Eğitimdeki gibi her şey yolunda mı gidecek? Yine taş evin arkasından dolaşıp pencereden içeriyi kolaçan etmem mi gerekiyor? ‘İçerideki hedefleri etkisiz hale getir!’ Bunun öldür demek olduğunu bu sefer anlayacak mıyım? Yoksa maketlere ateş eder gibi gerçek insanlara da ateş edebilecek miyim? Hedefleri etkisiz hale getirmek, öldürmek demek!
Korkuyorum anne al beni içine
alışamadım anne al beni yine
büyüdüm anne evler büyüdü
büyüdü pabuçlar yollar büyüdü
orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar
silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar
yat diyorlar anne kalk diyorlar
beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar
Yaşar Kurt – Anne
92. Gün
Daha önce uçağa hiç binmemiştim. Uçmak nasıl bir duygu acaba? Yolculuğun başlamasına da saatler kaldı. Baya heyecanlıyım. Ülkemizin kuzeyinden gelen bir arkadaşım var. Kahvaltıda yan yana oturmuştuk. Konu uçak yolculuğuna geldi tabi. Ben ilk defa bineceğimi ve çok heyecanlı olduğumu söyledim. O da daha önce hiç uçağa binmemiş. Ama o endişeliydi. Yüksekten korktuğunu, küçük, kapalı yerlerde bulunmaktan rahatsız olduğunu söyledi. Gideceğimiz yerin uzaklığını ve içinde bulunduğumuz şartları düşünürsek, uçağa binmekten başka şansının olmaması da üzerindeki baskıyı arttırıyordu.
Uçağa bütün bölük, eksiksiz binmiştik. Ama bu yolculuğun hiçbir heyecanı kalmamıştı benim için. Kuzeyli arkadaşım, korkusuna yenik düşüp ben binmiyorum deyince, zaten sinirli birisi olan çavuşumuzun tepesi attı. Sonunda arkadaşım uçağa bindi ama açıkçası bunun farkında mıydı bilemiyorum. Çavuşun bu davranışını hak etmiş miydi? Elinde olan bir şey de değildi aslında. Korkuyordu sonuçta. Başka bir yolu yok muydu? Tanık olduğumuz olaylar hepimizin tadını kaçırmıştı. Duygulara yer olmayan bu görevde, bizden beklenen sorgulamadan emirlere eksiksiz itaat etmemizdi.
Çavuş: ‘Kısa bir yolculuk olacak. 2 saat sonra oradayız.’
Çavuşa yanıldığını söylemeyi çok isterdim. Yanılıyor çünkü 3 aydır buradayım, hayatımda hiç görmediğim bir düzende yaşıyor ve adına askeri eğitim dedikleri eziyeti çekiyorum. Tek öğrendiğim burada zamanın çok ama çok yavaş geçtiği. Einstein, eğer sürekli ışık hızında ilerlersek zamanın bizim için daha yavaş geçeceğini söylemiş. Bunu formüle etmiş miydi? Hangi değişkenlere bağlıydı şimdi hatırlamıyorum ama benim formülümde ‘eziyet’ çarpan olarak yer alıyor.
95. Gün
Binbaşı: ‘Artık eğitiminizi tamamladınız ve göreve hazırsınız. Önümüzdeki günlerde operasyona gönderileceksiniz.’
Farklı bir birliğe geldik ama bana hala eğitim aldığım yerdeyiz gibi geliyor. Her şey birbirine benziyor: Aynı binalar, aynı düzen, aynı yemekler… Burada farklı bir şey varsa o da tedirginlik. Komutanlarımız sürekli gideceğimiz operasyonlardan bahsediyorlar. Nelere dikkat etmemiz gerek, kim neden sorumlu olacak, ne nasıl olması gerekiyor… Önceki birlikte aldığımız tüm askeri eğitim boyunca, burası ile ilgili anlatılanlar sanki bir hikayeden ibaretti.
Gerçek olduğuna inanmak zordu. Şimdi buradayız ve gerçekten bir operasyona katılmak üzereyiz. Artık hataya yer yok, artık karşımızdakiler eğitim malzemesi veya hayali bir figür değil. Korkmalı mıyız? Ne olacağını bilmemek garip. Eğitimdeki gibi her şey yolunda mı gidecek? Yine taş evin arkasından dolaşıp pencereden içeriyi kolaçan etmem mi gerekiyor? ‘İçerideki hedefleri etkisiz hale getir!’ Bunun öldür demek olduğunu bu sefer anlayacak mıyım? Yoksa maketlere ateş eder gibi gerçek insanlara da ateş edebilecek miyim?
Olayın ciddiyetini kavramak zor. Bu zamana kadar hep filmlerden izlediğimiz savaş sahnelerinin birer oyuncusu olduk. Daha 3 ay öncesine kadar silah tutmuşluğum yoktu. Burada böyle bir göreve geleceğim hiç aklıma gelmezdi. Askeri eğitim ve bir silahla şimdi asker mi olmuştum. Hedefleri etkisiz hale getirmek, öldürmek demek!
