Sevgiliniz olmasa, sevgililer günü hikayeniz olur mu? Aylardan Şubat ya hani… Tüm vitrinler tüketime davet ediyor sizleri. 14 Şubata kadar ille de bir hediye alın da ekonomileri ayakta dursun. Siz, değerli bir madenden işlenmiş hediyenizi almaktan ya da vermekten çok mutlu olurken, hiç o madenin nereden ve nasıl çıktığı aklınıza geliyor mu?
Hikayesiz kalmak, sadece kimliksiz kalmak değilmiş meğer, kimsesiz de kalıveriyormuş insan. Bu tarafı hiç aklıma gelmemişti yeni yıl yazısını yazarken. Mesela hikayesizlik hikayem, siz okurlar olmasa, hikayesini koruyabilir mi? Ben varlık bulabilir miyim bu satırlarda?
Sevgiliniz olmasa, sevgililer günü hikayeniz olur mu? Aylardan Şubat ya hani… Tüm vitrinler tüketime davet ediyor sizleri. 14 Şubata kadar ille de bir hediye alın da ekonomileri ayakta dursun.
Bizim gençliğimizde hiç yoktu ama artık kıymetli madenlerden, taşlardan ziynet eşyası üretenler de boy gösteriyor reklamlar arasında. Eniştem bile, ölmeden bir hafta önce ablama sormuş, nedir bu tek taş dedikleri diye. O da “Eşlerini sevenler için” demiş. Tutturmuş rahmetli, sana da bir tek taş alalım diye. Ablam parmağındaki, eskilerin deyimiyle Beyoğlu taşlı yüzüğü gösterip, “Benim var ya işte” diyerek vazgeçirmiş onu.
Hikayenizi güzel kılmak için anlamlı gelebilir bu tarz size.
Hediye için verdiğimiz zarar
Bir de bizim hikayemizin penceresinden bakalım. Bir soru size, değerli bir madenden işlenmiş hediyenizi almaktan ya da vermekten çok mutluyken; o madenin nerden, nasıl ve ne pahasına çıktığını biliyor musunuz?
Bir gramlık değerli metal için kaç ağaç kesildiği, kaç ton toprak işlendiği, kaç ton su kullanıldığını biliyor musunuz? Ya o madenin, içinde bulunduğu topraktan ayrıştırılırken kullanılan kimyasalların yer altı sularına karışarak, dönümlerce alandaki hayvan, bitki ve insan topluluğunun sağlığını etkilediğini?… Yarınlarda sofranıza konacak meyve, sebzelerin de bu ayrışım sırasında ortaya çıkan, atmosfere, suya, toprağa karışan ağır metalleri içerebileceğini biliyor musunuz? Yani siz minicik bir kutu uzatırken sevgilinize, yanı sıra yüzlerce kesilmiş ağaç, tonlarca çoraklaşmış toprak, metreküplerce kirlenmiş su, yaşam ortamları ortadan kalktığı için yok olmaya mahkum sayısız börtü, böcek de veriyorsunuz. Bunları bilmeden vermiştiniz diyelim hediyenizi. Sizi gün evvelinden uyarıyorum, şimdi biliyorsunuz sevdiğinizi mutlu etmek isterken, doğayı öldüren adımlara güç kazandırdığınızı…
Somali’de açlıktan ölüyor insanlar. Bir lokma yemeğe muhtaçlar. Eskiden madenleri vardı. Zengin ülkenin fakirleriydiler. Birileri çıkardı madenlerini. Gitti zenginlikleri. Topraklarının bereketi de kalmadı. Şimdi fakir bir toprağın aç kalan insanları onlar…
Bizim hikayemizin resmi de böyle işte. Yaşadığımız cennet coğrafyada, “Sizi seviyoruz, iş veriyoruz, çevrenizi güzelleştireceğiz…” masalları ile ağaçlarımızı kesiyor, toprağımızı deliyor, su kaynaklarımızı kendi menfaatleri yönünde kullanıyorlar. Bu iş için kendilerine verilmiş ruhsatları var. Güçlü ve zenginler.
Bizse gönlümüzle tohumlar üretmeye çalışıyoruz, insanların yaptıklarını pazara götürmeye, ev ekonomilerine az da olsa katkıda bulunmaya… Hayvanlarını, ağaçlarını, sularını, havalarını, sağlıklarını korumaya… Köyde kalmaya devam etmelerini istiyoruz. Falan yerde kurulmuş köye göçmeden… Bizlerin ise inancı güçlü, kalbi zengin.
Hikayelerde birbiriyle mücadele eden iki taraf vardır genellikle. Sonucunda biri kazanır. Bizim hikayemizde ise doğamızı katledenler ile onları durdurmaya çalışanlar var. Kazanacak ya da kaybedecek olan ise sizsiniz.
Gelin siz hikayenizin kahramanına doğayı hediye edin ve nesiller boyu anlatılsın aşk hikayeniz.