Zor kitapları okumalıymış insan meğer. Kitap dediğin insanı allak bullak etmeliymiş; insanda bir şeyleri değiştirmeliymiş. Robert M. Pirsig: Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı…
Bu yazımda böyle zor bir kitaptan, bir “kült” kitaptan söz etmeliyim sizlere sevgili okuyucularım. Kitap, benden önce kendi kendini size tanıtmalı:
“Olacakları elbette kimse kestiremezdi. O zamanlar, kitabı geri çeviren 121 yayıncıdan sonra yalnızca tek bir yayıncı 3.000 dolarlık standart bir avans önermişti. Kitabın, kendisini niçin yayıncılık yaptığını düşünmeye zorladığını söylemiş ve bunun büyük olasılıkla bundan alacağım son para olmasına karşın bu yüzden düş kırıklığına uğramamam gerektiğini eklemişti. Böyle bir kitapta amaç para değildi.
Bu doğruydu. Ama sonra yayın günü, sonra hayranlık belirten eleştiriler, fiil önerileri, yabancı ülkelerde basımlar, benimle konuşmak için bitmek bilmez öneriler ve hayran mektupları geldi birbirini izleyen haftalar ve aylar boyunca. Mektuplar sorularla doluydu: Niçin? Nasıl oldu bunlar? Burada eksik olan nedir? Sizi harekete geçiren şey neydi? Bir tür düş kırıklığı tonu vardı mektuplarda. Bu kitapta, görünenden daha fazla şeyler olduğunu biliyorlardı. Her şeyi öğrenmek istiyorlardı.”
İsveççe bir sözcük vardır: Kulturbärer ‘Kültür Taşıyıcı’ diye, ama ne demek olduğu hâlâ pek açık sayılmaz. Amerikalıların çok kullandığı bir kavram değilse de aslında kullanılması gerekir.
“Bu kitap, maddi başarıya karşı kültürel bir ayaklanmanın baş gösterdiği bir zamana da rastlamıştır. Hippiler maddi başarıyı tamamen reddediyorlardı. Muhafazakârlar şaşkındı. Maddi başarı, Amerikan rüyasıydı. Milyonlarca Avrupalı köylü tüm yaşamları boyunca onun özlemini çekmişler ve sonunda kendilerinin ve gelecek soylarının bundan nasibini alacağı – Amerika denen – bir dünyaya gelmişlerdi. Şimdi şımarık torunları tüm bu rüyayı, kötü bir şey olduğunu söyleyerek suratlarına atıyordu. Ne istiyorlardı?”
Bu kitap, maddi başarıya karşı başka, daha ciddi bir alternatif önerir. Daha doğrusu bir alternatiften çok “başarı” nın anlamını salt iyi bir iş bulmak ve sorunlardan uzak durmaktan daha geniş boyutlara vardırmaktır önerdiği. Ve salt özgürlükten de daha geniş bir şeydir. Çalışmaya, sınırlandırıcı olmayan pozitif bir amaç sağlar. Sanırım kitabın başarısının asıl nedeni buydu. Tüm kültür, tam da bu kitabın önerdiği şeyleri aramaktaymış. İşte bu anlamda kitap bir taşıyıcı oldu.
Yukarıdaki alıntılar Robert M. Pirsig‘ın Türkçeye Süha Sertabiboğlu tarafında “Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı: Değerlerin Sorgulanması” başlığıyla çevrilen, orijinal adı Zen and the Art of Motorcycle Maintenance: An Inquiry into Values, kitabına ait.
Robert M. Pirsig, 1928 Minneapolis, ABD doğumlu. Yazar, ülkesinde felsefe, kimya ve gazetecilik öğrenimi gördükten sonra, Benares Hindu Üniversitesinde de Doğu felsefesi okumuştur.1959 – 1962 arasında Montana ve Illinois’deki çeşitli üniversitelerde retorik ve kompozisyon dersleri veren yazar, ağır bir sinir krizi geçirmiş ve elektrik şoku terapisi görmüş. Daha sonra 1963- 1967 arasında Minneapolis’te teknik yazar olarak çalışmış. Yazarın, bu eserinden başka, yine Süha Sertabiboğlu tarafından, dilimize çevrilmiş bir eseri daha var: Lila- Ahlâkın Sorgulanması.
Eserin detaylıca tanıtımına geçmeden önce, çevirmeninden de söz etmemiz gerekiyor. Çünkü alkışlanması gereken bir çalışma bu çeviri bence. Sertabiboğlu çevirmenliği yanında bir diş hekimi aynı zamanda. Çevirdiği kitaplara göz attığımızda bunların sayı olarak, benim bilmediklerim de olabilir, otuza yakın olduğunu görüyoruz. Bu çevirilerin birinden, William S. Burroughs- Yumuşak Makine, dolayı da yayınevi sorumlusuyla beraber yargılanmış da. Sören Kierkegaard, V. S. Naipaul, Joseph Conrad, Truman Capote, Karl Marx çevirdiği yazarlardan bazıları…
Robert M. Pirsig, kitabını ailesine ithaf etmiş. Yazdığı notta , kitapta gerçekten olmuş şeylerden bahsedildiğini özellikle vurgularken, “Retorik gerekçelerle epey değişiklik yapılmış olsa da anlatılanlar esasen gerçek olaylar olarak görülmeli. Fakat ortodoks anlamda Zen Budist pratiğiyle ilgili olarak tamamen doğru bilgiler verdiği düşünülmemeli. Motosikletler hakkında da aynı şey geçerli.” diyerek okurunu uyarıyor..
