Konutlar, aileleri gerektiği şekilde barındıramamaktadır. Mahrem hayatlarını bozmaktadır ve maddi yönden olduğu kadar manevi yönden de zorunlu olan hayati ihtiyaçların gerektiği şekilde bilinmemesi, zararlı meyvelerini vermektedir:
Hastalık, manevi düşkünlük, isyan. Şehirlerde, onları içinden çıkılamayacak bir düzensizlik haline götüren bir üst üste yığılmaya, köylerde ise bir çok toprakların terk edilmesine yol açan bu dert, evrensel bir problem olarak gözükmektedir. Bu satırlar, bizdeki gecekondulaşmayı ve köyden kente göçü hatırlatıyor mu size?
Mimari üzerine söz söylemek haddimiz değil,
Ama mimari hakkında yazılmış kitapların haddimize göre olanlarını okumamıza ve onları tanıtma çabalarımıza kimsenin bir şey demeyeceğini umarak söze başlamakta yarar görüyorum. Şehir sosyolojisi ve insan ekolojisi konularında doktora sahibi olan Rahmetli Ayda Yörükan Hanımefendiden bu sayfalarda daha önce söz etmiştim.
Bu yazımda da Yörükan’ın çevirisini yaptığı İnsanca Yaşamak İçin Şehir ve Konut kitabından söz etmek istiyorum.
Eser, Babil Yayıncılıktan çıkmış, 2005 tarihini taşıyor. Çeviriyi derleyen ve yayıma hazırlayan Turhan Yörükan. 190 sayfa. Aslında iki kitaptan oluşuyor. Birinci kitabın çevirisi; meşhur Atina Anlaşması… Bu kitap meşhur anlaşmanın La Charte d’Athénes (Paris: Les Editions de Minuit, 1957) baskısından çevrilmiş.
Anlaşma metni daha önce büyük boyutlu bir kitap olarak İmar ve İskan Bakanlığı Mesken Genel Müdürlüğü Sosyal Araştırma Dairesi tarafından 1969’da yine Ayda Yörükan çevirisiyle yayımlanmış.
Atina Anlaşmasını gündeme getiren CIAM (Congrés Internationaux d’Architecture Moderne) yani Uluslararası Modern Mimari Kongresi, 1933 yılında, nasyonel sosyalizmin baskısından uzakta, Atina’da dördüncü toplantısını yapmış ve bunun raporunu Le Corbusier hazırlamıştır. İşte bu rapor daha sonraları Atina Anlaşması olarak anılacaktır.
Anlaşma metninin 1957’de yeniden yayının başına bir temenni açıklaması da konulmuş: “Bu anlaşmanın yeniden yayımlanmasının, kamu makamlarımızın şehircilik problemlerinin bilincine varmalarına yardımcı olacağını ümit ediyoruz.” Bu temenni Avrupa ülkelerinde, istenilen düzeyde olmasa bile, hayata geçirilmiş midir? Bilmiyorum. Ancak bizde, hem de ilgili bakanlıkça yayımlandığı 1969’dan bu yana, nelerin değişip / değişmediği ortadadır sanırım.
Atina Anlaşması, üç bölümden oluşmuş: Genel Düşünceler, Şehirlerin Bugünkü Durumu Tenkitler ve Çareler, Sonuçlar… Tamamı 95 maddeden oluşan bu bölümlere şöyle bir göz atalım:
Genel Düşünceler başlığının 8.maddesi şöyle bir tespit yapmaktadır: “……….Konutlar, aileleri gerektiği şekilde barındıramamaktadır. Mahrem hayatlarını bozmaktadır ve maddi yönden olduğu kadar manevi yönden de zorunlu olan hayatî ihtiyaçların gerektiği şekilde bilinmemesi, zararlı meyvelerini vermektedir:
Hastalık, manevi düşkünlük, isyan. Şehirlerde, onları içinden çıkılamayacak bir düzensizlik haline götüren bir üst üste yığılmaya, köylerde ise bir çok toprakların terk edilmesine yol açan bu dert, evrensel bir problem olarak gözükmektedir.” Bu satırlar, bizdeki gecekondulaşmayı ve köyden kente göçü hatırlatıyor mu size? CIAM’in b unları 1933’te evrensel bir problem olarak öngörmesi, sizi bilemem ama, bence çok manidar.
