İster kentsel dönüşüm diyelim adına, ister kültürel dönüşüm sonuçta değişimi yaşıyoruz; muhafazakar veya liberal görüşler doğrultusunda değerlendirmeden kentin ruhuna ihanet etmeden yapılması gerekenlerin göz önünde bulundurulması gerekiyor; rantı düşünmeden, birilerinin egolarını tatmin etmeksizin dönüşüm neye göre olmalıdır, olacaktır?
Modernlik adı altında yağma olacaksa ozanların ilham kaynağı olan kent, ardında gözü yaşlı yetimler kalacaktır sadece ve mezarı olacak toprağı bile bulamayacaktır.
Göç alan kentlerin, mimari, kültür ve yaşamsal anlamda değişmemesi düşünülemez…
Kente gelenler, eşyalarıyla beraber geldikleri yerin kültürünü de beraber taşırlar. Bir oluşumu ve ayakta durabilmeleri için hemşehri bağını güçlü tutarlar; aynı semt, aynı mahalle, hatta aynı binalarda yoğunlaşarak var olma mücadelesini sürdürürler. Büyük kentin büyüsüne, seyredilen filmler, anlatılan öyküler ve daha önce gidenlerin kimlik kazanması gibi etkenlerle kapılmışlardır; geleceğin daha iyi olması, çocukların eğitimi ve sınıf atlama, olmayan paranın kazanılması efsanenin gerçekleşmesi için insanları harekete geçirmiştir. Yıllarca çalışılmış, etten tırnaktan arttırılmış ve önce toprak, sonra kibrit kutusu gibi odaları olan binalarıyla kaçaklaşarak kentin çevresini kuşatmışlardır.
Siyaset, dış sermaye veya şirket evlilikleriyle büyüyen bir sınıfın iktidarını gösterebilmesinin tek yolu, kentin göbeğine plazalar dikmesidir. Bu yapıların biçimleri genelde “erkek cinsel organını” anımsatmaktadır ve “en büyük benimki” yarışına dönüşmüştür. Fildişi kulelerde paranın aldığı ilahi bir yaşam tarzı oluşturmuşlardır. Sermaye, yani paranın gücü de egemen olanları hemşehri adı altında ticaret odalarıyla, siyasi partilerle ve çeşitli isimler altında kulüplerle birleştirmiştir. İkamet ettikleri kentin içinde başka kentlerdir, hükümdarları sadece kendileri olan bir yalıtılmışlık.
O çocukluğumuzun sokakları, oyun parkları ve tarihi ile iç içe yaşadığımız yapılar, altına dinamit konularak çoktan imha edilmeye başlanmıştır aslında, ama adını henüz koyan olmadığından fark edilmemiştir. Yeni gelen, kendi anılarını oluşturmak ve kendi öyküsünü oluşturabilmek için bir öncekinin üstünü boyar, yıkar yeniden yapar; çünkü buna mecburdur, bu kentin sokaklarında büyümemiş, denize bakan tepelerinde çam ağaçlarının altında sevgiliyi öpmemiş, boğazın akıntısına karşı yüzmemiştir; kentin ozanlarının şiirlerini ezberlememiştir. Yedi Tepenin tek anlamı üstüne yapılacak binaların yüksekliğinden başka bir şey değildir.
Kentin çevresi kuşatanlar 1453 ruhuyla hareket ederek, merkezi fetih etme sevdasına düştüklerinde yozlaşmanın kapıları da açılmıştır. Alınması gereken bir hak varmış gibi, trafiğin yoğun olduğu caddelerde Kara Murat lar, otobüs duraklarında Ya paran ya canın tarzında tehditler çoğalmış, korkunun karanlığı binaların odalarına kadar sızmıştır. Allah rızası için… dilenenler de kent, terk etmiştir; şimdi Gasp zamanları yaşanmaktadır. Bizans yeniden yağmalanmaktadır.
Genel görüşe göre: Kentsel Dönüşüm, kaliteli yaşam açısından ekonomik, sosyal ve kültürel değişimi öngörmeli ve yeni yaşam tarzı halkla birlikte planlanmalıdır. Şimdi demokratik katılım gibi görünen bu çalışmanın kente yararı olacak mıdır? Tabi ki hayır! Silüeti bozulan bir kentte, bilim kurgu filmlerinde rastlayacağımız görüntü kirlilikleriyle karşılaşıyoruz, hergün yeni bir ucubenin yükseldiği bu kent, insanlarına ve tarihine küsüyor. Olması gereken, kentin dokusuna zarar vermeyecek bir yapılaşmanın ve oluşumun sağlanması için kent bilirkişilerinin oluşturulmasıdır: Güvenlik, trafik, yapılaşma konularında tek yetki bu kurulda olmalıdır. Kapitalizmin kar amacıyla dayattığı kültüre karşı koyabilecek anlayışa sahip bir kurul. Ne Bizans’a ne Osmanlı’ya ne de tarihe uygun olmayan bir dönüşümün emniyet sübabı olacak bir kurul.
Kent kültürü gelişmemiş bir topluluk, ne kadar Dönüşüm e katkı sağlayabilir? Mahalleler yerini sitelere, sokaklar bloklara, çarşılar AVM’lere döndüğünde komşusuna bile yabancılaşanların, kent ne kadar umurunda olabilir ki?