Tabuların İçinde Bir Ben

Kalabalığın içinde bir “ben” var. Kimi zaman gözlerini kaçıran, kimi zaman da inadına kalabalığa karşı yürümeyi seçen bir “ben” var. Bazen tek istediğim, o “ben”i kalabalığın içerisinde başka bir göz olarak izlemek. Ne yapıyorum, nasıl yürüyorum ve en önemlisi ne kadar “kendim” olabiliyorum. İşte konuşacak bir sürü şey de, tam burada başlıyor.

  Tabuların İçinde Bir Ben

Bir üniversite öğretmeni, dersinde öğrencilerine kritik bir soru soracağını söyler ve hepsinden dürüst cevaplamasını rica eder. Öğrencilerin hepsi, hafif şaşkın ve heyecanlı bir beklentiyle öğretmenin sorusunu bekler. “Yarın ölecek olsanız ne yapardınız?” diye sorar öğretmen. Sınıf sessizleşir, derin düşüncelerin kısık bir uğultusu hâkimdir sanki ortamda. “Yarın ölecek olsam, yıllardır küs olduğum ablamla barışırdım.” der bir öğrenci. Kısa sürede, sınıfın çoğunluğundan şu cevaplar çıkar; “Yarın ölecek olsam, annemi affederdim. Her şeye rağmen annem olduğu için.” “Yarın ölecek olsam, zorunda olduğum hiçbir dayatmayı yapmazdım.” “Yarın ölecek olsam, kalabalığın içinde bağıra çağıra şarkı söylerdim.” “Yarın ölecek olsam, onu öperdim.” “Peki” der öğretmen, “Neden bunları bugün yapamıyorsunuz?” diye sorar. Sınıfın sessizliği daha da derinleşir. Bir öğrenci arka sıralardan sesini duyurmak istercesine; “Ölümün gerçekçiliği önünde her şeyin yükü hafifliyor sanırım.” der Öğretmen, gülümser. “Bu konuşmayı yapmayı borçlu olduğumuz yaşam mı daha gerçekçi, yoksa ölüm mü?” diye sorar. Sıradan bir gün, sokakta yürüyorsunuz. Tercihen, iş veya okul dönüşü… Çevrenizde sizinle beraber dönüş yolunuza eşlik eden simalara dikkat edin. Tüm o simaların gözlerindeki hikâye kendilerini yeteri kadar anlatıyor zaten.

Her gün, binlerce insan yataklarından kalkıyor işlerine gidiyor, sabahların koşuşturmacası akşamları yerini yorgun dönüşlere bırakıyor. “Düşünmek” neredeyse bir “zahmet” haline geliyor. İşte bununla beraber gelen “hissizlik” ise, bireysel olarak ciddi bir düşüş yaratıyor. Materyalist ve Kapitalist sistemde düşünebiliyor olmak, çoğu zaman bizi çıkmaz yollara sokuyor. Hayat dediğimiz bu karmaşık oyun, aslında biz nereden bakarsak ona göre şekillenen bir yapıya sahip. Hayata “güzel” demek için bir sürü sebebe sahip olduğumuz gibi, “kötü” demek için de bir o kadar sebebi bulabiliriz. Her şeyi, baktığımız yön ile alakalı aslında. Nitekim belki de görmemiz gereken en önemli nokta; bizi “biz” yapan değerler problemlerimiz değil, onlarla nasıl başa çıktığımızdır.


