Güç Yalnızca Sevgide

Hayatları yalan üzerine kurulmuştu. Her yalan söylediklerinde hayatlarından bir şey eksiliyordu… “Dalton çizgileri” eksiliyor ve kaz ayağına birer birer ekleniyordu. Daltonlarla aynı cinsiyette bu dört kişilik dördü bir yerde, dördünün de eşi yanılgılarının eşliğinde şeş beş adamın, Hades’ten arınması beklenen bir zamandı.

manyetik

Ben (Ceylin) cennetin kapısından girişi sorgularken; beynim kocaman olmuş ve bedenimi aşmışken kocamın gelgitleri yalnızca git’e geldi; kendisinden uzun zamandır haber alamamıştım. Kafam yeterince küçüldüğünde kendime iş aramaya başlamıştım.

Neden sonra bir köyde ‘Aşkım’ adlı bir horoz ölü bulunmuştu. Kafası olmadan iki yıl yaşadığı bilinen horozu kocamın, iki yıl önce bebeğimiz doğduğunda adadığımız adak için kestiğini öğrendiğimde kanım donmuştu.  Kocamın elindeki balta Aşkım’ın şahdamarına O’nun kadar yakın olmadığından on ikiden vurulamamış, kanama ve ölüm mucizevî bir şekilde pıhtının kendi hane halkını ikna etmesiyle engellenmişti. Beyin sapı zarar görmeyen tatlı zavallıcık iki sene böylece yaşamını sürdürebilmişti.


“Cleopatra’nın cariyelerinin göğsüne iğneler batırırken” zevklenmesi gibidir bazısının ergenliği ve kocam da böylelikle koca olmaktan muaftı şimdi, artık minicikti. Kocam olacak o adam (Jan), üç kişi ile beraber (Alaz, Deniz ve Derin) evini soyduğu bir kadından çok etkilenmiş ve ertesi gün onu uygun bir anını yakalayana dek takip etmişti. (Meğer kadın ‘Intimacy 2.0’  isimli manyetik elbiseden edinmiş.) Bir kitapçıda rastlaştıklarında kadın onu ince, uzun ellerinden tanıdığı halde çaktırmamış, delilleri ona yutturana dek onunla flörtünde rahvan gitmişti.

Belinay, Fulin ve Işık ile yollarımız bu noktada birleşti. Bir soygunun kılçıklarını beraber yutmuştuk. Ve şimdi bu yabancıl kılçıkları kusup küle evirmeliydik. Alaz, Deniz ve Derin kocamla beraber kayıplara karışmıştı ve biz de hayatlarımızı onların reçinelerinden arındırmalıydık. Ve öyle de oldu.

Biz yüzen altınlardık, bu sayede kendimizi daha çok sevmeyi öğrendik. Kokumuz esmer  amber, özümüzden akanlara rehber Peygamberin öğütledikleriyle büyüdük yoğunlaştırılmış bir anda.


Manyetik Alan

“Herakles’in Iphitos’u suçsuz güçsüzken öldürmesiyle ezilen vicdanının, Lidya kraliçesi dul Omphale ile aşkına rehberlik etmesi gibi değildir tüm zamanlarda suç ve aşkın dengesi; kimi zaman erdem ile bağlanmalıdır ya da bazen beyindeki ‘akson’ların manyetik bir plaka gibi görev yapmasına saygı duyulmalı ve ilk âşık olunan anın- mekânın manyetik alan değerlerine ve kayıtlarına sadık kalınmalıdır.”dedim Belinay’a gözlerinin ay tozlarından arınmasına sebep olabilmek için. “Sevgilinin hücrelerinde hâlihazırda kayıtlı olan değer ile yeni oluşan değerler gerçekten âşık olmadığı hissine kapılabilir” dedi Fulin ortaya. Bu tür konularla en az benim kadar ilgiliydi. Ve elime bir kâğıt tutuşturdu. Üzerinde bazı şehirlerin, iki yıl önceki manyetik alan değerleri yazılıydı:

“Didyma 37,6 nT, Ankyra 39,9 nT, Olympos 37,1 nT, Prousa 39,6 nT, Sinope 50,2 nT, Khalkedon 40,1 nT, Physkos 37,1 nT, Lutetia 28,0 nT, Stonehenge 30,2 nT, Palmira 34,1 nT, Coburg 37,5 nT.” Kocalarımızın farklı ve manyetik alan uçurumu eşiğinde illere ve belki ülkelere gitmiş olduğunu düşünerek şaşırdık ve irkilerek düşüncelere daldık ip gibi o tünelde bir süreliğine.

“Bazen birinin güvenini yitirmek ya da yalnızca koklayıp onu çoğaltmadan sevgisinin tazeliğinden yitirmek, kendi mutluluğunu -bunu hiç fark etmeyecek denli- yitirmektir. Geçmişin tam da şimdinin zehri olduğu çok da doğrusal olmayan bir dönüşüm mertebesinde, mucizelerini kendi elinle tepmek akıl kârı sayılmış bile olsa, yüreğin şu bir saniyeye boğulan hayatta enikonu bir kere coşmaya izinliyken, başkalarının deyip ettiğiyle kalbini ve ruhunu özünden bin kilometre uzaklaşarak fırına atabilir misin!” dedim Işık’a.  Işıktı o;  içimi okuyor, gözlerimi ışıldatıyordu. Bir nurlu yüzü ve masumca bakan gözlerine, bir de kendime baktım; bizi bir manada maddiyata boğulmak için terk edenleri son bir defa daha anlamaya çabaladım.


Anlamaya çalışmanın muammasının üzerinde bir ışık yandı. Kendilerinden sorsalardı kendilerini, bilirlerdi kendilerine ödül olarak sunulduğumuzu bal gibi. Birbirinin aklını çelen dört serseri, serseriliğin adabını bilmiyorlardı demek ki. İçlerinden biri başı çekti belki. Üstelik ya yaşamamışsa aşkın tatlı evreninde tebessüm edileni, ya oyalanmanı istiyorsa -masumca da olsa ne fark eder- kendi gibi gündüzden zar zor gece edileni! Sanmaklar senin gerçeğin olmasın diye sor kendini, kendinden sor.