Nietzsche’nin, sevgilisi Lou Salome’ye adadığı şiir, sevgiyle ilgili en anlamlı sırrı da fısıldıyor bizlere…
Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum, okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde.
Hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundandı,
Anladım…
Neden sevilmek isteriz?
Severiz… Nedenleri vardır belki ama biz düşünmeden, içimizden gelen bir istekle severiz. Kalp seçmiştir ve sevgili karşımızdadır. Çeşitli sevgi deneyimleriyle, kendimize aslında sevmeyi öğretiriz. Onda bizi tamamlayan yansımalar gördüğümüz için, bütünlendiğimiz için, bir yanımızla örtüştüğü için, kendimizi bize gösterdiği için oluşmuş olabilir mi aramızdaki sevgi?
Sevgi hakkında çok şey düşünülüp, yazılsa da nedenli mi, nedensiz de sevilir mi veya koşullu, koşulsuz sevgi konuşulmaya devam edecektir her daim…
Tüm koşullara, koşulsuzluklara rağmen sevmek ki sevgide rağmenler yoktur, bir insanla, bir hayvanla sevgimizi yaşamak dünyada yaşanabilecek en güzel, en muhteşem, en eşsiz, en mucizevi oluş halidir…
Önce sevmeyi bilmek
Nietzsche’nin, sevgilisi Lou Salome’ye adadığı şiirde de yazdığı; “sevilmek istiyorsak, sevmeyi bilmeliyiz!” sözüne ne dersiniz?
İnsan doğduğunda sevme ve sevilme kapasitesi ile dolu olarak yaşama gelir. Bu kendiliğindendir, doğamız gereği bizler sevgiyiz. Sevmeyi ve sevilmeyi bilerek doğarız. Ve sonra anne-baba, çevre ve toplum, insanı bir robota dönüştürür. İnsan çeşitli sebeplerle öyley-miş gibi yaşamaya başlar. Özündeki sevgiyi unutur, kendini yaşam oyununun tuzakları içinde kaybeder…
Bir çocuğa saygı duymak çoğu kişinin aklına gelmez. Onun birey olduğu göz ardı edilerek, kendi olması, yaşama saf sevgiyle yeşermesi engellenir. Güya daha iyi bir insan olması için, yine en yakınları tarafından saygısızca davranışlara maruz kalır. Sessiz kalmalı, uslu olmalı, çok soru sormamalı, yaramazlık yapmamalı, anne-babaya ayak bağı olup, onları oyalamamalıdır. Çünkü büyüklerin her zaman çok işleri vardır. Çocuk da büyüyecek ve kendi çocuklarına aynını yapacaktır.
Çocuk büyür, sever, evlenir. Oysa sevgiyi henüz gerçek manada yaşamak değildir bu. Daha çok bir oyundur. Sevgi oyunu, hükmetme, kıskançlık, sahip olma, her türlü engelleme, sevgi kelimesi ardında boy göstermeye devam eder.
Oysa iki seven insan arasında aşk çiçek açsa, her gün nadide bir çiçek gibi sulansa, sevginin, şefkatin şifasıyla kuvvetlense… Ve doğacak çocuklar, nesiller sevgi bilincine uyansa…
Sevgi, sadece sevgiyle büyür. Sevgi titreşimin olduğu bir evde büyüyen çocuklar, sevgi varlığı olarak yaşama akarlar. Ve bu çocuklar aşkla olan bağlarını biliyorlardır. Sahiplenici, boğucu sevgi değil, özgürleştirici bir sevgiyi yaşarlar sevdikleriyle.
Sevilmek istiyorsak, sevmeyi öğrenebiliriz. Sevilmek için, önce kendimizi tanımayı, keşfetmeyi, kabullenmeyi basamaklar olarak görebiliriz. Kendimizi tanıyıp, sevdikçe, sevgi varlığı haline geliriz. Seven bir kalp, her zaman sevgiyi, aşkı kendine çekecektir.
Sevmeye ve sevilmeye teslim olarak yaşamanın mutluluğunu yaşayabilmek çok da zor değil. Sadece seçmek ve istemek ilk adımdır… Her şey niyetle başlar. Tüm insanlık, kendi sevgi öykülerimizi yazıp, oynayabiliriz.
Öyleyse neden kendimizi erteliyoruz?
İlişkide Üçleme: Fark etmek, Anlamak, Sevmek
Epik hikayelerin başrol oyuncusu: Aşk