“İnsanlığı incelemenin en uygun yolu, insanı incelemektir…” Pope
Bu önsözde, biyografilerinde sözünü ettiği yazarlara, entelektüel kişiliklere değindikten sonra “Kendini tanımaya, kendi ruhunu tanımaya çalışmak, gelecekte de, her zaman daha cüretli çözüm yollarına götüren, ama daha ustalaşmış insanlığımızın hiçbir zaman çözemediği bir problem olarak kalacaktır” yargısına varıyor.
“Kendi isteğimle bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce, son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum: Bana ve çalışmalarıma, böyle iyi ve konuksever bir şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün, bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim ve benim lisanımın konuşulduğu dünya, bana göre mahvolmasından ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu.
Ama 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı. Benim gücüm ise, uzun yıllar süren yurtsuz gücüm sırasında tükendi. Böylece, ruhsal çalışması, her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.”
“Bu dünyanın en büyük nimeti olarak başlayan hayatı”
Yukarıdaki satırların yazarı olan Stefan Zweig, 23 Şubat 1942 sabahı, Rua Gonselves Dias, 34, Petropolis adresindeki yatak odasında intihar etmiş olarak bulundu. “Manevi yurdum” dediği Avrupa’dan kilometrelerce uzakta ve tükenmiş, intiharı seçmiş olarak. İkinci Dünya Savaşı’ndan ölmemek, öldürmemek üzere kaçmıştı. Ancak Almanların Libya’ya çıktığı haberi, bütün ümitlerinin sonu oldu. 1942’nin 14 Şubat günü, eşiyle birlikte Rio Karnavalı’nı izlemeye gitmişlerdi. Karnavalı izlemeden Petropolis’e döndüler. Kaçınılmaz sonun başlangıcı böyle gelişmişti. Yazarla ilgili okuduklarımızdan öğrendiğimize göre Zweig’da var olan intihar eğilimi nihayetinde gerçek olmuştu. Bu dünyadan ayrılırken yanında eşi Lotte’yi de götürmüştü.
Zweig’ın, 28 Kasım 1881’de Viyana’da “bu dünyanın en büyük nimeti olarak başlayan hayatı”, 22 Şubat 1942’de Brezilya’nın Petropolis şehrinde son bulurken; geride bıraktıklarına baktığımızda romancı, gazeteci, oyun ve biyografi yazarı olarak oldukça üretken bir entelektüelle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bıraktığı eserlerden dilimize aktarılanların sayısı otuzu buluyor. Dünün Dünyası, Satranç, Amerigo,Yıldızın Parladığı Anlar, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat ve Bir Yüreğin Ölümü, Amok Koşucusu, Fouche, Bir Politikacının Portresi…
Yukarıda isimlerini verdiğim eserlerinin dışında çeşitli yayınevlerince üç cilt halinde yayınlanan eserlerinin üçüncü cildini konu etmek istiyorum ben bu yazıma: Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy. Diğer ciltlerin adları da şöyle: Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski (2. Cilt) , Kendileri ile Savaşanlar: Kleist, Nietzsche ve Hölderlin (1. Cilt)
Casanova, Stendhal ve Tolstoy
Fark ettiğiniz gibi Batı düşüncesinin, edebiyatının dokuz büyük adamının biyografisiyle karşı karşıyayız. Benim tanımaya, tanıtmaya çalışacağımı söylediğim yayın Casanova, Stendhal, Tolstoy’un yaşamlarını konu alan Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Doğu Batı Yayınları’ndan çıkmış. Ayda Yörükân tarafından Türkçeye çevrilmiş 374 sayfalık bir biyografi. Bu biyografide en geniş alan Tolstoy’a ayrılmış.
Yazının girişinde yazardan söz ettik de, niçin çevirmenden söz etmeyelim? Ayda Yörükân, çok ciddi çalışmaları olan, zamanında kadri kıymeti bilinmeyen entelektüellerimizden. 1928 İstanbul doğumlu Ayda Hanım, küçük yaşlarda öğrendiği üç yabancı dille ( Fransızca, Almanca,İngilizce ) çok değişik alanlardaki okumalarıyla kültürel alt yapısını çok sağlam oluşturmuş, üretken, mütevazi bir insan, hoca… Hakkında ansiklopedilerde biyografik bilgilere rastlayamadım. Edindiğim bilgiler,Türk Yurdu Dergisi’nin Ocak 2004’te yayınlanan 197.sayısında eşi Turhan Yörükân Beyefendinin kaleme aldığı yazıya dayalı.
1993’ün 16 Mart’ında Hakk’ın rahmetine kavuşan Ayda Yörükân, İstanbul Kız Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmiş. Sosyoloji Kürsüsünde asistan olan yazar, şehir sosyolojisi ve insan ekolojisi konularında doktora yaptıktan sonra aynı kürsüde görevli eşi Dr.Turhan Yörükân ile ülkemizin çeşitli yörelerinde köy ve şehir araştırmaları yaparak, toplumumuzu daha yakından tanıma imkanını bulmuştur.
