Özbenlikten benliğe öğütler (1)

Hey sen! Yani ben! Sana bugün yaşamla ilgili çoğu zaman göz ardı ettiğin bazı gerçeklerden bahsedeceğim: Hayatın, evrendeki dokuz boyuttan sadece üç tanesinde geçiyor (en, boy ve yükseklik).

ozbenlikten-benlige-ogutler

Buna dördüncü boyut olan zaman da eklendiğinde bütün hayatının bu dört boyutta geçtiğini söyleyebiliriz. Bugüne kadar sana hep zamanın değeri anlatıldı. “Vakit nakittir” gibi sözlerle büyütülerek bugünlere geldin.  Bir yerlere yetişmek için deli gibi koştun durdun.  Neden koştuğunu sorgulamadan…

Bazen de sorguladığın halde cevabını bulamadın ve sormayı bırakıp diğerleriyle beraber koşmaya devam ettin.  Anlatmaya öncelikle sana evrenin kıyıda köşede kalmış ama bizim için çok önemli olan bir gerçeğinden bahsederek başlayacağım: Hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Daha da önemlisi hiçbir şeyin aslında o kadar da önemi yoktur. Böylece önemli olmadığı için geç kalınmış ta sayılmaz. Çünkü gün gelecek her şey önemini yitirecek ve önem verdiğimiz şeylerin yerine yeni şeyler hayatımıza girecek. Sadece şuna önem vermeni istiyorum: Yaşadığın her an varoluşunun değerini hisset! Gerçekte tek önemli şeyin koşulsuz sevgi olduğunu bil ve bu sana yetsin… Kendin dâhil her şeyi koşulsuz sev. Böylece acıyla değil sevgiyle olgunlaşmayı seçeceksin. Olgunlaştıkça farkındalığın artacak. Farkındalığın arttıkça da daha çok var olacaksın…


Koşulsuz sevgi:

Bugüne kadar koşulsuz sevgi denildiğinde aklına hep koşullara rağmen sevgi geldi.

— Bana hep kötü davranmasına rağmen onu seviyorum.

— Gerçekten sinirlerimi alt üst ediyor ama yine de onu seviyorum.


Gerçek koşulsuz sevgi var olan koşulları görmeden sevebilmektir. Yani koşulsuz sevgide koşul yoktur. Ama biz koşulsuz sevgiyi hep mevcut koşullara rağmen sevmek olarak algıladık. Sevgiyi nitelendirdiğin anda koşullu seviyorsun demektir. Koşulları görme. Sevgi, fıtratının bir parçası olduğu için sev. Bir muhabbet kuşunu ne kadar seviyorsan bir kargayı da o kadar sev. Başkalarının adı ne olursa olsun nefret içeren sözlerine kulak asma. Kısa bir zaman için bu dünyadasın. Ve sen bu dünyaya sevmek için gönderildin. Bir arabesk parçanın sözleri gibi değil senin hayatın. Yaradılışına en uygun eylem sevmektir. Sevgi, kâinata en uygun eylemdir. Sırf bunun için sev. İşte o zaman varoluşun coşkusunu yaşayacaksın. En başta da dediğim gibi hiçbir şeyin önemi olmadığını anladığın anda geriye sadece o coşku kalacak. O coşku gençlik hormonları üretmeni sağlayacak. Ve sen de bu sayede hayatta kalacaksın.

Koşulsuz sevgi denildiğinde aklına hep koşullara rağmen sevgi geldi. Gerçek koşulsuz sevgi var olan koşulları görmeden sevebilmektir.

Olgunluk:

Ruhunun olgunlaşmasını mı istiyorsun? Öyleyse daha uyanık ol! Uyanmadan olgunlaşamazsın. Etrafını gözetle. En basitinden yolda yürürken kimsenin bakmadığına bak. Şehrin en işlek caddesine çık. Orada lüks arabalar, güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar, pembeler, sarılar, süt maviler göreceksin. Herkesin gördüğü şeyleri sen de göreceksin… Şimdi kimsenin görmediğini görmeye çalış. Gözlerin vasat olanı, uygunsuz olanı arasın. İşte o zaman yankesicileri göreceksin. Kaldırıma düşmüş serçe yavrusunu, köşedeki dilenciyi, yanından geçip giden ilkokul arkadaşını fark edeceksin. Belki o arada kendine ait bir şeyleri de fark edersin… Hatta her şeyden önce mümkünse bir ayna bul ve önce kendine bak. Fark etmeye kendinden başla! Gözlerinin içine bak! Gözbebeklerinin içine…

Sahip olduğunu zannettiğin kendi gözlerine on saniyeden fazla bakamadığını fark edeceksin. Çünkü insanın kendi gözlerine bakması başkasının gözlerine bakmaya benzemiyor. Orada sen varsın. Her ne kadar bu bir izdüşümü olsa da aynada kendi gözlerine baktığında kendinle ve bütün egolarınla baş başa kalacaksın. Ve bu seni korkutacak. Bugüne kadar kendine telkin ettiğin kimlikten korkacaksın. Sadece kendini gerçekten tanımak istiyorsan bunu yap. Başkasını tanımaya gözlerden başlıyorsun madem öyleyse kendini tanımaya da kendi gözlerinden başla. Olduğunu zannettiğin kişiden başka birini görebilirsin orada.

Farkındayım öyleyse varım:


Farkındalık mı istiyorsun? Öyleyse hiçbir şey için acele etme. Acele ettikçe etrafında ve kendinde olan bitenleri fark edemezsin. Hiçbir şey için geç kalmaya değmeyeceği gibi acele etmeye de değmez. Sen bir yerden bir yere gitmiyorsun ki acele edesin. Hayat zaten seni gitmen gereken yere götürüyor. Herkes gibi sen de kendi hayatınla ilgili planlar yapıyorsun. Fakat bu planları yaparken daha büyük bir planın parçası olduğunu unutma. Ve bunu göz ardı etmeden yaşa. İçi boş hedeflerin peşinden koşacağına dur ve etrafı dinle. Kuşların ötüşünü dinle. Dalgaların sesine kulak ver. Doğanın ahengiyle dans et. İşte o zaman koşman gerekmediğini anlayacaksın. Anlayacaksın ki asıl yapman gereken şey önce durmak ve dinlemek. Sonra koşmak istiyorsan yine koş. Ne istiyorsan onu yap. Sen zaten bir yolculuğun içindesin. Dünya gemisindesin ve saniyede 467 metre hızla dönüyorsun. Asıl yolculuğun ruhunun olgunlaşma yolculuğu olduğunu unutma! Bizler kâinat nehrinin birer damlasıyız. Kendimizi suyun akışına bıraksak da bırakmasak da nehir bizi götürmesi gereken yere götürecektir… Sana tek tavsiye edebileceğim bu yolculuğun tadını çıkarman. Ne kadar farkına varırsan o kadar bu coşkuyu yaşarsın. Bu coşku varoluşun coşkusudur.

Gözlerine bakarak insanın ne düşündüğünü anlayabilir misiniz?


Cem Özüak
1978, İstanbul doğumlu. 1998'de Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf bölümünden, 2002'de Anadolu Üniversitesi İktisat bölümünden mezun oldu. 2011'de Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Uzun yıllar bankacı olarak çalıştı. Kişilerarası İletişim Uzmanı, Mentör, Yaşam ve Yönetici Koçu, Stratejik Pazarlama ve Yönetim Danışmanı olarak çalışmalarına devam ediyor. Kişi ve kurumlara iletişim eğitimleri veriyor.