Yunanistan, denizin mavi rengiyle adeta özdeşleşmiş bir ülke. Denizin- gökyüzünün mavisiyle denizin köpüğü ve bulutların beyazı birleşerek, Yunanistan’ın mavi-beyaz bayrağını oluşturmuş sanki.
Drama
“Drama Köprüsü be Hasan dardır geçilmez be Hasan.
Soğuktur suları da Hasan, bir tas içilmez.
Anadan geçilir Hasan, yardan geçilmez be Hasan.
At martini de be Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda be Hasan dostlar dinlesin…”
[divider]
Dizeleri aklımda, koyuldum Drama yollarına…
Drama’da bu köprüden eser de yok, köprüden kimsenin haberi de yok. Köprü, ya çok önceden yıkılmış; ya yeri bilinmiyor ya da sadece bir efsane… Bilemiyorum ama Drama’da köprünün izine rastlamadım.
Noel zamanı gittiğim için şehirde geniş bir alana yayılmış, panayır alanına benzer Yunanların “Christmas Market” dedikleri bir yer kurulmuştu, oraya gittim. Christmas Market’de eğlence yerleri, standlar vardı. Bu standlarda hediyelik eşyalar, mumlar, takılar, hot dog, sıcak şarap, tatlılar, şekerlemeler ve denemediğim birçok yiyecek vardı. Özellikle çocuklu aileler, çocukları eğlendiği için daha keyifli gözüküyordu.
Şenlik alanında benim en büyük keyfim, fotoğraf çektirmek için yerleştirilmiş olan kardan adam- kardan kadın, Pontus kıyafetleri giymiş kadın ve erkek karton heykellerin, boş olan kafa kısmına kendi kafamı yerleştirerek fotoğraf çektirmek oldu. Daha çok çocuklara ve çocuk ruhlara hitap eden bu yer, benim içimdeki çocuğa da ulaşmış oldu böylece.
Drama’nın diğer bir eğlencesi de, şehirde kısa bir tur yaptıran beyaz trendi. Trene binmek isteyenlerin oluşturduğu uzun kuyruğa bir de soğuk hava eklenince, sıra beklemek istemedim ve tren gezisinden vazgeçtim.
Drama, Kavala’ya yakın olmasından dolayı birçok insan, keyifli vakit geçirmek için buraya geliyor. Drama’da birçok kafe-bar ve eğlence yeri var. Mekânların çoğunda Yunanca müzikler çalıyor. Yunanca müziği çok seven ben, bu sayede Grek müziğe doydum diyebilirim.
İskeçe
Türk kökenli nüfusun, Yunanlarla birlikte yaşadığı; Safranbolu evlerine benzeyen, güzel mimarisiyle beğenimi kazanan küçük bir şehir İskeçe…
Şehir, Noel ve yaklaşan yılbaşı sebebiyle ışıklarla bezenmişti. Yunanistan’ın geleneksel motiflerinden biri olan ışıklı kayık, Noel zamanında İskeçe meydanında sizi karşılıyor.
Yunanistan, denizin mavi rengiyle adeta özdeşleşmiş bir ülke. Denizin- gökyüzünün mavisiyle denizin köpüğü ve bulutların beyazı birleşerek, Yunanistan’ın mavi-beyaz bayrağını oluşturmuş sanki.
Yunanistan’da deniz çok önemli… Küçük sahil kasabalarında halkın en önemli geçim kaynağı deniz, yani balıkçılık ve deniz ürünleri. Antik Yunan Mitolojisi’nde yer alan denizlerin tanrısı Posedon’un kutsadığı denizden çıkan deniz ürünleri de ayrı bir lezzete sahip sanki…
İskeçe, gezdiğim şehirler içinde sokaklarında en çok insan gördüğüm yerlerden biriydi. Akşam saatlerinde gittiğim için çok etraflıca şehri gezemesem de, güzel mimarisi ve Arnavut kaldırımlı şirin sokaklarıyla insanı etkileyen bir yer. Sokaklarında gezerken şehrin bana hissettirdiği şey; Türk-Yunan kültürünün ortak etkisiyle farklı bir havaya sahip olan sokakların, bu kimliğini insana yansıtmasıydı.
Anadolu’nun güzel mimarisinin izlerini taşıyan kafeleri, restoranları, barları ve Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, insana Osmanlı zamanında bir Balkan şehrinde olduğunu hissettiren, İskeçe’nin sıcak sokakları keşfetmeniz için sizi bekliyor. Buradaki evlere bakarken ve bu sokaklarda dolaşırken aklımdaki tek düşünce; sılada olmadığım, evime yakın olduğumdu…
Selanik
Ulu Önder Atatürk’ün doğduğu, İzmir’in ikizi kent Selanik… Sahil kenarında bir hat boyunca dizilmiş evleri ve dükkânlarıyla Selanik’in İzmir’den pek bir farkı yok. Uzaktan görülen kalesi, varlığıyla size İzmir’de olmadığınızı hatırlatıyor.
