Her zaman bir amacımız vardır. Yemek, çalışmak, kazanmak, daha çoğunu elde etmek, mutlu bir gelecek yaratmak, kendini bulmak, varlığını ispatlamak ve uzar gider listemiz.
Amaçlarımız, kendi içinde farklılıklar yaratır. Yaşamak için yapmamız gereken ve aslında birer amaç olan beslenme ve barınma çabalarımız; hayatta kalmak için verdiğimiz mücadelenin sonucudur.
Evet, su içmek bir amaçtır;
Su içmenin bir amaç olduğunu söylesem, sanırım gülersiniz böyle bir amaç mı olur diye? Evet, su içmek bir amaçtır; hayatta kalma amacıdır. Kendini topluma kabul ettirme ve onaylanma için geliştirdiğimiz teknikler, öğretiler, bilgiler, eğitimler ve bir yığın bilgi kümesi içinde artan Ben‘lik hallerimizi ileriye taşımak için ortaya çıkan amaçlarımız da var.
Nesrin Buzdugu:
Amaç ve amaçsızlık… Kainatta yaratılan her canlının doğası gereği görev edindiği bir amacı ve bir sonu vardır. Doğa, amacına yönelik işlemeyeni kendi içinde yok eder. Asla tembelliğe tahammülü yoktur, her şey dakik, ilahi plan ve projeye göre işler… İsviçre’de yaşadığım için gözlemlediğim en ilginç olgu; amacı olan insanların, olmayanlara nazaran daha fazla yaşadıklarıdır. Plan ve programlı yaşadığınızda, içinizde oluşan yaşam fitili sürekli yanar. Sıcak kalır, sizi tetikler, yapmak istediklerinizi hatırlatır.
Amaçsızlık ise; bezginliği, mutsuzluğu, kaderciliği seçer. Amaçsızlık da kimileri için bir amaçtır. Bir son seçmiştir; tükenmeyi beklemenin acizliğidir. Amacımız, farkındalığımızı geliştirmek olmalı. Bilinçli ebeveynler yetişmeli, çocuklarımızın sadece karnını değil, ruhunu da doyurmalı.
Onlara kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalı, en değerli hediyeleri kitapları olmalı. İyi yetiştirilmiş bir insan, zaten daha çocuk yaşlarda amaçlarını bir bir ortaya koyacaktır. Bizim ülkemizde aileler, çocuklarından çok şey beklemekteler. Onların yetişkin birey olduğunu kabullenemez, üzerilerinde hakimiyet kurmak ve hayatlarına müdahale etmeyi amaç edinirler. Bu da kişilik zedelenmelerine yol açabilir.
İnsan kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle alay etmeyi, kısaca bu evreni yaratanın yarattıklarına hoşgörülü olmayı amaç edinmeli.
Maddeyi manadan ayırmalı, önceliklerini belirlemeli, spiritüelliğe yönelmeli, kainatla barış içinde olmalı. Olmalı ki; sona yaklaşıldığında tevekkül ile Hak’ka huzur içinde teslim olunsun…
Bagatur Han: İlim hayattır ve yaşamaktır.
Geçmişin tecrübe, bilgi ve birikimlerinin harmanlanmasının daha da ötesinde; kaynayan kazanın kapağına yapışan damlalarından elde edilen iksirdir. Ve bu iksire hayatiyet gözü ile bakanlar; daima kazanın da, içinde kaynayan suyun da bir amaç değil, araç olduğunu hissedenler; ana caddenin amaç, ona varan sokaklarınsa araç olduklarını tezahür ederek yaşamlarında mefküresecekler. Ve bu da kendince kendilerinin amacı olacaktır.
Beyazıt Parlak:
Amaçlarla araçların ayırt edilmesi önemlidir. Araçları amaç olarak görmemeliyiz. Bu dünyada yaşamımızı devam ettirebilmemiz için yapmamız gereken yükümlülüklerimiz vardır. Bir de diğer alemde saadet içinde olmamız için yapmamız gereken sorumluluklarımız vardır. Mutlu olmak yada saadetli bir hayatımız olması için gayret etmeliyiz. Mutluluk yada saadet amaçların amacıdır.
Bütün eylemlerimizin bizi ulaştırmasını istediğimiz nokta tam olarak da burasıdır. Cenneti bile cennet olduğu için istemeyiz; mutlu, saadetli olmak için isteriz. Bu dünyada bedeni lezzetler vardır, zatından dolayı istediğimiz bir de sıfatı kemaliye vardır; yetkinleşmemiz, öznemizi tamamlamamız için lazım gelen. İster tensel, isterse tinsel hazlar olsun; hepsini saadet için isteriz. Amaç, ulaşmak istediğimiz zaferdir.
İçimizde hiçbir tereddüde yer bırakmayacak kadar kararlı olmalıyız, bizi kararımızdan uzaklaştıracak her şeyden uzak durmalıyız. Kuşkusuz, tereddütsüz bilmemiz ve inanmamız; kararlılığı doğurur. İnsan düşünen bir varlıktır. Bir isteği, niyeti yerine getirmeden önce düşünür (ahlakın süzgecinden geçirerek düşünmek), çözüm yolları arar ve karar verir. Eyleme geçer, başkalarının hakkına tecavüz etmiyorsa bu kendisine neşe huzur verir.
Bilgi artı eylem inançtır, inanç da umuttur. Umudunu kaybeden insan; inançsız, amaçsız insandır.
İnsan; umutsuz, amaçsız yaşayamaz. Amaç eylemdir, amaçsızlık eylemsizliktir. Kendi kendini iç zindanlarına hapsetmektir. Karanlığın prangalarıyla, ışıktan uzak çaresi ve acı içinde… Bu da düşük enerjili varlıklar tarafından kullanılmaya açık hale getirir. Okuyarak inan, inanarak düşün, düşünerek yaşa, yaşayarak yücel. Sevgiler.
Serdar Ural:
Yaşamaktaki asıl amaç; insanın kendisini bulmasıdır diye düşünmekteyim. Kayıp olduğumuzu düşünmek çok doğru olmaz. Kendimizi arayışta olduğumuzu da ıskalamamak gerekir fikrindeyim. Her insanın bu dünyaya geliş nedeni olduğu varsayımı ile yola çıkarsak; herkesin bir misyonu olması lazım sonucuna varabiliriz. Eğer öyle ise; amacımız misyonumuzda gizliyse, kendimizi bulmayı amaç edinirsek, misyonumuzu, misyonumuzun içinde kendimizi bulabiliriz diye düşünmekteyim.
Amaçsızlık pozisyonunda olmamız; hazırlıksız, uyanamamışlık, atalet, ateşin çakmamış olması halinden kaynaklanıyor olabilir .
İnsan (varoluş); gerçek amacı için, arayış sürecinde veya amacını gerçekleşme yolunda yürürken/koşarken/uçarken yorulmaz. Ancak, amaçsız olduğunda maddi ve manevi her hücresiyle ve ruhunun her köşesiyle yıpranabilir. Sevdiğimiz ve istediğimiz her şeyi yaparken hiç yorulur muyuz? Ya tam tersi durumda akşam olsa da gün bitse deriz. Çünkü işin aslında biri pozitif enerjidir, diğeri ise negatif enerjidir. Amacınıza ulaşmanız için özünüze yapacağınız yolculukta Sonsuz Sevgilerimle.
Mucella Ülger Turan:
Amaçsızlık, ruhun yorgunluğu. Amaç da; en hayatın içindeyim daha çok yapacak şeyim var.
Hülya Özdemir:
Aslında tek amaç; herkesin insan olduğunu kabullenip, tekamül yolunda ilerleyebilmek, teslim olmanın huzuruyla yaşayabilmek… Ne yazık ki insanlar yollarını kaybetmiş gibi; bazıları sadece unvanlarına yapışıp kalmış, bazıları sadece para için işine, bazıları da hayatın karmaşası içinde hiçbir şeyin farkında değil…
Amaç; bütüne ait olmak, aslında hepimizin beraber oluşturduğu bütünlüğü fark etmek… Kötü olmasaydı iyiyi anlayamazdık, çirkin olmasaydı güzeli fark edemezdik… Her şey zıttıyla beraber dünyada… Bugün çok kızdığımız insanlar sayesinde büyüyebiliyoruz, farkındalıklarımız artıyor ve sevmeyi öğreniyoruz.
