinden uzakta ilk yılıydı. Annesine sürpriz yapmak için geliş tarihini bir hafta öne almıştı ve dört arkadaş aynı araçtaydılar. Diğer üçü ufak sıyrıklarla atlatmıştı kazayı. Ama Ali’nin durumu çok ağırdı. Saçının teline zarar gelmesin diye 19 yıl koruyup kolladığı oğlu, yoğun bakımda ölüm kalım savaşı veriyordu. Sarhoş bir trafik canavarının geç kalmış fren sesinin içine sıkışmıştı tüm hayalleri annenin. Bir gün, Ali’nin kahkahaları ile tekrar çıkar mıydı bu hayaller sıkıştıkları yerden bilinmez…
Aradan geçen bir hafta boyunca Ali’nin durumunda hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Anne artık hislerinin hissizliğe dönüştüğü tuhaf bir dönemeçteydi. Ne konuşuyor, ne yiyor, ne içiyor ne de gözlerini oğlunun yattığı odanın kapısından ayırıp uykuya dalabiliyordu. Derin bir sessizlik içindeydi. Ta ki oğlunun doktoru Gökhan Bey’in annenin ruhunda deprem etkisi yaratan sözlerine kadar.
Doktorun üzüntüsünü, çaresizliğini hissetmişti anne. Hissettiklerinde yanılmayı o kadar çok istemişti ki!
“Biz elimizden geleni yaptık. Fakat saat 14.00 itibariyle oğlunuzun beyin ölümü gerçekleşti. Yani beyin fonksiyonları durdu. Çok üzgünüm. Şu anda diğer yaşam fonksiyonlarını da cihazlar yardımıyla devam ettirebiliyoruz. Kısa bir süre sonra kalbi de kan pompalama işlevini gerçekleştiremeyecek. Yaşadığınız durum sizin için çok zor biliyorum ama bir doktor olarak bu teklifi size yapmak zorundayım. Ali’nin organlarını bağışlamayı düşünür müsünüz? Siz oğlunuzu kaybettiniz. Acınız büyük, saygı duyuyorum. Fakat karar vermeniz için çok vaktimiz yok. Başka anneler, evlatlar, kardeşler sizin yaşadığınız acıyı yaşamasın. Lütfen çok iyi düşünün. Bağışlanacak bir organ ile hayata tutunacak olan kişi Ali olabilirdi”
Annenin acılı sesi dudaklarının arasından patlayarak büyüdü. “Hayır! Kesinlikle hayır, izin vermem. Parçalayamazsınız oğlumu.”
Doktor Gökhan “Peki, ama son kararınızı yarın bir kez daha soracağım. Bu arada Kardiyoloji yoğun bakım servisinde 400 no’lu odada yatan 16 yaşındaki Damla’yı sadece bir kez görün. Kan ve doku örnekleri oğlunuzunkilerle birebir tutuyor. Kalp nakli yapılmazsa çok az zamanı kaldı” dedi ve acılı annenin vicdanına tonlarca yükü bırakıp gitti. Oğulcuğunun acısıyla ezilmiş yüreği, bir de bu kararın sorumluluğuyla nasıl baş edecekti. Hem o kararını vermişti. Oğlunun organlarını kesinlikle bağışlamayacaktı. Konu kapanmıştı.
Hastaneye akın eden yakınlarının vah tüh seslerinin arasında hiç durmayan bir ses vardı annenin içinde. Vicdanının sesiydi bu. Daha önce defalarca duymuştu ve dinlemişti de. Fakat şimdi bu sesle aynı fikirde değildi. Dinlemeyecekti bu sessiz sessiz içine işlemeye çalışan sesi.
Anne, yorgunluktan kapanan göz kapaklarına kızarak, inadına kocaman açtı gözlerini. Birden bire ayağa kalktı. Hastanenin koridorlarında, ayaklarıyla kavga ederek, yalpalayarak koşuyordu. Kendini kapısında 400 yazan odanın önünde buldu. Kapı aralıktı. Kızın gözleri kapalıydı. Her yerinden kablolar sarkıyordu. Annesinin hıçkırıklarını duydu derinden. Dualarını. Yakarışlarını. Bilmediği bir umudu vardı Damla’nın annesinin. Ali’nin annesinin iki dudağı arasında can çekişen bir umut.
Organ Bağışı
Anne cebinden doktorun kartını çıkardı titreyen elleriyle. Yarını beklerse vazgeçmekten korktu.
Doktor telefonu açar açmaz konuşmaya başladı anne:
“Yaşasın istiyorum” dedi.
Doktor Gökhan “Kimsiniz?” diye sordu.
Ben Ali’nin annesiyim. Alimin kalbi Damla’yı yaşatsın istiyorum.
Güzel gözleri, karanlık bir dünyayı aydınlatsın.
Böbrekleri, diyaliz makinesine bağlı bir insana özgürlük olsun…
Alimin organlarını bağışlamak istiyorum… dedi ve gözyaşlarına boğularak telefonu kapattı.
Ali’nin kalbi Damla’yı hayata bağladı. Damla, kendini organ bağışını halka anlatmaya adayan idealist bir doktor oldu.
Ali’nin gözleri görme engelli bir insana ışık oldu.
Bir Ali öldü. Bağışlanan organ sayısınca Ali doğdu.
Anne, verdiği organ bağışı kararından hiç pişman olmadı. Hatta kendi organlarını da bağışladı. Organ bağış kartını Alisi’ni sakladığı sol yanında taşıdı…
Organ nakli ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 hattını ücretsiz arayarak öğrenebilirsiniz.