Ayda Hanımdan, mesleki çalışmaları ile ilgili, bize kalan eserlere baktığımızda şunları görüyoruz: Şehir Sosyolojinsinin Teorik Temelleri, Yeniden Yerleştirme ve Gerginlik Hallerinde Yöneticilere Tavsiyeler, Konut ve Aile Konusunda Fransız Mimarlarının Bugünkü Eğilimleri ( Fransızcadan çeviri), Uluslararası Modern Mimari Kongresi – CIAM-nin yayınladığı Atina Anlaşması çevirisi, Modern Şehir ve İnsan Sağlığı, Gecekondular ve Gecekondu Bölgelerinin Sosyo – Kültürel Özellikleri.
Yukarıdaki eserlerden benim anladığım, Ayda Hanımın bizim 1990’larda ulaşmaya çalıştığımız çevre bilincinin oluşması için, yirmi sene önce sessizce; ama anlamlı, önemli bir katkı sağlamış olduğudur.
Ayda Hanım, 48 yaşında emekli olduktan sonra da boş durmamış Alain’den Minerva veya Bilgelik, Mutlu Olma Sanatı; Erich Fromm’dan Erdem ve Mutluluk, Hürriyetten Kaçış; Alfred Adler’den İnsan Tabiatını Tanıma; Karen Horney’den Çağımızın Tedirgin İnsanı; Stefan Zweig’dan Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski ile Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy eserlerini dilimize büyük bir ustalıkla aktarmıştır.
Çevirmen Ayda Yörükân’ın Zweig’la olan duygudaşlığından ötürü çok başarılı bulunan çevirilerden olan Kendi Hayatının Şiirini Yazanları okumaya başladığımızda Sweig’ın önsözüyle karşılaşıyoruz. Önsözün başlangıcında Pope’nin bir sözü yer alıyor: İnsanlığı incelemenin en uygun yolu, insanı incelemektir…
Bu önsözde, biyografilerinde sözünü ettiği yazarlara, entelektüel kişiliklere değindikten sonra “…Kendini tanımaya, kendi ruhunu tanımaya çalışmak, gelecekte de, her zaman daha cüretli çözüm yollarına götüren, ama daha ustalaşmış insanlığımızın hiçbir zaman çözemediği bir problem olarak kalacaktır” yargısına varıyor.
Kitap, önsözden sonra Casanova’yla başlıyor. Sizleri bilemem, ancak ben , Casanova’yı çok iyi tanıdığımı, hakkında çok şey okuduğumu söyleyemem; ama Zweig’ın Onu orijinal ifadelerele tanıttığını söyleyebilirim. Giriş cümleleri bile muhteşemdir:
Casanova
“Casanova, dünya edebiyatı içerisinde özel bir yeri olan, eşi benzeri görülmemiş bir “başarı” yı simgeler, çünkü bu ünlü şarlatan, tıpkı Pontius’un Credo’ya girişi gibi, haksız bir şekilde girmiştir yaratıcı düşüncenin Pantheon’una. Gerçekten de, bir şair olarak soyluluğu, birtakım harfleri küstahça yan yana dizerek uydurduğu Seingalt Şövalyesi unvanı kadar boştur: Herhangi bir hanımın şerefine, yatakla oyun masası arasında alelacele karaladığı birkaç mısrası, hoşa gidebilecek süslü püslü laflar olmaktan öteye geçememiştir. Isocameron’u, bu ütopik roman canavarını, sonuna kadar okuyabilmek için, eşek postuna bürünmüş bir kuzu kadar sabırlı olmak gerekir ve bizim şu safdil Giacomo’muz felsefe yapmaya kalktığı zaman da esnememek için, insanın çenesini sıkıca kapamasından başka yapabileceği bir şey yoktur.”
Kitapta biyografilerine yer verilen Stendhal ve Tolstoy’dan bahis açmayı düşünmüyorum. Daha önceleri bu sayfalarda çok geniş hacimli bir Tolstoy biyografisinden söz etmiştim. Ancak Zweig’ın anlatımıyla Stendhal’ı okursanız eğer, eminim, Kızıl ile Kara romanını tekrar okumayı isteyeceksiniz. Kim bilir, belki siz de Rahmetli Başbakanımız Bülent Ecevit gibi Onu başucu kitabı yaparsınız.Yukarıdaki satırlar, aslında, uzun uzadıya gençliğinden yaşlılığına, ölümüne; geriye bıraktığı günlüğüne kadar ince detaylarla bezediği Casanova biyografisinin çok kısa bir özeti gibidir. Biyografi bittiğinde, Casanova çağı Avrupa’sını sıkı dokunmuş panoramik bir duvar halısında görmeniz mümkün, insan ilişkilerinin bütün çıplaklığında hem de…
Sizlere, kitabın ihtiyaçlar listenizde ilk üçlerde yer aldığı, okumanın hayatınızın baş köşesine kurulduğu günler diliyorum sevgili okuyucularım…