Sorumsuz Av ile Doğa Tahribatı

Doğrusu Biz, sorumluluğu (emaneti) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir; onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir (kabulüne rağmen emanete hıyanet etmektedir).(Ahzab 33/72)

ahzab suresi kuran-ı kerim

Bir Küçük Nefes İki Umut Kanat

Bir bütünlük içerisinde yaşadığımız dünya, insanı diğer yaratılanlardan üstün kılan Yüce Yaradan’ın lûtfettiği tarifsiz ve sayısız güzelliği ile bezenmiş ve ki müthiş bir düzende seyrini sürdürmektedir. Doğanın kuralları işleyişi içerisinde sınırların nerede olduğu, ne kadar olduğu herkesin aşikâr olduğu/olamadığı ya da olsa da ne derece uyguladığı çok bilinmeyenli bir denklemin en güzel öğelerindendir.

Yaratan’ın buyurduğu üzere, bu en büyük sorumluluğu insan almış ve halef kılınmıştır. Oysa yine buyrulduğu üzere ‘kabulüne rağmen emanete hıyanet etmektedir’.


İnsan dünya üzerinde yalnız değildir malumunuz. Hayvanlar başta olmak üzere canlı cansız, bilinen bilinmeyen her şeyle bir arada yaşamaktadır. Sosyal yapı, kültür değerleri ve düzeyleri, eğitim, ekonomik pazarlar ve bu pazarların sebep olduğu – yol açtığı – tüketim akımları insan ruhunu ekip biçmekte ve insanın da buna izin vermesi suretiyle kuralların belli olduğu bir alanda, sınırlar zorlanmaktadır. Lüks arabalarla yarışlar, farklı tutkular, oyunlar ve daha nicesi. İşte tam da bu anda, insan doğrudan doyumsuzluğun eseri midir, yoksa bilmezliğe gelişinden mi tartışılır, lâkin doğanın da kalbinde yaralar açmaktadır. Hem de kendi yüreğindeki yaralarda, doğanın hiç de suçu yokken!

Yaradılışı itibariyle yemek, içmek, giyinmek ve nicesi ile gereksinimlenmiş insan, hayvanların ‘etinden, sütünden, derisinden’ yararlanmak suretiyle av eylemine girişmiştir. Bu av ki asırlardır tabirini korumuş ve hatta bu anlamı genişleterek süre gelmiştir.

Çeşitli efsaneleri, anıları, kazaları ile başlı başına bir tutkunun adı olan av konusunu, bugünlerde Eskişehir’de özel bir dershanenin kantin işletmeciliğini yapan sevgili Mehmet Gönenli (Gönenli Mehmet Bey) ile konuştuk. Gönenli diyorum, çünkü soyadı Gönenli olduğu gibi, kendisi de gerçekten Balıkesir’in Gönen ilçesinden. Mehmet Bey yıllarca av ile ilgilenmiş ve yaşadığı sürecin getirdiği bir takım sonuçların karakterine olan yansıma şiddeti neticesinde, bu hususta bambaşka bir role bürünmüş.

‘Gönüllü’ tabiri bir insana ne kadar yakışabilirse, o kadar yakışmış kendisine. Zirâ tam bir avcı iken, bir gün yaşadığı ve çok etkilendiği bir olaydan sonra gönüllü olarak müfettişlik yapmaya ve av konusunda; daha ziyade hayvanların korunması ve yeterli farkındalık yaratılması hususunda çalışmaya karar vermiş. “İhtiyaç varsa tamam, fakat küçücük yavru kuşların, tavşanların zevk için avlanmaları çok kötü!” diyor Mehmet Bey.

Onu bu yöne çeviren en büyük etken, kuşkusuz işin manevi tahribatı olmuş. Türk kültüründe de eski çağlardan bu yana önemli yer tutan avın, bugün silah, değişik malzemeler ve her şeyiyle adeta bir pazar haline geldiğini söyleyen Mehmet Bey, kimi avcıların hassasiyletlerini bir tarafa bırakarak aşırıya gittiklerini ve bunun can yakıcı olduğunu söylüyor. İhtiyaca binaen mazur görülen avın, kimi zaman savurganlık, ego tatmini ve eğlence boyutlarında olduğunu ve bunu tahammül edilemez olarak tanımladığını belirtiyor. Öyle ki korunma ve koruma amaçlı yapılan domuz avının dahi içini acıttığını ekliyor.

Tabii bir kırılma noktası olmuş ki böyle konuşuyor Mehmet Bey. Anısını paylaşıyor bizimle.

Bir gece av için çıktıkları bir bölgede, arkadaşının bir tavşana ateş ettiğini ve tavşanın can havliyle bir bebek misali feryat ederek etrafındaki toprağı mezar eşer gibi eştiğini ve bu sahnenin kendisini epeyce sarstığını anlatıyor. İşte o ki, Mehmet Bey için dönüm noktası oluyor. O günden bu yana çok daha farklı yaklaşıyor ve hatta gönüllü müfettişlik yaparak somut adımlar atılması ve hayvanların korunması hususunda çalıştığını söylüyor. Tam da bu noktada çok güzel bir paylaşımda daha bulunuyor. Şöyle ki; Mehmet Bey ve bir grup arkadaşı kendi imkânları ile keklik yetiştirdiklerini ve doğaya saldıklarını anlatıyor. Ayrıca dağa ya da ormana çıktıklarında, yanlarında saman, yem gibi hayvanların faydalanacağı malzemeler de götürüyorlar.


Av konusunda eğitim ve farkındalığa dikkat çekiyor.

Tabii bir de ilginç efsanelerden bahsediyor Gönenli Mehmet Bey. Bir gün bir sebep üzere gittiği Eskişehir’in Mihallıççık İlçesi’nde, eski bir ev görüyorlar. Ev harabe. Belli ki boş. Soruyorlar ve bilen birileri anlatıyor evin hikâyesini.

Evin sahibi sağ iken geyik avına düşkün bir beymiş. Adam ölümünden birkaç ay önce ailesi tarafından terk edilmiş. Son dönemleri biraz zor geçmiş yani ki. Dahası –efsaneye göre- öldüğü gün adamın evinin önünde geyikler görülmüş.  Efsane. Bilinmez gerçek midir… Bu suretle, avcılar arasında geyiğin manevi anlamda farklı bir yeri olduğu söylenirmiş.

Avlanmanın sınırları zorlandığı andan itibaren hayvanlara verdiği acı malum iken, bir de dolaylı zararlarından bahsediyor Mehmet Bey. Balık avı için gidilen alanlarda, çöp, atık gibi pek çok kirlilik de meydana geliyor diyor.

Bir de çok önemli bir noktaya daha dikkat çekiyor. Kazalar da yaşanıyormuş.

Arkadaşlarından kaybettikleri olmuş. Bir avcı diğerini vurmuş, yani ki ava giden avlanmış.

Ne diyelim; renk, zevk, eğlence, ihtiyaç tartışılmaz (derler). Fakat bilmeli ki, yaşamak her canlının hakkı. Biraz daha dikkat, biraz daha hassasiyet.

Sade yaşamak mahrumiyet değildir. Aksine, zenginliktir hasılı. Hele ki paylaşmak, bir nefesi, yağmuru, güneşi, ormanı, maviyi ve paylaşılması gereken her şeyi… Tam da bir yaşam ödevi! Ödev. Dünya ödevi.

Mehmet Bey’e bu hoş söyleşi için teşekkür edelim ve memleketi Balıkesir’in güzel türküsü’nden iki söz ile bitirelim yazımızı…


“İki keklik bir dereden su içer; dertli de keklik, dertsizlere dert açar.”