Henüz yazılmamış, söylenmemiş, yapılmamış, henüz görülmemiş bir gün var. Belki ‘gerçekte’ ezelden beri yapılmış… Mıknatısın çekim alanından bir kez çıktığında; kaynakla baş başa kalıyorsun.
Henüz yazılmamış ve belki de aslında çok da yazılmış bir yazı var.
Öyle bir yazı ki derinlerde saklı tüm duyguları olanca açıklığıyla yansıtıyor. Günlük hayatın içinde söylenemeyenleri, söyleme fırsatı verilmeyenleri, üstü kapalı geçiştirilenleri bir bir ortaya döküyor. Bize biçilmiş kalıpların içinde onca rahatsız dururken gönlümüzden akanları ‘işte bu’ dedirtecek bir berraklıkta seriyor ortaya.
Otomatiğe bağlanmış gibi yaşarken bir anda bize dinamo gibi güç veren ve bir an için bize her şeyi yapabilecekmişiz gibi hissettiren o patlamayı yapıyor. O an biliyoruz tam da işte kendi kimliğimize uygun yaşayabileceğimizi. Tek yapmamız gerekenin her gün gittiğimiz, alışkın olduğumuz için rahat olan yoldan birazcık sapmak olduğunu. Evet, diyoruz, tamam, bende o güç var, ne zaman olsa yaparım artık. Önce şu elimdekileri bitireyim de, bunlar da önemli çünkü.
Henüz söylenmemiş ve bir ihtimal çok da söylenmiş bir şarkı var.
Duyunca birden hayat amacımızı biliyoruz. Aslında çoğu zaman boş işlerle uğraştığımızı. Tüm iyilik ve güzelliklerin kaderimizde olduğunu. Bu dünyadan farklı veya aslında bu dünyayla iç içe, bizim henüz keşfetmediğimiz bir dünyada hepsinin var olduğunu ve o şarkıyı dinlerken o dünyada olduğumuzu. Yarından itibaren başlıyorum, diyorsun. Yarınlar yarınlara ekleniyor. Sen ne zaman o şarkıyı duysan, mıhlanıp kalıyorsun. Derinlerde kalmış ruhun tüm çıplaklığı içinde sana bakıyor, sen de ona bakıyor, sonra ise unutuyorsun varlığını.
Henüz yapılmamış ve belki gerçekte ezelden beri yapılmış bir resim var.
Bakınca o resme ait olduğun yeri biliyorsun. Güçlü bir şekilde çekiyor seni o renkler, desenler, içine alıp götürüyor. Elinin tersiyle itiveriyorsun sen farkına bile varmadan sana giydirilmiş o elbiseyi. Sen o’sun, biliyorsun bunu. Ne de olsa sen o’sun ya, bir gün yaparsın. Şimdi değil, yarın. Hem engeller ve sorumluluklar var. Her günün rutini ne kadar da çekici, bir o kadar da bıktırıcı. Hayatın bütün baştan çıkarıcı nimetleri güçlü bir mıknatıs gibi çekerken, ‘çok da yoruldum ama hak ettim ben bunları’ deyip bırakıveriyorsun kendini.
Henüz çekilmemiş ve muhtemelen defalarca çekilmiş bir film var.
O filmi izlediğinizde hayatın sırları açığa çıkıyor. Oyuncularla birlikte sen de geçiyorsun o yollardan. O hataları yapıyor, gittiğin yanlış yollardan dönüyor, sevmeyi daha çok öğreniyorsun. Tam da bu an için yaşadığını fark ediyorsun ve iyi ki de yaşıyorum, diyorsun. Sonrasında ise seçimlerini yine alışıldık olandan yana yapıyorsun.
Seçim üstüne seçim derken bir bakmışsın ki hep seyrediyorsun, hayat akıp giderken. Çok derinlere gömülmüş benliğini nasıl ortaya çıkaracağını bir türlü bilmiyorsun. Mıknatısın çekim alanından bir kez çıktığında ise kaynakla baş başa kalıyorsun.
Kaynak yıkıyor, arıtıyor seni. Bütün davetkârlığına rağmen cezp edici dünya gözünü almıyor eskisi gibi. Bütün korkularına rağmen doğruyu yaptığının bilinciyle daha sağlam atıyorsun adımlarını. Çünkü ancak bu şekilde içindeki çağrıya yanıt verebileceğini biliyorsun. Bir yandan rahatsız ama bir yandan için rahat. Bir yandan gergin ancak bir yandan huzurlu. Usulca teşekkür ederim, diyor içindeki ses. O ses hiç yargılamaz zaten, evladının bir gün yola geleceğini bilen sabırlı bir anne gibi bekler. Öylece gülümsersiniz birbirinize, sonra ayrılırsınız, aslında sadece sizin belirleyeceğiniz bir sonraki buluşma tarihine dek.