107. Gün
Gece nöbet tutmak kadar kendimle yalnız kaldığım bir an olmamıştı şimdiye kadar. Sivil hayatta bu sessizliği bozan bir şeyler hep çıkar. Ama şimdi çıt yok. Bu kulenin tepesinden görebildiğim, önümde uzanan düzlük ve devamında karanlığa gömülmüş bir silüet olarak karşıma çıkan Pante dağı. Coğrafya dersinde hep adı geçerdi. Ülkemizin 2. en büyük dağı. Bu bölgede kışlar sert, yazlar kurak geçer.
O zaman ne işime yarayacak bu bilgiler derdim. Pante dağına komşu olacağımı nasıl bilebilirdim. En azından komşumu az da olsa tanıyorum şimdi. Sessizlik üstüne bir teori geliştirdim: Sessizlik ne kadar derin ve uzunsa, insanın düşünceleri o kadar artıyor ve iç sesi hep daha çok konuşuyor. Belki beynimin işidir bu: ‘Yalnız kaldı, ben konuşayım da çıldırmasın’. Issız bir yerde inzivaya çekilen insanları daha iyi anlıyorum şimdi. Sessizlik, iç dünyana yolculuk, dünyadan soyutlanma; bu ortamda bir şeyler olur mutlaka, belki aradığını da bulur insan. Ama kim gider ki, kimin aklına gelir böyle bir şey.
Günümüzde böyle yapanını hiç duymadım. ‘Ben gidiyorum. Güzel bir dağ buldum, orada inzivaya çekileceğim. Sorunlarımı çözüp, dünya barışı hakkında düşünüp geleceğim’. Eve döndüğümde bununla ilgili bir iş mi kursam acaba: ‘Hayatınızı gözden geçirin, sorunlarınızı kendiniz çözün, inzivaya çekilin.’ Bir de ‘Beş yıldızlı tesisimizde sessizliği yeniden keşfedin.’ gibi klasik laflarla da süslersem tamamdır bu iş. ‘İnzivaya Yolculuk’ , ‘İnziva Turizmi’…
122. Gün
Bu hafta herkeste bir gerginlik var. Günlerdir hepimizi huzursuz eden bekleyiş sona erdi; operasyon zamanı geldi. Operasyona katılacakların listesi öğleden sonra asılacak. Görev dağılımı da orada yazacakmış. Hayırlısı, bakalım benim bu sahnede rolüm var mı göreceğim.
‘Bölgede güvenlik hattı oluşturmak üzere gerçekleştirilecek operasyonun görev dağılımı.’
250 kişilik listede ismi olmayanlar, rahatlamış bir şekilde panonun önündeki kalabalığı terk ediyor. Ben de kendime bir yer bulup listeye bakmaya başlıyorum. İsmimi bulmam çok uzun sürmüyor. İtiraz gibi bir şey olmadığı için, neden ben listedeyim diye düşünmekten çok ismimim yanında yazan görevi düşünüyorum: Güvenlik hattı birimi. 122 gündür burada olmanın verdiği bilgi birikimiyle, operasyon alanında aktif bir şeyler yapacağımı anlıyorum. Ama ne yapmam gerekiyor bilmiyorum açıkçası. Altta biz seçilen askerlerin hazır bulunmasını emreden operasyon brifingi bile beni rahatlatmıyor.
Yüzbaşı: ‘Evet arkadaşlar, ilk operasyonunuza katılmak üzeresiniz. Bugüne kadar aldığınız eğitimleri, öğrendiklerinizi sakın unutmayın. Emirlere aynen uyarsanız her şey planlandığı gibi gider ve bir sorun yaşamazsınız. Gitmeden önce yapmanız gereken ilk şey, size vereceğimiz ekipmanı almak. Operasyon gece yapılacağı için üzerinizde parlak bir şey olmasın, çakmak, saat gibi her türlü eşyanızı burada bırakın. Operasyonun amacı, bölgede oluşturacağımız güvenlik hattı sayesinde geçişleri önlemek. Bunun için 200 metrelik aralıklarla bölgeye 200 asker yerleştirilecek. Kalan 50 asker de destek ve organizasyon işleriyle ilgilenecek. Bölgeye yerleştirilecek askerlere kesin emirdir: Kesinlikle ne olursa olsun bulundukları noktayı terk etmeyecekler. Kesinlikle yakınındaki askerle konuşmayacaklar. Sabit ve ateşe hazır bir şekilde bekleyecekler. Herhangi bir şeyle karşılaşırsanız tereddüt etmeden ateş edin. Yoksa sadece sizin değil bütün arkadaşlarınızı dolayısıyla operasyonu tehlikeye atmış olursunuz. Sizleri araçla bırakıp, operasyon bitince de yine araçla alacağız. Ne olursa olsun yerinizi terk etmeden, tetikte bizi bekleyin.’
123. Gün – Gece
Yine aynı sessizlik. Bu sefer araçta 25 kişi olmamıza rağmen. Umarım hep böyle sessiz geçer de sağ salim geri döneriz.
