Müşterek Benlerim

Sonunda işlerimizi bitirip, büyük kentten minicik köyümüze dönmeyi başardık. İki uç arasında kaybolmuş farklı ben’lerimi müşterek bir noktada birleştirebildim mi bilmiyorum henüz.

müşterek

Düşünsenize;  kocaman binalar,  arabalarla dolu geniş caddeler, üzerime üzerime yürüyen kalabalıklar, metrolar, vapurlar, deniz otobüslerinden sonra birden ağaçlar, koyunlar, keçiler, tarlalarla çevrelenmiş toplam sekiz sokak lambasının aydınlattığı on dokuz haneli köye, bir tepeden bakmak nasıl bir duygu olabilir?

Bir senedir burada yaşıyor olmama rağmen, iki aylık ayrılıktan sonra dönüş nedense ürküttü beni.  Akıl bu, mukayese ediyor sürekli ve sınıflandırıp, etiketliyor: büyük-küçük, güzel-çirkin, iyi-kötü.  Mukayeselerin ötesine ya da berisine geçip, bir etmeyi bilmiyor. Ve zorluyor ille de birini seçmeye. Olmak değil, işaretlemek, altını çizmek, bilmek sanki tüm derdi.


Kaç gündür aklımın baskısı altındayım. Sorguluyor sürekli, büyük kentteki ben ve küçük köydeki ben ne kadar yakın ya da ne kadar uzak birbirinden diye.

Farklı tezahürlerin kahramanı olmak orada ve burada ne kadar etkiliyor dersiniz iki yaşamda ortak olan beni? İstiklal Caddesi’ndeki kalabalıktan korkan ben ve buradaki sessizlikten ürken aynı ben mi? Resmi dairede yapılacak bir iş yoksa köyde her günü Pazar sanan ben, randevuları karıştırmamak için tekrar günleri hatırlamak ve sıraya sokmak zorunda kalan büyük kentli ben karşısında küçük düşmemek için, saat takmak zorunda kaldı hem de takvimlisinden… Ne hallere düşürüyor ben, beni!

müşterek

Galiba köyün en çok bu zamansızlığını seviyorum. Takvimsizliğini. Köyün doğayla akan döngüleri var sadece. Telaşı yok bir yerlere yetişmek için. Garip bir olana teslimiyet hali hakim. Bu hal hangi ben’e garip geldi şimdi? Sizce çift kişilik sorunu mu yaşıyorum?


Müşterek

Hayır… O ben ile bu ben arasında bir müşterek Ben var ki, her şeyin farkında. Her şeyi seyreden ve her şeyi oynayan, tümü kapsayan Ben. Onun gözünden bakınca suratıma kocaman bir gülümseme oturuyor.  Hoşnutluk hali…

Hem karada hem suda yaşayabilen amfibik canlılar var hani. Müşterek Ben’im de amfibik. Hem kentte yaşayabiliyor, hem köyde. Hem zamanda var olabiliyor, hem zamansızlıkta.  Hem de zamanda var olurken, zamansızlıktan habersiz değil, zamansızlıkta var olurken de zamandan… hatta her iki hali kendi içinde tümleyebiliyor.

Zor olan hep o müşterek Ben’de kalabilmek galiba… Kayıyor insan aklı bir yerlere. Orada, burada, şuradaki ben’lerin oyunlarına takılıp kalmadan, her şeyden hoşnut akabildiğim an, bileceğim ki mekan ve zaman ötesindeki öz varlığımı da güzelim dünyamıza indirebilmişim.  Dünya gözü ile bir görsün değil mi bu güzelim gezegeni ne hale getirdik. Bakın gene takıldım bir başka benin “Dünyayı mahvettik!” diyen oyununa.

Bu ben iflah olmaz ama can çıkmadan ümit de kesilmezmiş… Bir gün elbet tüm benlerimi bir edeceğim ve sorular bitecek. Sadece bir gülümseme kalacak yüzümde…


Fotoğraflar: Hale Karaarslan