Fikirler; durağan, bireysel ve dogmatik olduklarında tehlikeli hale gelebilirler. Çünkü gerçek; sabit değil dinamiktir. İnsanları birleştiren asıl şey; fikirler değil, duygulardır. İnsanlar asıl birleşmeleri; sevgide, merhamette, heyecanda, aşkta yaşarlar.
Fikirler ile yaşıyoruz, onlar olmadan insan olma özelliğimiz kaybolur ve diğer hayvanlar gibi sadece güdüsel kalırız. Fakat fikirler yaratılışı sırasında saf ve erkli olsa da, onu kullanan insanın elinde kutuplaşarak, bireysel amaçlar için sömürü aracı haline gelebiliyor.
Düşünme yetisi insanı insan yapan farklılıktır. Düşünen insan; bilimi, felsefeyi, toplumu, kültürü kendisi yaratıyor. Ve insan, dönüp yarattığı o kültüre, felsefeye, topluma köle oluyor sonra. Farkına varamıyor kendi yarattığının esiri olduğuna…
Son yıllarda “Gerçekte yaşayan şey nedir?” sorusuna verilen bir cevap var: “Yaşayan şey sadece fikirler ve öğretilerdir”.
Fikirlerin insanları buluşturma özelliği vardır. Oysa farkında mıyız ki; insanı birbirinden ayıran şey de fikirlerdir. Fikirler, düşüncenin ürünü olan yayılgan tohumlardır. Bir gün bir beyinde doğar ve bilince ekilirler. Bir kez ekilen bir fikir, hızla büyüyüp tüm dünya bilincini kaplayabilir.
Fikirler; durağan, bireysel ve dogmatik olduklarında ise tehlikeli hale gelebilirler. Çünkü gerçek; sabit değil dinamiktir. Ve insanları birleştiren asıl şey; fikirler değil, duygulardır. İnsanlar asıl birleşmeleri; sevgide, merhamette, heyecanda, aşkta yaşarlar. Duygular her anın içinde aynı sabitlikle yaşansa da yaşanmasa da birleştiricilikleri sürekli ve dinamiktir. Fikirlerden daha çok bulaşıcı hale gelmeleri ise onlara verilen izinle gerçekleşir.
Inception (Başlangıç) filmini izleyenler hatırlayacaktır; Cobb; uzun süre hapiste kaldıkları derin ortak rüyada mutsuz olan eşinin zihnine:
“İçinde bulunduğumuz rüya gerçek dünyamız değil ve eğer ölürsek asıl yaşamımıza uyanacağız.” fikrini tohumlayıp ekiyordu.
Cobb’un eşi, rüyadan kurtulup yaşama geri döndüklerinde; ekilen bu fikrin etkisinden kurtulamayarak, yaşamını sona erdirirse asıl hayatına ve çocuklarına uyanacağını düşünüp intihar ediyordu. Bu fikre o kadar inanıyordu ki, çok sevdiği eşini arkasından gelmeye ikna etmek için, ölümüne eşinin sebep olduğunu yazan bir de vasiyet bırakıyordu. Cobb; kendi ektiği bu fikrin sonuçlarından kurtulup evine ve çocuklarına dönmeye çalışıyordu. Ve kurtuluşunu da yine bir fikir tohumlamak ile sağlıyordu.
Kendi ürünü olan fikrin esiri olmak, tam da böylesi bir şey işte… Bir fikir aynı anda, hem hayatı kurtarabilir, hem hayatı yok edebilir. Belirleyici olan; her bir bireyde özgün farklılıklar gösteren insanın duyguları ve zamanın akışı içindeki sayısız değişkendir. An belirler her şeyi, anın içindeki özgünlük belirler.
Filmin içindeki fikirler ve rüya konusunda ilginç bilgiler, film işte deyip geçecek kadar basit değil. Ekilen bir fikrin tehlikeli olup olmayacağını önceden bilmek de imkânsız aslında. Bunu her birey için yaşanan anlar ve duygular belirliyor kendi zamanının içinde. Bu yüzden fikirlerin sabit olması da mümkün değil aslında, yaşamın naturasına bakarsak…
Eski bilgiler ve görüşler bir kültürde çökmeye başlarken insanlarda kaygılar oluşur. Korkunun gardiyanlığı bazen acımasızdır. Dünyanın döndüğünü söyleyen Galileo’yu yargılayan, İsa’yı ve Hallac-ı Mansur’u haça geren korku; fikirlerin değişmesine karşı koymaya çalışan kaygıdır. İnsanın kendi yarattığı fikirlere bu derecede tapınır hale gelmesinin de örnekleridir.
Dünyadaki en büyük korku başkalarının fikirleridir…
Korkuda kutuplaşan insanlar, kendilerine göre mantıklı neden bulmakta aşırı ustadırlar. Dünya tarihindeki tüm acımasızlık sahnelerinde bu ustalık, tarihi istediği gibi yazma erkine sahip olmuştur ne yazık ki. Geldiğimiz noktada, kendimizi güya aydınlık ve modern sandığımız bir dönem yaşıyoruz. Ve fikirler; teknolojideki iletişim sayesinde en hızlı yayılımını yaşıyor. Bir taraftan yayılan değişim titreşimleri çoğalırken, eski modası geçmiş fikirlerin rantlarda birleşen kuvvetleri, onları son gücüyle bastırmaya çalışıyor. Teknolojiyi kendi amaçları uğruna sömüren kutuplaşmalar, aslında son fırsatlarını kullanıyorlar. Kendi yarattığı fikirlerin kölesi olan insanlar, kendi kaygı denizinde kendini boğmak üzere.
Bir taraftan bu boğulmayı seyreden ve fikirlerden uyanıp tüm eski zincirlerinden kendini koparabilen, kendi içlerindeki sevgi bağını hissederek ona tutunan öncü insanlar var. Eski dogmatik enerjinin tüm gücüyle katletmeye çalıştığı bu insanların tek korunmaları da yine içlerindeki sevginin kaynağı. Ellerini uzatabildiklerini kurtarmaya çalışıyorlar son güçleriyle… Ancak tutundukları fikirleri öldürebilenler uzatılan bu elleri görebiliyor.
Fikirleri biz yaratıyoruz, onlar ölümsüz değildir, değişebilir. Beynin yapısını bilenler bilirler ki; bizim nöron nöron ördüğümüz yollardır onlar. Değiştirecek olanlar da bizleriz.
“Kendi yarattığına tapınan ve onunla yaradana şirk koşan insan” fikirlerin kölesi olan insandır.
Değiştirme gücü ise, fıtratında zaten ham haliyle hep var olan güzel duygulardadır. Yaşanan tüm savaşlar fikirlerin savaşıdır. Fikirlerin kutuplaşmaları, savaş sırasında insanların duygularını sömürerek savaş aracı yaparlar sadece. Öfke, kızgınlık, kin, öç, korku adındaki duygulardır hizmetlerine aldıkları. Aşkı, sevgiyi, merhameti, barışı, şefkati savaş aracı yapmak ise mümkün değildir.
Fikirler ölümlüdür… Onun ne zaman öleceğini belirlemek de çok basit bir gerçekle ortadadır. İnsan hür olmaya adanmıştır. Onun köle olması, yaşamın temeline aykırıdır. Ve bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığı anda öldürülmelidir…
Tüm bağnaz, dogmatik, köleci, sabit fikirlerin ölümüne niyet ediyor; aşk ile sevgi ile merhamet ile barış ve kardeşlik ile birlikte yürüyeceğimiz yepyeni bir rüyanın doğumunu diliyorum. Kendimde ve tüm dünyada…