Şehirlerin Bugünkü Durumu, Tenkitler ve Çarelerde,9. maddede “Eski şehirlerin nüvesi, askeri istihkamların gerektirmiş olduğu zorunluluklarla, genellikle, boş alanlardan mahrum ve sıkışık binalarla doluydu.
Fakat buna karşılık, şehrin surlarından dışarıya çıkar çıkmaz, insanlar, kendilerine temiz havaya ulaşmak imkanını veren yeşil sahalarla karşılaşıyordu.
Yüzyıllar geçtikçe, şehrin halkaları birbirine eklendi, yeşilliğin yerini taş yığınları aldı ve böylece şehrin solunum organları olan yeşil sahalar ortadan kalktı. Bu şartlar altında, yoğunluğun artması, sürekli bir rahatsızlık ve hastalık halini ifade etmektedir.”
National Geograpic’in 2009 Eylül sayısına bakarsanız bir zamanların New York şehrinin eski hali ile şimdiki halini gördüğünüzde paragrafın ifadesini daha iyi anlarsınız sanıyorum… Peki eşsiz şehrimiz İstanbul’un yeşilinden ne kalmıştır geriye? Artık ciddi olarak endişeleniyorum halen yaşadığım şehir Bolu’nun da yeşili bir gün yok olabilir. Çünkü Bolu’nun merkez köylerindeki en iyi topraklara villalar kuruldu ve hala kurulmaya devam ediyor.
Şehir Bolu Dağına dayandığında ne olacak? Sıra yeşile mi gelecek?
Anlaşmada konuyla ilgili bir çok şey hakkında, ışığı zamanımıza gelecek ve hiç mi hiç eskimeyecek tespitler yapılmış ta o zamanlardan… İşte biri daha:
“Şehirciliğin ilk görevi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktır. Her birimizin sağlığı, büyük ölçüde “tabiat şartları”na bağlıdır. Her türlü gelişmeye yön veren güneş, ışıklarını yaymak üzere her konutun içerisine sokulabilmelidir; aksi takdirde hayat, ışıksızlıktan sönüp gidecektir. Kalitesi, yeşilliğin bulunmuş olmasına bağlı olan hava, temiz olmalı, zararlı gazlardan olduğu kadar tozlardan da arınmış olmalıdır. Nihayet mekan geniş bir şekilde bölünmelidir.Mekan duygusunun psikofizyolojik bir rol oynadığını ve sokakların darlığının, avluların iç içe girmesinin beden sağlığı için olduğu kadar, ruh sağlığı yönünden de zararlı olduğunu unutmayalım. CIAM’in Atina’da toplanmış olan 4.Kongresi, şu postulatı kabul etmiştir: Güneş, yeşillik ve mekan, şehirciliğin birinci derecede rol oynayan üç unsurudur. Bu postulatın kabul edilmesi, mevcut durum hakkında hüküm verme ve yeni teklifleri, gerçekten insani bir görüş açısından değerlendirme imkanını verecektir.”
Şimdi bu paragrafa dair biraz kafa yormamız gerekirse, şehirlerimizin hangisinde acaba güneş, yeşillik ve mekan tam bir uyum içinde? Adam sen de, diyebilirsiniz, ama bunun farkında olmak ve bunu gerçekleştirmek konusunda çaba gösterir olmak “çevre bilinci”yle ifade ediliyor bugün.
Anlaşmanın diğer bölümlerinde banliyöler, gecekondular, boş zamanların konutta ve konut dışında değerlendirilmesi, konuta ve iş yerine ulaşım, konutların ana yollardan uzağa inşa edilmesi, yeşil sahaların kurulması, şehrin ruhu, toplu konutlar, bunlara bağlı birimler yani alış-veriş merkezleri, oyun sahaları, hobi değerlendirme imkanları v.s konut ve şehirle ilgili ele alınabilecek ne gelirse aklınıza Anlaşma metninde mevcut. İlginizi çekerse eğer size kalan sadece okumak ve biraz düşünmek…
İkinci kitaba gelince… Buna kitap demek ne kadar doğrudur, bilemiyorum ancak küçük bir kitap çapında veya eskilerin deyimiyle bir risale belki de… Aile ve Konut Konusunda Fransız Mimarlarının Bugünkü Eğilimleri adını taşıyor. Bu da 1968 yılında, İmar ve İskan Bakanlığı Mesken Genel Müdürlüğü Sosyal Araştırma Dairesi tarafından yayımlanmış. Çevirmen ön sözünde metin hakkında şunları söylüyor:
“Çevirisini sunduğumuz metin, Fransa’da konut sosyolojisi araştırmalarda ön safta gelen sosyologlardan biri olan Chombart de Lauwe’un başkanlığındaki bir ekip tarafından Fransız mimarları ve konut mühendisleriyle yapılmış olan bir mülakat dizisinden meydana gelmiştir. Le Corbusier de dahil olmak üzere, Fransanın en tanınmış konut uzmanlarının görüşlerini yansıtan bu mülakat dizisi, konut ve aile konusunda son derece önemli ipuçları vermekte ve mimarlar veya konut mühendisleriyle sosyologlar arasındaki işbirliğinin iyi bir örneğini teşkil etmektedir.”
