Doğumumuzla başlayan dünya ‘yolcu’luğumuz nihayete erinceye dek epeyce yürümek durumu ile meşgul etmekte bizi. Seyrimizin yönü üzerine etkili onlar; iç seslerimiz.
İlk öğrendiğimiz kelime nedir, nasıl öğrenilmiştir tartışılır; fakat ebeveynlerimiz tercih yaptığımız hususunda içsel bir çekişmeye başlamışlardır bile. ‘anne’ dedi, ‘hayır dün gece baba demişti!’ türünden ve türevlerinden süregelen bir tercih maratonudur bu başlayan yolcu için. İstisnalar da muhtemel diyerek kendimize bir hata payı bırakalım bu noktada.
Yolcu yoluna devam ederken, ev hayatının, aile kurumunun hâlleri ve imkânları sınırlarında ya da sınırsızlığında yaptığı/yapabildiği alt yapısı üzerine, ‘okul’ diye tabir edilen ve başka aile ve evlerden gelen yaşıtları ile aynı ortamı paylaşacağı ve ki paylaşmak zorunda olduğu ‘ilk yabancı ortam’a adım atar. Mahalle geneli itibariyle aşağı yukarı eşit standartlarda birçok taze beyin, çizgi çekmek, harf öğrenmek ve beslenme alışkanlıklarını düzenlemek gibi zaruri davranış, tutum ve eylemlerin kazanımı hususunda hemfikir ve yoldaş olur. Bunun yanında bir de küçük ayrıntılar söz konusudur. Örneğin birey ilk kez evini ve ailesini özler. İlk kez ‘ayrılık gözyaşı’ dökülür (Doğumdaki ağlayışı saymıyorum. Onun akıbeti farklı bir yazı konusu olsa gerek).
Yine ilk kez ‘dışarıda’ yemek yenilir ve dışarıdakilerle yapılır bu yemek! ‘öğretmen’ diye bir hayran olunası girer görüş, düşünüş, hissediş ve seviş alanına ‘yolcu’nun. Yani yine ilk kez anne ve babanın dışında, yani ki onlardan öte ve ziyade bir ata çıkagelir.
Belki ilk kez yağmur yağar üzerine ‘yolcu’nun ve çamuru tanır.
Hoşça bir kokuyu da alır, algılar yağmur toprağa düşünce, lâkin bir anlam veremez. Tanıdığı bir başka koku da kağıt kokusudur. Fakat henüz kahve kokusu yoktur kağıt kokusuna karışan.
Tüm bu öğreniş ve tanıyışlar içerisinde ülkesinin eğitim politikası sınırları dahilinde ve ikliminde daha sonraki dönemlerinde vazgeçmesi zor alışkanlıklar, özellikler ve güzellikler de yerleşir ‘yolcu’nun üzerine. Güzellikler dedim, fakat tersi durumlar da söz konusu olur elbet.
Sınanmaya başlar yolcu ve bu sayede ‘sınav’ tabirini tanır. Hayatın başlı başına bundan ibaret olduğunu öğrendiğinde –olur da öğrenirse- ise pek çok sınavı geride bırakmıştır zaten ve sonuçlarını düşünmeye bile fırsatı yoktur. İşte bu sınavların içerisinde ve neticesinde hep bir tercih durumu söz konusu olduğu aşikârdır. Hele ki bir de bir oyun misali seviyesi arttıkça tercih zorluk derecesi de artması muhtemeldir. Ve tam da bu noktada adeta bir sanat gerekir tercih yaparken.
Sesler duyar yolcu. Ayırt etmesi benim diyen müzisyene bile zor gelecek türden seslerdir bunlar.
Birisi ‘ön’ der, diğeri ‘arka’. Şansı yerinde ise iki seste kalır fakat bir de değilse, işte o zaman ‘aşağı’ diye bir ses daha işitmesi anormal değildir ‘yolcu’nun. İşte en büyük savaş! Ayırt etme sanatı ve savaşı.
