Üç yakın arkadaş güle eğlene gezdiğimiz geçen gün, önünden geçtiğimiz bir dükkan ilgimi çekti. Aslında kenarlıklı antika tarzı bir tepsi ve karaflarla kadehlerdi aradıklarımız. Dışarıdan bakıldığında, tam olarak ne üzerine çalıştığını anlamak pek de mümkün olmayan bir dükkan. Belki de ilgimi çeken buydu. Merak…
Merakımın devamına yöneldiğimde, arkadaşlarım da aynı şeyi fark etmişler ve takibe geçmişlerdi bile beni. Şöyle bir vitrine, sonra da dışarıda sergilenen değişik bir sandalye, çok süslü, işlemeli birkaç uzak doğu tarzı tabureye bakarak dükkandan içeri girdim. Bir anda ne yöne bakacağımı şaşırdım. Şaşkınlığım her adımda, ‘aaa hadi canım’ nidalarına dönüştü. ‘Bu kadar da olmaz!’ inanamamıştım gerçekten nasıl da yığınlar dolusu eşya. Her şey garip bir biçimde istiflenmiş, ya da öylece konulmuştu bir yerlere. Ama tozlu yerlerinde olmaktan ve böyle sergilenmekten mutsuz görünmüyorlardı. Tüm bu karmaşaya ve yığınlar dolusu eşyaya hayretler içinde bakınırken bir yandan da içeri karanlığa doğru seslendik. ‘Kimse yok mu?’ İçeriden bir ses; ‘Var, gelin, gelin!’ oldu. Dükkanla uyum içindeki bir adam hafif alaycı bir tebessümle selamladı bizi. Biz de, ‘amca burası nasıl bir dükkan, siz eski mi satıyorsunuz?’ diye cevapladık. Amca; ‘eski, yeni her şey bulunur bu dükkanda’ diye cevap verdi. Biz, aradığımızın bir tepsi ve birkaç karafla, kadehleri olduğunu, aslında antika bir şeyler aradığımızı söyledik. Haa o zaman geçin dükkanın arkasına diye bizi karanlık arka tarafa doğru ışığını yakarak yönlendirmek istedi. Birbirimize bakıp tereddüt ettiğimizi görünce de, ‘ne oldu, görmek istemiyor musunuz?’ diyerek davetini yineledi. İçeri doğu yönlenirken, şaşkınlığımız aynı nidalarla devam etti.
Mustafa Horoz Amca

Her iki arkadaşım da ondan aşağı kalır değildi. Birisi takılara, diğeri antikalara yöneldi ve horoz amcayı; ‘şu kaça, bu kaça?’ sorularıyla bunaltamadılar. Horoz Mustafa, her soruya esprili yanıtlar vererek bizleri kahkahalara boğuyordu. Bu arada her soruya defalarca aynı cevapları veriyordu. Cevaplarında hep bir alaycı tavır, kendince bir uslup kullanıyordu. Her cevapla bizi kendi üzerinde düşünmeye itiyordu. Bunca malı üzerinde bir tane bile etiket olmadan nasıl akılda tutabilirdi? Kendisine aynı soruyu sorarak; ‘Sen nasıl bir insansın Mustafa Amca?’ dediğimde, bana eliyle ‘gel’ işareti yaparak eşyaların arkasına itilmiş eskimiş, tozlu bir çerçeveyi gösterdi. Çerçevenin üst kısmından içimden okuyabildiklerim, bir anda teyit misali dışıma taştı. Ben okudukça O, kafasıyla; ‘yaa, yaa’ der gibi başını sallıyordu keyifle. Çetin Altan bir köşe yazısında bu ilginç adamdan söz ediyordu. Ne kadar kendine münhasır bir şahıs olduğundan tutun da, dükkanındaki tuhaflıklarına, henüz size anlatamadığım kedisine kadar.
Bu yazıyı neden yazıyorum? Horoz Mustafa Amca beni, ‘İnsan nasıl bir varlık böyle?’ diye düşündüren insanlardan biri olduğu için. Bu sıradışı adam, kedisi ve kendisiyle bütünleşmiş dükkânında, yine kendine özgü yaşayan ender insanlardan biri. Bu adamı merak ediyorsunuz… Yaşını sorduğumda yine kendi üslubuyla; ‘yirminin üzerine elli iki ekle bakalım’ diye cevaplıyor sorumu. Hiç de öyle göstermiyor oysa. Yaşına en fazla 60 denilebilecek dinçlikte ve çeviklikte bu ilginç adam. Zaman öyle bir zaman ki, çocukluğumuzda yaşlı diyebileceğimiz altmış yaş, artık, olgun, bakımlı beyefendileri aklımıza getirir oldu. Horoz amca da tüm o pespaye görünümüne rağmen ancak bu kadardır diye düşünebildiğim biriydi aslında.

Bize de olduğu gibi, güzel şeylere ilgisini bakışlarına yansıtan, çeşitli alışveriş hilelerine, ağız oyunlarına gelemeyen bu dik adam, gözlerinde zeka kıvılcımlarıyla, müşterilerine müşteri eklemeye devam ededursun, ben de onun müşterileri arasına girdim bile. Gönül alışverişi bizimki… Dükkanından ayrılırken, böyle bir insanın varlığından çok etkilendiğimi, kendisini tanımaktan çok mutlu olduğumu ifade ettim. İyi ki varsın Mustafa Horoz Amca. Bakarsın seninle ve antikalarınla ilgili merakım, okuyucuların da merakıyla yeni yazılarda buluşur.