Kitabın belli bir sınıflandırmaya tabi tutulması çok zor. Çünkü otobiyografi niteliği olan bir roman diyebileceğiniz gibi felsefi bir deneme de sayabilirsiniz. Başlangıçta felsefi bir deneme olarak düşünülen kitap, sonradan anlatıcının on bir yaşındaki oğlu Chris ve iki arkadaşıyla Minnesota’dan California’ya yaptıkları on yedi günlük motosiklet yolculuğunun üzerine kurulan bir roman oluvermiş.
Robert M. Pirsig, eserinde yolculuğun seyri esnasında ortaya çıkan Phaedrus alt beni ile felsefe yapmakta, Nitelik olgusunu sorgulamakta. Doğudan batıya, Yunandan Hinde gidip gelen düşüncelerle Nitelik olgusu çeşitli biçimlerde, farklı anlamlarda sorgulanmakta en sonunda Eski Yunanda “mükemmellik” kavramı olarak karşımıza çıkmakta…
Anlatıcı yolculuğun başlangıcında motosikletle gezerken her şeyi, öteki araçlardayken gördüğümüzden tümüyle farklı gördüğümüzden bahseder: “Motosiklette bir kafes yoktur. Her şeyle doğrudan temastasınızdır. Artık, izlemekten öte, sahnedesinizdir, bunu kuvvetle hissedersiniz. Ayağınızın on santim altında vızıldayan asfalt gerçektir, her zaman üzerinde yürüdüğünüz şeydir, oradadır; öyle flulaşır ki gözünüzü üzerinde odaklayamazsınız, ama istediğiniz an ayağınızı aşağı indirip dokunabilirsiniz ve dolaysız bilinciniz hiçbir şeyi, hiçbir yaşantıyı kaçırmaz.”
Yolculuğa çıkarlarken kasti olarak plan yapmazlar. Amaç bir yere varmak değil, gezmektir. Chris bu uzun yolculuk boyunca zaman zaman anlatıcıya problemler çıkarır. Sağlık problemlerin den hiç yüksünmez anlatıcı, ancak psikolojik sorunlarla baş etmekte kimi zaman zorlanır. Yol boyunca alt ben Phaedrus, anlatıcıyı hiç yalnız bırakmaz. Sürekli temas halindedirler onunla anlatıcı. Anlatıcının rüyalarına girer. Bu rüyalardan bazıları oğlunu korkutur. Alt beni sayesinde sürekli geçmişe gidip gelen anlatıcı romanın sonunda karabasanlardan kurtulur.
370 sayfalık öğütülmesi zor bu demir leblebi kendi felsefesini yaparken, teknolojinin getirdikleri- götürdükleri ,teknolojiyi kabul edememe, klasik yaklaşım, romantik yaklaşım, bilimsel yaklaşım, kitle hipnozu, sistem, ilerleme, hakikat, zen, güven, sanat ve teknoloji, olgular ve Poincaré, Amerikan doktrinleri, Ömer Hayyam rübaileri, Amerikan çölleri, girişkenlik… gibi bir çok şey de sorgulanıyor.
Her şeyden çok, alışkanlığın verdiği bir güçle sürdürüyorum yaşamayı.
Okudukça, gezi sırasında kahramanımızın oğluyla yaptığı kimi konuşmaların insanın çokça canını acıttığını söylemeden geçemeyeceğim. Yazar oğluyla yakınlaşmak umutları, onunla bir şeyleri paylaşma sevdalarıyla yanıp tutuşurken, ülkeyi de bir uçtan bir uca geçiyorken Jack Kerouac gibi, ilişkilerindeki hüznü de yolculuklarının her zorlu etabında birlikte götürüyor olmanın dayanılmaz ağırlığıyla eziliyor. Bu arada bizi de eziyor, kayıtsız kalamıyoruz.
Anlatıcı romanın sonunda bize oğlu Chris’in bıçaklanarak öldürüldüğünü haber verirken, “Her şeyden çok, alışkanlığın verdiği bir güçle sürdürüyorum yaşamayı.” diyerek hayatın evlat acısına rağmen nasıl yaşandığını vurguluyor. Daha sonra ikinci eşinden bir kızı olan anlatıcı hayata bu kızla tutunmayı başarıyor. Sonunda kendi ıssız vadisini aşmayı başarıyor…