Peki bu sesler nedir? Nasıl ayırt edilir? Ayırt edilebilir mi? Edilebilir. Sesleri tanıdıkça, eğlenceli hâle de gelebilir hatta. Hangi sesin hangi durumda nereye yönlendirdiği, uzun süreli bir gözlemle kendini göstermeye başlar. Fakat bu uzun süreli gözlemde, mesajları iyi okumak temel ödevdir. Tam da bu noktada Mevlâna nefse dikkat çeker. Mesnevisinde “Eğer yol bilmezsen eşeğin (nefs) dileğine aykırı hareket et; doğru yol, o (nefsine) aykırı yoldur.” der; ki bu benliğin, yani üzerine binip yol alma gayretinde olduğumuz eşeğin (nefs) sesidir. Şeytan destekli benlik! Şeytan ise zaten en başından, Hz. Adem’den bu yana insanı kıskanan en büyük kıskanç! İşte bir diğer sesin sahibi de çıktı şimdi ortaya! Özellikle bizim adımıza maddi ya da manevi bir şeyler iyi giderken gelir, geçmişten dem vurur, geleceğe dair kaygılar salar. Yolunuzda duraksamanızı, vakit kaybetmenizi ve yaşadığınız günü kaçırmanızı amaçlar. Fakat bir ses vardır ki, hani o ‘içimden bir ses’ diye başladığımız cümlelerin öznesi olan. İşte o ses. Biz fısıldadıkça haykıran; biz konuştukça dinleyen ve söyleyip bizi, anne sevgisinin okyanusta köpük kalacağı bir Aşk’la kuşatan ses! İçimizde içte, dışımızda her yerde olan ses. Yakalamak için koşmak gereken ses.
Hayatın akışı içinde insanlar bizi üzebilir. Eşyalar bizi üzebilir.
Fakat en çok kendimiz üzeriz kendimizi. Oysa hayatın sırları buralarda saklıdır zaten. Çünkü ayette de buyrulduğu üzere ‘her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu. Gerçekten her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu’ (İnşirah Suresi) unuturuz. Hatırlamalıyız. Bilmeliyiz.
Sonsuz sayıda senaryo arasından sadece bir tanesi başımıza gelmiş ya da gelmek üzere ise sonsuz eksi bir (sonsuz – 1) adet senaryo üzerinde oyalanmaktan vazgeçerek, burun buruna olduğumuz bu bir senaryoyu değerlendirmek, başlangıç için en akılcı yoldur. Vaktimizin kısıtlı olduğu da düşünüldüğünde, yakınmak, isyan etmek yerine ‘onlar’ figüründen sıyrılarak ‘ben’ figürünü de yatıştırmamız, terbiye etmemiz ve bedenimizi mümkün olduğunca sınırlarını göz önüne alarak kullanmamız kendi lehimize olacaktır. Tercihler yolcu için tutsaklık doğuracaksa, zaten yol boyunca tutsakça tercih yapmak zorunda kalacağından, bülbülün altın kafeste olması kaçınılmaz sonucudur. Yolcu kendisini tanıdığı ölçüde tercihini olumlu kullanabilir. Bunun dışında ‘onlar’a teslim olmuş tercihler, tutsaklıktan öteye gitmez.
Kendini tanıma başarısı ise kitaplarla, testlerle ya da benzeri tekniklerle pek mümkün olmaz.
İnsan kendisini ancak kendisinde tanıyabilir. Çevresinde gördüğü insanların ‘eksik’ olarak tanımladığı yanlarını ifşa etmek yerine, onları ayna görerek kendisine çeki düzen verebilirse tanıma işlemi başlıyor demektir.
Bundan sonrası gittikçe detaylaşan ve hassas bir terazide tartılan değerlendirme durumudur. Güzele ve özgürlüğe giderken, bedelsiz olduğunu düşünmek ise çok da akılcı bir davranış olmayabilir. Zirâ bu bir değişimdir ve illa ki sonuçları olacaktır. Fakat bunları doğum sancısı olarak nitelemek klasik fakat en güzel tanım olarak yeniden dile ve düşünceye gelmelidir. Her doğum sancılı, doğan tazecik ve tatlıdır. Tazecik ve tatlı. Hele ki o kokuyu bir düşleyin.
Değişim ise esasında bir dönüştür. Dönüş. Bedeni ile değişmiş ve verdiği sözü unutmuş Ruh’un, yine bedeniyle kendi öz saflığına dönme gayreti. Ve hani yolcu demiştik kendimize; şu yukarıdaki konuşmaları dinleyerek beni bir süreliğine ‘yolcu’luğunuza ortak ettiğiniz ve ki ‘yolcu’luğuma ortak olduğunuz için teşekkür ederim.
Unutmadan…
“İyilerle dost ol ki, kötülerden emin olasın” (Hz. Osman)