Tabuların içinde bir “ben” var…

Tabuların içinde bir “ben” var; hafif ürkek birkaç yönden sıkışmış ve birçok konuda da kafası karışmış. “Tabuları aşmak” düşüncesi de kimi zaman doğru, kimi zaman korkutucu gelebiliyor. İnsanlar için neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok fazla düşününce, kafamızın karışmaması imkânsız zaten. Hadi, gelin biraz daha basite indirgeyelim şu problemi; Size “engel” olan, yolunuza taş koyan şu an ne var? Bir düşünün lütfen. Bu engeli siz mi doğurdunuz? Yoksa kendiliğinden mi gelişti? Kendinizi ona karşı yenilmiş, çaresiz mi hissediyorsunuz? Ve işte tuzak sorunuz: Şartlar “farklı” olsaydı, ne olurdu? Soruların cevapları ne olursa olsun, ne kadar farklı olursa olsun sadece bir sorunun cevabının ortak olduğunu düşünüyorum. Son soru, “şartlar” meselesi. Doğru mudur? Yakaladık mı dersiniz? Hadi şu “şart” ifadesinin bir açılımını yapalım, işimiz daha da kolaylaşacak. Şart kelimesini, aynı zamanda “koşul” olarak da kabul edebiliriz. Koşullar, yaşamımızda sonradan öğrendiğimiz ve onların gerektirdiği biçimde hareket etmemizi sağlayan bir nevi yaptırımlardır. Tabii ki, hem “doğal” koşullar vardır hem de genellikle insan icadı olan “yapay” koşullar. Biz bile, gün içerisinde kendimize bir sürü koşul yaratmıyor muyuz? “Şuraya gidersem bu olur.”  veya “Şunu yaparsam o ne der?” gibi… Farkında olalım veya olmayalım, koyduğumuz koşulların bizi kısıtladığı ve artık hapsettiği yerde irade sizde değil, egodadır. İşte! Onu bulduk, “ego”.


Yine sinsi kafasını çıkarmış kendisini takdim edercesine meydan okuyor bize. Onun koyduğu koşulların gölgesinde büzülmüş durumdayız. O çok güçlü olduğundan değil, bizim onun “ego” olduğunu anlayamamamızdan doğan bir “korku” tüm bunların sebebi. Ego, korkuyu sever; bu yüzden her zaman bilinmeyenlerin ardına gizler kendini. İnsanoğlunun “bilinmeyene” olan zaafı, egonun en çok kullandığı fethetme yöntemidir. Çünkü korkunun olduğu yerde inkâr, kaçış ve vazgeçiş vardır. Egonun bu tatmini ise, sonrasında kendimize yüklediğimiz “kurban psikolojisi” ile bir güzel tamamlanır. Her şeyin sorumlusunu “ben” yapar. Egodan ayrı düşünmeye çalışıldığı zaman ise, o “ben” kavramının yaşanan hiçbir olumsuzlukla ilgili olmadığını görürüz. Egonuz şu an ciddi derecede mutsuz. Bu yazıyı okumanızı istemiyor mesela, “Pollyana’cılık mı oynayacaksın gerçekleri görüp akıllı mı olacaksın!” diyor ateşler saçarak. Durup düşünüyorsunuz, “yine de şunu okumayı bitireyim.” diyorsunuz. Egonuz yine mutsuz. Farkındalığın ışığı önünde debelenmekten başka çaresi yok çünkü. Şimdi biraz siz onu bir şeylere mecbur bırakın. Kafanızın karışmaması için, buraya kadar çıkarabileceğimiz en manidar cümleyi huzurunuza sunuyorum: “Ego’nun yarattığı tüm koşullar, sizin tabularınızdır.” Ve daha da manidarı, tüm bunları yıkıp kendiniz olabilmek için ancak “yarın ölmüş olma ihtimali”ne bağlıyız çoğumuz. Bugün değiştirebilme gücümüzün olduğu şeylerin tamamı, hayattayken yapıldığında değerliyken kaçışımızı ne zaman durduracağız? Daha ne kadar egonun karanlık sesine boyun eğeceğiz?

Tabuların İçinde Bir Ben


Ego, engelli bir çocuğun ne pahasına olursa olsun tekerlekli sandalyelerine sarılarak top oynamasında, affetmekle, yıllardır konuşamadığınız o kişinin yüzüne gerçekleri söylemekle, “kim” olduğunuzu korkmadan söylemekle ve kendinizi olduğunuz gibi sevmekle yıkılıyor. Dile kolay laflar tabii bunlar. Ancak unutmayalım ki çığı yaratan şey ufak kar taneleridir. Küçük şeylerle başlayıp sonrasında çığı oluşturmak bizim elimizde. Yarını beklemeden, hemen o hiç selam vermediğiniz iş arkadaşınıza selam vermekle başlayan bir değişime kendinizi açmaya tavsiye ediyorum sizi. Zamanla egodan ayrılan yaşamınıza sığdıracağınız mucizeler kesinlikle şaşırtıcı olacak…