Bunları okuma zahmetine girerseniz, mimarların neyi nasıl yaptıklarını, konutlarda oturacak olanların fikirlerini alıp-almadıklarını, müşterilerinin görüşlerine ne kadar değer verdiklerini; bireyselin ve kamunun ihtiyaçlarını ne kadar dikkate aldıklarını, bahçeli evler, toplu konutlar, yüksek konutlar inşa etmek konusundaki görüşlerini, estetik anlayışlarını, konutlarda aile hayatı, mahremiyet ve her biraya ait bir köşe anlayışını nasıl gerçekleştirdiklerini öğrenebilirsiniz.
Üstelik bunlardan bazıları oldukça da eğlenceli. Mesela Mimar Lods, Konutların Düzenlenmesi ve Donatılması Konusunda Mimarın ve Ailelerin Serbestliği başlığı altındaki bir soruya şöyle bir cevap vermiş: “Tamamen XVI.Louis tarzında bir ev isteyen bir müşterim vardı. Kendisine, o zaman “Madem ki böyle, o halde ne diye uçağa binerken de silahşör kılığına bürünmüyorsunuz?” diye sormuştum.”
Bu mülakatların en sonunda XX. yüzyılın mimarlarına yön veren Le Corbusier’e ayrı bir yer ayrılmış. Le Corbusier, endüstrinin gelişmesi sonucunda oluşan şehircilik sorunlarını çözmek için uğraşmış, bu konuda bir çok eser de vermiştir. Dünyayı dolaşmış, yaptığı çalışmalarla Buenos Aires, Rio, Cezayir, Stockholm, Anvers, Manhattan, Berlin, Hindistan gibi yerlerde düzenleme planları oluşmuş ve yeni şehirler yapılmış.
Le Corbusier’nin 1953’te, Marsilya’da tasarladığı 337 dairelik ilk Işıklı Site’nin çok hücumlara uğradığını görüyoruz. Yukarıya doğru yükselerek kazanılan yer (gökdelen) sayesinde her aile kendi hürlüğünü koruyabilecek; konutun uzantıları olan stadyumları, okulları, ticaret yerlerini de binaya katmak mümkün olabilecekti.
Ayrıca güneşten ve yeşillikten de faydalanılacaktı. Kamu hizmetleri ve ulaştırma masrafları daha tasarruflu hale gelecekti. Le Corbusier, Marsilya’da uyguladığı bu ilkeleri Nantes-Rezé’de de uyguladı.
Mülakatta, “aile meskeni” konusundaki gerçek problemi, modern cemiyetin yerleşmiş değil, göçebe bir cemiyet olduğuna bağlayan Le Corbusier, kimler için konut yapılacağına karar vermek gereği üzerinde durmaktadır: “Belli gruplar için mi evler yapılacaktır, yoksa çeşitli grupların özelliklerini birbirine karıştırarak “sosyal demetler”, yani çeşitli gruplara uygun gelebilecek konutlar mı hazırlanacaktır?
Buraya kadar yazdıklarımız bugünün şehirciliğinin, mimarisinin de sorunları. Ülkemizin de çözmesi gereken bir konut problemi var… Bu, bana hep şu basit, ama çözümü, hayli zor sözü hatırlatıyor: Ahirette iman, dünyada mekan…
Kitabı okumayı düşünürseniz size kolaylıklar dilerim…
Kentsel dönüşümde 7 yeni düzenleme