Selanik’e yılbaşı günü gittim. Bir hayli kalabalıktı. Yolda, Türkçe konuşan birçok Türk turiste rastladım. Selanik, Türk turistlerin gözdesi durumunda… Bunda Atatürk’ün evinin de payı büyük. Ancak, Atatürk’ün evi bir süredir tadilatta olduğu için ne yazık ki göremedim.
Acıktığımız zaman, kendimize yemek yiyecek bir yer ararken insanların, kalabalıktan sokaklara taştığını gördük. Yılbaşı olması nedeniyle her yer o kadar kalabalıktı ki! İstanbul’da yaşayan ve kalabalıktan haliyle sıkılmış olan ben, kendimi kalabalığın dışına attım.
Restoranların ve kafelerin önünde, bizim mangalcılar gibi mangal yakmış birçok kişi vardı. Çevrilen etin bizimkilerden tek farkı etin, kuzu değil domuz eti olmasıydı. Açık havada yapılan mangalları görünce kendi kendime dedim ki; “ne kadar da benziyoruz birbirimize…”
Yemek yemek için sonunda uygun bir yer bulduk kendimize. Oturduk, yemeklerimizi yedik ve bir çeşit Yunan rakısı olan çipirolarımızı içtik. Bu içki, küçük ve açık şişelerde size sunuluyor. Yan masadaki orta yaşın üzerinde yemeklerini yiyen ve sohbet eden Yunan gruba “Hronia polla” yani iyi yıllar diledik. Ve kısa bir sohbet ettik yan masayla. Nereli olduğumuzu sordular: Ben ve bir arkadaşım, “Türk’üz” dedik. Masadaki bir bey; “Kardeşiz biz” dedi. “Benim ailem Ayvalık’tan, arkadaşımın ailesi Edirne’den…” diyerek sözlerine devam etti. O zaman daha iyi anladım ki, bu benzerliğin en büyük sebeplerinden biri hepimizin Anadolu kanı taşımamızdı. Bu coğrafyanın havası, suyu ve toprağıydı mayamız. Aynı yerlerde doğmuş, yaşamış ve Anadolu kültürünün yıllardır kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla süre gelen yansımalarının etkisindeydik. Bazılarının gözümüze sokmaya çalıştığı tüm ayrılıklara ve ufak tefek farklılıklara rağmen, Anadolu’nun ve Rumeli’nin çocukları, hepimiz kardeştik!
Yunanistan’dayken, bana soranlar oldu: “Nasıl buldun ülkemizi, beğendin mi?” dediler. Onlara hep aynı cevabı verdim: “Kendimi hiç başka bir ülkede gibi hissetmiyorum. Kendimi ‘evde’ gibi hissediyorum.” dedim. Türkiye’ye, İstanbul’a gelip görenler, ne demek istediğimi anladı. Türkiye’ye hiç gelmemiş olanlar kendimi evde hissetmemi büyük ihtimalle çok anlayamadı…
Orada bir ülke var, bize çok yakın! Gitmeli, görmeli ve o havayı solumalı… Güzel anılar ve duygularla ayrıldım Yunanistan’dan, tekrar gitmek üzere…
Yazıma, rahmetli Bülent Ecevit’in şiiriyle son veriyorum.
Türk-Yunan Şiiri
Sıla derdine düşünce anlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
Bir Rum şarkısı duyunca gör,
Gurbet elde İstanbul çocuğunu…
Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
Olmuşuz kanlı bıçaklı,
Yine de bir sevgidir içimizde
Böyle barış günlerinde saklı.
Bir soyun kanı olmasın varsın
Damarlarımızda akan kan
İçimizde şu deli rüzgâr,
Bir havadan…
Bu yağmurla cömert
Bu güneşle sıcak
Gönlümüzden bahar dolusu kopan
İyilikler kucak kucak…
Bu sudan, bu tattandır ikimizde de günah
Bütün içkiler gibi zararı kadar leziz.
Bir iklimin meyvasından sızdırılmış
Bir içkidir kötülüklerimiz.
Aramızda bir mavi büyü
Bir sıcak deniz,
Kıyılarında birbirinden güzel
İki milletiz.
Bizimle dirilecek bir gün
Ege’nin altın çağı
Yanıp yarının ateşinden
Eskinin ocağı.
Önce bir kahkaha çalınır kulağına
Sonra Rum şiveli Türkçeler
O, Boğaz’dan söz eder
Sen rakıyı hatırlarsın.
Yunanlıyla kardeş olduğunu,
Sıla derdine düşünce anlarsın.
Londra, 1947