Bizim gözümüzle görsün istiyoruz karşımızdaki de, mümkün mü? Değil tabi ki. Biz belki mor rengi seviyoruz, herkes sevsin istiyoruz, bu da mümkün değil. İşte biz de mor rengi sevenleri kendimize yakın görüyoruz, bizim gözümüzle görebildiğimize yakın şeyleri görenlerden bir çevremiz oluyor zamanla… Ama gökkuşağına bakın, tek renk mi? Tüm renkler varsa gökkuşağı oluyor, tek renk değil…
O yüzdendir ki; her şey bütün halinde güzel. Amacımız iyi insan olabilmek ama bunun için araç olan şeyler var tabi ki de… Para mesela, çok olursa olmayanla paylaşabilmek; bir insanın acısında yanında olup zamanını paylaşabilmek; anlayışlı olabilmek; bir parça simidini paylaşabilmek… Sinirliyken bir insana anlayışlı davranabilmek, neşeliyken onun kadar sevinebilmek… Liste uzun.
Araçlar, amacımız yerine geçerse, tehlike o zaman var. İşte orada bütünlüğü kaybediyor, tekrar benlik ve ego savaşına düşüyoruz.
Amaçlarımız değiştiği için, iç huzur ve tekamül süremiz de gecikiyor. Herkesin amacı bir olabilmek olsun diyorum ve herkese hayat denen bu karmaşık düzende göremediğimiz yolları bulmamız için şans diliyorum. Herkese kolay gelsin. Kalbimiz en büyük rehberimiz diyorum, sevgiyle.
Süleyman Çiçek: Amaç, yaradılana verdiği hayat için bir şükrandır…
Ve o gün, müddet doluncaya kadar, güzel amaçlarımız olmalı ve zor imtihanları fark edip yaşarsak; mutluluk belki zor ama ödül kesin bizimdir. Tabi dünyada değil ebediyette.
Duygu Aktan:
Eylem düşünceyle başlamıştır ve bu amaçtır. İyi ya da kötü tüm enerjilerle hedefe doğru yol almıştır. Başkaları, bu oluşumdan habersiz diye kişiye amaçsızdır diyemeyiz.
Hiçbir şey yapmadan otursa da amacını düşünceleriyle yaratıyordur.
Kendine geri döndüğünü fark ediyorsa bilinçlidir ve amacını oluşturmuştur. Yaptıklarını gösterip alkış almak egoyu besleyip şişirse de, varlığıyla var olabilmektir. Amaç ve amaçsızlık diye bir şey yoktur. İnsan düşünüyorsa hep vardır, yaratıyordur.
Tuba Hatem:
Yaşamak! En güzel amaç. Ama yaşarken; herkes, geldiği sosyal-kültürel ortamlara göre farklı yaşıyor. Aileden, çevreden, eğitimle aldıklarımız derken, bir de kişiliğimiz tabi ki adımlarımızı şekillendiriyor. Sabahları günü karşıladığımızda ne düşünüyoruz? Ne hayal ediyoruz? Gelecek planlarımız nedir? Ya da hepimizin oturmuş planları var mıdır? Amaca yönelik hareket etmek o kadar kolay mı ki? İster istemez, zaten topluma ayak uydurmak zorundayız; model kalıpları seçmek durumundayız. Ama bunlar herkes için aynı değildir, herkesin dünyasında farklı şekillenir. Yaşamak! En güzel amaç.
Amaçlarımıza sadık kalmak, ne kadar çok istediğimizle ilgilidir. Bireyler, istediklerini yapmak için uğraşırlar kanımca. Ancak o zaman bile, kişilik bile devreye girer. Mücadele edebilir mi herkes amaçları için? O kadar donanımlı ya da sabırlı mıyız? Hayat, tavır almaktır! Akışa da çok direnmemek gerekir diğer taraftan. Amaç olduğunu düşünmediğimiz şu hayatta, her şeye anlam veren biz değil miyiz?
Hayatı devam ettirmek için gerekli demirbaşlar dışında. Maddi kazançlar dışında, güzel amaçlarımız değil mi asıl hayatın renkleri? Tabi standartlar da belirliyor bu durumda bir oranda amaçlarımızı. Hobilerimiz , seyahat mekanlarımız, yatırım planlarımız hatta bunları düşünebilme ihtimali maddi temellerle şekillenebilmekte. Hepimizde var bunlar elbette. Ya diğerleri peki?