Nöbette gibi aslında. Sadece kule tepesinde değil de yerde yatıyorum, karargahta değilim de dağın tepesindeyim. Sevgili komşum Pante dağını ziyarete geldim ben. Biraz laflayıp, sabah olunca geri döneceğim.
Her yanım uyuştu. Kıpırdayamıyorum ki. Aldığım emirlerden çok, ses çıkarmaktan korktuğum için galiba. Arada bağıran cırcır böceği veya bir baykuş gibi özgür olmak isterdim şimdi bu sessiz gecede. Bir tek onlar bozabiliyor korkmadan bu sessizliği. En çok da elim uyuştu. Parmağım hep tetikte, hiç oynatmadım geldiğimden beri. Kaç saattir buradayım acaba? Ne kadar kaldı sabaha? Çaresiz beklemek zorundayım.
Kulede nöbet tutarken hiç olmazsa biraz ışık vardı. Burada zifiri karanlık ne demekmiş anladım. Gözlerim bir türlü alışamadı bu ortama. Bir tek iç sesim formunu kaybetmedi sanırım. Geldiğimden beri konuşuyor…
Şu cırcır böcekleri hiç durmaz mı? Yetti artık sussunlar biraz. Hiç uyumaz mı bunlar?
Karartı! Tam önümde!
Bu gece yaptığım tek hareket o karartıyı görünce tetiği çekmek oldu. Silah sesi yankılandı, sonra karanlıkta kayboldu. Başka bir ses duyulmadı.
Korktum.
Evet, öyle korktum ki karartı belirir belirmez hiç düşünmeden çektim tetiği. Silah sesi kaybolduktan sonra ne gördüğümü, ne vurduğumu, aslında vurup vurmadığımı, öldürüp öldürmediğimi düşündüm. Buna hakkım vardı. Vatanımı, sevdiklerimi savunuyorum. Bunun için askeri eğitim aldım. Görevimi yerine getirdim. Bana bu görevi verenler… Nasıl karar verdiler? Tehdit neydi? Yapılması gereken bu muydu? Kimi kimden koruyorum. Ateş ettiğim peki. Ona ne söylenmişti? Onun burada olması… Onun için tehlike neydi? Onun için karar verenler… O da ateş eder miydi hiç düşünmeden?
138. Gün
Karanlıkta koşuyorum nereye gittiğimi görmeden. Önümden belli belirsiz şeyler geçiyor ama ben anlayamıyorum ne olduklarını. Hızla koşuyorum, durmayacakmışçasına. Garip, herhangi bir yorgunluk da hissetmiyorum. Sanki sürekli koşabilirmişim gibi. Yamaçtan aşağı yuvarlanan kaya gibiyim: Hızlı ve kontrolsüz. Önüme bir şey çıksın da durdursun beni artık. Böyle nereye gittiğimi bilmemek korkutuyor beni.
Bu zifiri karanlık içinde, tek bildiğim beyaz topraktan bir yolda koştuğum. Beyaz toprak yol önümde uzanıyor karanlığın içine. Bu kadarını görebiliyorum. Durmak istiyorum artık. İleride, yolun kenarında birisi duruyor sanki. Yaklaştıkça belirginleşiyor. Önce boynuzları, sonra kafası görülür hale geliyor. Yola çıkıp çıkmamaya tereddüt ediyor.
Boynuzlarıyla benim boyumu geçen bir geyik bu gördüğüm. Gözüme o kadar büyük gözüktü ki sanki yanına gitsem gözlerine bakmak için kafamı kaldırmam gerekecek. Bana bakıyor, süzüyor beni. Göz göze geliyoruz. Yıllardır bu ormandayım, sen de kimsin der gibi. Yanından geçerken önüme atılıp, boynuzunu savuruyor. Kendimi boynuzları arasında buluyorum. Sanki vücuduma tahtadan bir uzuv ekleniyor ama vücudum bunu reddediyor.
Karnımı delip geçen boynuzları ucunda yükseliyorum. Geyiğin boyu konusundaki tahminlerim kendini doğrularcasına etraftaki manzarayı gösteriyor bana. Hızla savruluyorum. Koşarak geldiğimden her şey bir anda oluveriyor ve zıplıyorum birden yatağımda.
Geyikle ilgili kabuslar görmeye devam ediyorum. Her seferinde intikamını alıyor benden. Ben onu bir kere vurdum. Ama o beni hemen hemen her gece öldürmeye çalışıyor. O gece ateş ettiğim bir insan olabilirdi ama neyse ki bir geyikmiş dememi önlemeye çalışıyor sanki. O kurşunların sorumlusu bir tek benmişim gibi, sadece beni suçluyor. Onları bana veren ve kullanmamı söyleyenlerin suçu yok mu? Onlar seni hiç düşünüyor mu acaba, komşum Pante dağında yaşayan kocaman geyik, affet beni.
Korkuyorum anne al beni içine,
Alışamadım anne al beni yine.
Büyüdüm anne evler büyüdü,
Büyüdü pabuçlar yollar büyüdü.
Orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar,
Silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar.
Yat diyorlar anne kalk diyorlar,
Beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar.