Teslimiyetin Rahminde Yeni Doğumlara

Neleri bıraktım dünde?

Bir kaç yaşam dolduracak kadar anı, insan, aile kaldı dünde. Parçası oldum, parçam oldular. Biterlerse, giderlerse ölürüm sandım her seferinde. Ve her seferinde yeniden doğdum. “Onu yaptım, bunu yaptım! diye sayıp duruyorsun da, hani elinde ne var?” diye sorgulamıştı eskilerden bir kocam. “İnsanlar!” deyivermiştim.  Çok kızmıştım bu soruya. “Sen ölüp giderken, gözünün önünden neler geçecek bilmiyorum, ama benim gözümün önünden o kadar uzun bir film şeridi geçecek ki, ölmeye vakit kalmayacak!” diye haykırmıştım.

Teslimiyetin Rahminde Yeni Doğumlara

Korkmayın, anlatmayacağım dünlerimi.

İnsanlar uzun hikayeler sevmiyorlar şimdiler de. Kalın kitaplar da okumuyorlar. Tek bir resim üzerinde, bir cümle yetiyor her şeyi anlatmaya. Şimdinin resmini çizmek isterdim ama böyle bir yeteneğim yok. Kelimeleri eğip, büküp, allayıp pullayacağım mecburen.

Türlü türlü yolculuklara çıktım.

Kısası var uzunu var. Anlamlısı var, anlamsızı  var. Hepsi bir çatal yolda bitti, bir yenisi başlarken. Aslında hep “bu yolculuk son!” diye umut ettim ama öyle olmuyor işte. Yaş ilerledikçe,  yeni başlangıçlar zorluyor insanı. Yürek çarpsa da, dizlerde derman kalmamış oluyor. Otomatik vitese bağlanıyor çoğu şey.  Daha az enerjiyle daha çok çözüm üretebiliyor insan.


Bir dolu kitap okudum, bir sürü çalışmaya katıldım. Dualar ettim geceler boyu, defalarca secdeye değdi başım. Saatler süren meditasyonlar de kesmedi yolların değişimini. Huzur bulabilmek için duyduğum, aklımın, gönlümün yettiği ne varsa denedim. Ve işte 21 Aralık 2012 ye çeyrek kala Can Yücel’in dizelerinde ki gibi, bana da dayattı yaşam;  hayallerim adına yaptıklarımı bırakıp geride, atlayıverdim bir bilinmezin içine.

Öyle bir noktasındayım ki ömrümün, önümde hiç bir yol yok gibi.

Havada asılı duruyor gibiyim. Aydınlanma dedikleri bu mu bilmem, çevremdeki her hareketin nereye gideceğini bilir gibiyim. Ancak değil evim, bir odam bile yok bugün.  Yoksunluğunu hissetmiyorum hiç bir şeyin zira insanlar biriktirmişim ben bütün bu yıllar boyunca, dost insanlar. Saran, kuşatan, koruyan, çözüm üreten.  Varsın adına güvence denilen hiç bir maddi zemin olmasın altımda, üstümde, sağımda, solumda. Dostlarım bana yeter.


Bunca yılın alışkanlığı içinde ürkek bir kedi yavrusu gibi hayaller kurmaya çalıştım önce. Hayatıma şekil verme konusunda hayaller. Sonra hatırladım birden, ben ne hayaller kurarsam kurayım, yaşamın bildiğini okuduğunu.

Onun bildiği benim bilgimden daha engin hem de.

Hiç aklıma gelmez şeyler çıkartıyor önüme. Eli, kolu benimkilerden daha uzun. Alıyor, veriyor, deniyor türlü türlü. Daha yukarıdan bakıyor manzaraya, benim buradan göremediklerimi, O, oradan daha iyi görüyor. Canımı yakıyor gibi görünse de, biliyorum ki, bildiğimi okursam, çok daha fazla yanacak. O sadece kendime zarar vermemi engelliyor.

İster yorgunluk deyin, ister teslimiyet ya da pırıltılı bir isim; aydınlanma gibi, ister başka bir isim bulun bu halime, kendimi onun programlarına teslim ederek, hayallerimi sonsuz genişlettim işte.  O kadar genişler ki, adları bile konulmamış henüz. Yüzümde Buda’nın hep aptalca bulduğum gülümsemesi var, üstelik gözlerimden yaşlar süzülüyor. İçime bakıyorum, buruk ama neşeli.


Maya takviminin bitmesine günler kala, evrenin sonsuz sevgisiyle, beni rahminde yeni doğumlara taşıdığını bilmenin tarifsiz hazzı içindeyim. Varsın adı olmasın duygunun.

‘Yeni’ Çağın Besini: Quinoa – Kinoa