Kendine başkalarını küçük de olsa mutlu etmeyi amaç edinmiş kaç insan vardır? Güzel bir hayal oluyor mu göz önüne geldiğinde bize ? Gülümseyen başka yüzlerle de tanışmak, kaçımızın beyninde şekillenir?
Egolar zaten kendine odaklıdır. Herkes kendini sever, aklını sever. Aklıyla bir şeyler yapmaya çalışır. Sosyalleşip daim olabilmek için amacı kendisidir egonun hayatta. Oysa aslında hepimiz bütünün parçaları değil miyiz? O tabloya bir şey katmayı düşündük mü peki? Amaç edindik mi bunu?
Bunu yapabilmek için önce bireysel savaşımızı tamamlamış olmamız gerekir içimizde. Önce kendi içimizde bitireceğiz şekillenmeyi daha sonra sosyal amaçlarımız olacak. Peki bu kadar çok amaç varken neden boşluktayız deriz bazen? Neyin boşluğudur ki bu? Farkında değiliz o zaman amaçlarımızın, amaçsızlığımızın. Amaçsızlık sağlıklı bir beyinde barınamaz bile. En uç noktası dünyevi nimetlerden faydalanmamaktır ki onda bile ayakta kalma mücadelesi vardır.
Teslimiyet kalben olabilir, kapitalist dünyada teslimiyetçi zihniyet bireylere kayıplar verir. Amaçlarımız olmalı ve uyumla şekillenmeli. En kötü amaç bile amaçsız olmaktan güzeldir. Zaten hepimiz kaybolmuyor muyuz bu kalabalığın içinde? Bir bakıma ister istemez amaçsız olmaya mecburken bir de düşünmeden yaşamak kendimize vereceğimiz en büyük ceza olmaz mı? Seviyorum amaçlarımı…
Zeynep Alan Sevil Güven:
Amaç, tekamülün tohumudur. Kişi için bir amaç olmaması; onu, ağaç altında uyuyup acıkana kadar hiç bir şey yapmayan, güçlü ve gelişime doğrudan hiç bir katkı sağlamayan aslan haline dönüştürür.
Bununla birlikte amaç; tekamül için araç olmaktan çıkıp, güç kazanmak ve böylece kendi eksiklerini örterek yükselmek için kullanıldığında gerçek bir silaha dönüşür.
Öldüren, yıkan, kıran bir amaç için ne söylenebilir? Belki onun da tekamüle hizmet ettiğini, kırılmadan anlamayan biri için gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Böylece hayrın ve şerrin BİR olduğunu anlamak kolaylaşır.
O zaman ortaya şu soru çıkar:
Hala düşük titreşimli enerjilerden öğrenerek tekamül etmeyi mi seçiyoruz? Yanıt Evet ise (ki buna da % 100 Evet) kimsenin kimseden şikayet etme hakkı kalmaz. Yanıt hayır ise, ne yaparsak bunu değiştirebiliriz? Amacı yeniden düzenleyerek…
Amacımız, hem takamül etmek hem de bunu yüksek titreşimli enerji ile başarmak olduğunda, yapılacak ve yolu kısaltıp işi kolaylaştıracak bildiğim en kısa yol; var Ol’an her şeye % 100 Evet diyen, hala başkalarının düşük titreşimli yolu seçme özgürlüğünü kabul ederken, herkese yüreğinde derin bir yer vermektir.
Peki amaçsızlık nedir? Kişinin dünyaya küsüp, tüm umutlarını yitirmiş olduğu haldir. Apatidir. Zordur çünkü depresiftir. Sonu çoğu zaman kızgınlık ve kırgınlıkla ortaya konan, kırıcı, dökücü bir eylemle gelir. Pişmanlık yaratır ve karma açar…
Nerede amaçsız birini görseniz, ona mutlaka sevgi ve şefkatle yaklaşıp, onun hayata bağlanması için gayret ediniz.
Unutmayın, dışarıda hiç bir şey var ve gözünüzün ucuna da değdiyse, olan her şey içinizdeki bir şeyin yansımasıdır.
Cenk Turgut:
Neden bir sonuca ulaşmak ister insan ve neden her şeyi bırakıp amaçsız bir yaşama teslim eder kendini?
