Deniz: Aşkın Gözyaşı, Kalbin Özsuyu

Sevginin en gerçeğine denk düştüğümüzde bilmediğimiz kıymetten uzaklaşırken, içimizin o gerçeği görene dek ne kadar kurumuş olduğunu görürüz. Aşkın periyodik bir dönüm noktası varmışçasına ilk bakışta aşktan sorumlu” feniletilamin”in aramızdan kara kedi gibi yok olmasıyla bulutlardan denize çakılırken beni kucaklayacak birini ‘hayalleme’liydim belki; ‘hayalleme’kte geciktiysem de Amphitrite, Poseidon ve su perileri beni kucaklayıp denizin dibiyle buluşturabilirdi. Ve öyle de oldu…

hak

Havada süzülüyorken gölge yanlarımla yüzleşmek için güneşe doğru yöneldim. Belki bu sayede, kanatlarımdan özgürleşirsem onlara ihtiyacım olmazdı. Ve aniden tanımlayamadığım bir varlık içimi içine çekiyormuşçasına, çekti beni denizin dibine. Sanırım bu ışınlanmaya benzer bir şeydi. Bizim ‘ceHEnnetimizde’ tesadüf diye bir şey yoktu. Bunu çoktan hazmettiğimden…

Beni bir grup insanla tanıştırdı. Hiçbir şeye yabancı da hissettirmedi bu üstelik her şey tanıdıktı. Kim bilir ne zaman imajine ettiklerimin astral planda oluşmuş kopyaları yerçekimine yenik düşerek gökten saçılıverip hayal ötesinin en gerçeğine ulaşmıştı. Rollerimizi bir bir hatırlıyorduk. Ben kanatlarımı kullanmayı hiç öğrenememiş bir kuştum. Şimdi ise onlarsız uçabilip düşüncenin ötesine geçebiliyordum. Yirmi altı kişiydik çemberde. Çember sonsuz bir dairenin içinde, oluklu zamanın dairesel döngüsünde.


Dilimiz sağır olmuştu aşktan ikişerli en uğurlu on üç teklikte. Aşka teslim olmayı öğrenmek ve ona tutunmak yüzyıllarımızı almıştı. Geç olsun da güç olmasındı. Bilmez iken kıymetini bazımız bir sevdanın ölümüne ölmüştü; düşün ki o sevda ne kadar ölmüştü. İçimizde ölenleri teklikte doğurmaya başladık.

Sessizce bakıştım onunla, yüzyıllarca sevişmişiz gibi öylece kalakaldık önceki yaşamların yarım kalmışlığıyla. Aramızdan ne çok heba kuşu geçmiş ve bu aramıza serpiştirilmiş zamanı ne çok yavaşlatmıştı kim bilir.

Hak Etmek

Aramızdaki boşluklardan yeni, yine ve yeniden heyecan fışkırırken muhtelif sayıda ünlem yığıntısı olarak geldi oturdu aramıza aşk! Sessizlik budalası aşk ki; her yeni gelen sözcüğün bir öncekini yık-ıyor ya da yıkı-yor olmasından muzdarip, tam da olması gerekene rastladığında anlaşılamamaktan yalnız uyurken onu tekrar aşk kılığına zar zor da olsa sokmayı başarabilmiştik. Böylesine bir ikilikte hak etmediğimizi sananlardan değil, hak ettiğimizi bilenlerden olduk tüm zamanlarda ve derince bir teklikte nihayet birleştirdi bizi şaibeli döngü.

Deniz altında uçmadan nefes alabildiğimizden- ki deniz aşkın özsuyundan meydana gelmiştir, dinlenmek için denizaltı şehrimize inerken ve aşkın gözyaşlarıyla yıkanırken, “Asil bir gözyaşı Pembe Panter adımlarıyla da aksa, asil ve trajikomik olurdu; hiçbir gözyaşı asil olmamalıydı” diye geçirdim içimden. Ruhu yıkamak, arındırmak için köpürmeli ve kimliksiz bir temizleyici olmalıydı. Kimliksizlik kanatlarıyla uçanın, kimlik budalalığından özgürleştiğini bilirdik. Böylece bazı bazı, toprağa türlü seremonilerle gömülen limon sarısı muhabbet kuşunun zamanla bir papatyaya dönüşmesinin ardından, arının polenleri dönüştürdüğü gibi katı bir kıvamda akamayıp kestane balı acılığında boğazda düğümlenmeyecekti.


“Geçmişte kimileri insan olmakta kim bilir ne kadar zorlanmıştır” dedi Brankhos. Özgür irade öyle bir sorumluluk yüklüyordu ki, algının elverdiği ölçüde alev aldıkça yetkinleşiyor, dipleri yalayıp yutuyor, tüm mucizeleri avuçlayabiliyor ya da en güzel kısımlarını ziyan edebiliyordu ömrü boyunca titreyerek beklediğin mucizenin.

“Heba kuşu ne çalışkandır, bilmez misin Adorabella?” dedi Genius. “ Ben bilirim bilmesine de, onlar bilemeyebilirdi-bana kaldırım prensesi süsü verilse, altını kazıp altın varaklı içime giremeyebilirdi-; illüzyonun ışığı her daim üzerinde yanmaktayken onu aydınlık zannetmekteydi.” diye geçirdim içimden ona sonsuz aşkla bakarak.

Hak Bilmek

Kaderimizin yönünü akrep ve yelkovanla okuyabileceğimize dair bir düşü vardı sözlerinin. O düşü bozdun bozalı zehir içti gözlerin. Zehirden nasıl panzehir olabileceğini gösteren zamanla sözleştin. “Aşkındır benim evrilmemi takdir edip, nefes alışlarımı kutlu eden” demek isteyip diyemedin.

Bir meleğin sesini duymadıysan sevmeyi, yüzünü görmediysen aşkı bilmenin mümkünatı yoktu. Mümkünatın eşiğini düşüreni bulup dudağından öpmeli öpmesine de, şuuru kapalıysa dudağından ruhuna bir perde vardır ve dokunuşlar ulaşamayabilir cennetine.’CeHEnnet’ döngüsüne gebe bırakabilir yine yeniden. Öyleyse ömürlüğünün sesine ulaşmalı, bir ömürde tek bir hak var idiyse bile denk gelişler anlatmalı sana ki; bildiğin şeyler aslında bilmediklerinin denkliğiydi. Muammanın gölgesinde aşk ile süslenmiş sevgiyi hak edebilmişsen, bu her şeyi kurtarmışsın demekti.


Yazar: Begüm Sırmatel  ‖ Sayı 79 | 1 Nisan 2012 00:00 UTC+2