İnsanoğlu, tekamül okullarından sadece bir tanesi olan bu mavi gezegene, sancılı doğum ile birlikte gözlerini açtığı andan itibaren; benlik ve ben merkezli bir yaşamın içinde bulur kendisini… Bir yığın amaçlar içinde, amaçsızlıklarla ve yalnızlıklarla dolu hayatın getirisinde; hayata tutunma, kendini topluma kabul ettirme çabaları, bilgiler, eğitimler ve yükselen bir yığın BEN’lik egosu…
Bu kısır döngüdeki amaçlarla, aslen amaçsızlıklarla bütünleşmiş, oradan oraya koşuşturan, yürüyen yalnızlıklar ve acı çeken ruhlar… Gerçekten de doğru olan amacımızın ne olduğunun farkında mıyız?
Evet su içmek bir amaçtır, hayatta kalma amacıdır. Her canlı varlık gibi fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan insanoğlu; er geç bir gün yaşamın içinde belirli bir zaman sonra, kendi içselliğinde, kendi özünde, ruhsal evriminde amaçsızlığının farkındalığıyla ve özellikle asıl ait olduğu ruhsal plandan, yurdundan ve bilinç-şuur dünyasından bir takım içsel sesler duymaya başlar…
Ben kimim? Ben niçin varım? Ben sadece su içen, uyuyan, yemek yiyen sonra da ölüp giden basit bir varlık mıyım? vs. gibi içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başlar…
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar; insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır…
Bu uykuda yaşama durumu; insanın kendi ürettiği düşüncelerin ve yaptığı eylemlerin sonuçlarını kendi karşısında görünceye kadar devam eder. Çünkü farkında olmadığı bir başka yasa olan sebep-sonuç yasası çalışmaktadır. Evrenin değişmez yasası, dharmaya uygun olmayan eylem ve davranışlar, biz insanlara karma adını verdiğimiz kötü enerji olarak geri dönebilmektedir.
Bu anlamda insanoğlu, kendisinin her an evrenle ve kosmozla ilişkili ve bağlantılı olduğunu asla unutmamalı ve amaçlarını da buna göre belirlemelidir… Eylem ve davranışlarımızda ki en büyük amaç ise ‘vicdan’ olmalıdır… Eski antik kadim mısır inisiyasyonun da ise vicdan ‘kalp ve kuş tüyü’ ile bir çok kez sembolizme edilmiştir…
Ruhsal bir uyanışa geçen ve seçme özgürlüğü doğrultusunda, süratle bilgilenerek kendini tanımaya başlayan insan; bir müddet sonra kendisini mistisizmin içinde bulur. Çünkü artık o, ‘ne ve kim olduğunu’, ‘nereden gelip, nereye gittiğini’ sorgulamaya başlamıştır. Bir süre, ego ve mistisizmi bir arada yaşar.
Daha sonra egodan kurtulması lazım geldiğinin bilincine varır. Ve kendi kendisiyle savaşa girer. Bu savaşın ona bir barış getireceğini inanmaktadır. Sonuçta girdiği bu yeni yolda, evrensel kanunların ışığında değişim ve dönüşüm geçirmeye başlar. Zamanla bencillikten uzaklaşarak, daha anlayışlı, daha sağduyulu, adaletli, hoşgörülü ve sevgi dolu, ışık dolu bir insan haline gelir. Asıl amaç ve hedeflerini belirler…
İçsel arınmanın ve bilgilenmenin getirdiği bu idrak ve farkındalık hali, kişiyi bir müddet sonra bütüne hizmet etmeye götürecektir.
Işık ve Sevgiyle
Ümit Murat Şen:
Amaç, hedeftir bir diğer anlamıyla. Ve hayata bir anlam kazandırmak isteyen her kişi; kendisine bir amaç, bir hedef belirler. Amaç için kullanılan her araçsa; yaşamın renklerini aynalar kendi hücre zarında.
Amaç, ‘kişi’ demektir bana göre. Kendi kişiliğini bulan, kendi varlığının bilincine nail olup, kendini tanıma şansını yakalamış insanlar; kendilerine bir amaç ve bir hedef belirler. Simyacı romanını okuyanlar bilir; kendi kişisel menkıbeleri için yola çıkan her insan, -niyeti ve sonucu pozitif olmak koşuluyla- alkışlanmayı hak ediyor…
Hani bir söz vardır; “Savaşmayan yenilmez; ama kazanmaz da…”
Amacı olmayan birine başka ne diyebilirim ki..
Diğer Yazı-Yorum Konuları