Umut ile bekleyiş hikayeleri

Umut etmek, tek başına ıssız bir koyda beklemek gibidir. Hayal ettiğin, gerçekleşmesini istediğin şey ister yakın ister uzak olsun, isterse tamamen belirsiz olsun yine de bu koyda uzaklara bakarken bulursun kendini. Gözünün gördüğü kadar uzağa bakar haberin nereden geleceğini anlamaya çalışırsın.

umut etmek

Umut etmek, tek başına ıssız bir koyda beklemek gibidir.

Meydandaki çeşmenin önünde bekleyen bir delikanlı. Heyecanlı gözüküyor. Belli ki birisini bekliyor. Belki de özel biridir beklediği. Montu elinde, çantası yerde duruyor. Buluşma noktasına biraz erken gelmiş gibi. Kalbi hızla çarpıyor, yerinde duramıyor. Karşıdan gelen her yüze dikkatle bakıyor. Arada o mu acaba dedirten birileri çıkınca, eli, kolu fazlalıkmış gibi geliyor sanki nereye koyacağını bilemiyor. Düşündükçe çişi geliyor sürekli. Neden bu halde olduğunu çözemiyor bir türlü. Bir taraftan da içindeki beğenilme arzusu sıkıştırıyor onu köşeye. Terlemeye başlıyor. Alnını cebinden çıkardığı mendille kurularken, gayet şık giyindiğini hatırlatıyor kendi kendine ve buluşacağı kişinin beğenmesini umut ediyor.

boks

Seyircilerin sesleriyle dolan koridor, onu ringe götürmeyi bekliyor. Yürümeye başlıyor. Bugünü iple çeken o adamın aksine yavaşça ilerliyor. İlerledikçe sesler artıyor. İlerledikçe beklediği günün geldiğine daha çok inanmaya başlıyor. Geçen zaman içinde yaşadıkları gözlerinin önünden geçiyor. Yıllarca tek bir güne hazırlandığına ve o anın gelmesini beklediğine inanamıyor. Her gün yılmadan antrenman yapmış ve ne söylendiyse onları yemişti. Geçen günler sadece bu gün için yaşanmışlardı. Bütün dualarında, bütün verdiği sözlerde sadece bu gün vardı. Şimdi sırası gelmiş ve verdiği sözlerin arkasında durup en iyi şekilde mücadele edecekti. Bu ringe uzanan yolda onu hiç yalnız bırakmamış olan umut ışığı, şimdi hiç parlamadığı kadar parlak ve ringden gelen ışıklarla birdi adeta.


***

Her gün bir cesaret ve umut hareketiyle başlar: Yataktan kalkmak. Mason Cooley

Yağmurlu bir sabaha uyanmış ve işe gitmek zorunda olmanın baskısıyla yatağa gömülmüştü. Yorganına sıkı sıkı sarılarak saklandığı soğuğa, teslim olma vaktinin geldiğini duymuştu. Hem de arsız çalar saatten. Evde nefret ettiği ve bu yüzden zaman zaman yenisini almak zorunda kaldığı yegane eşyaydı kendisi. Her zaman ki gibi ona boyun eğdi ve hızlıca hazırlanıp evden çıktı. Otobüs durağına doğru yürürken yağan yağmurun haberini, akşam izlediği hava durumundan almıştı. Bu sabah da diğerleri gibi sıradan geçecekti. Durakta bekleyen aynı yüzler bu düşüncesini onaylar gibiydi. O da beklemeye başladı. Gün yeni başlamasına rağmen şimdiden yorgundu. Bütün hafta yoğun çalışmış, evde de bir türlü dinlenmeye vakit bulamamıştı. Kendine ayıracağı bir zaman diliminin hayalini kurarken, durağa yanaşan otobüs doğruca hayalinin içinden geçerek onu mahvetmişti. Boş bir koltuk bulabilme umuduyla otobüse doğru ilerlemeye başladı.

***

polis

Bu sıcakta bu kıyafetlerle ayakta beklemek tam bir işkenceydi. Montunda, kalkanında ve daha bir sürü yerde yazan çevik kuvvet yazısı olmasa neden burada olduğunu anımsayamayacaktı. Etrafında yüzlerce ondan vardı. Sanki onu giydirip bütün meydanı çevirmeye yetecek kadar kopyalamışlardı. Şehrin en büyük meydanını kapatmak için yüzlerce polise ihtiyaç duyulacağını düşünse de tam rakamı tahmin edemedi. Bir tahminde bulunmak için etrafı incelerken, uzakta beliren yazılar dikkatini çekti. Sanki havada kendi başlarına süzülerek bize doğru geliyorlardı. Çok geçmeden beliren insanlar bir anlık şaşkınlığı yok etse de yüzlerindeki öfkeli ve kararlı ifade beni tekrar şaşırtmıştı. Doğruca üzerimize gelen kalabalık meydana girmek için her şeyi yaparız diye haykırıyordu sanki. Bizler kıpırdamadan beklemeye devam ettik. Bahçeye girmeye çalışan bir hayvanı uzak tutmak için çekilmiş bir dikenli tel ya da taştan bir duvar gibiydik. Zaman daraldıkça yapacaklarım için gereken kuvveti ve acımasızlığı kendimde bulmaya çalıştım. Geçit vermeyen, taştan bir duvar rolüne bürünmek belki de sahiden en iyisiydi. Ama içimden kalkanımı tutmak, zamanı gelince copumu kemerimden çıkarıp insanlara savurmak gelmiyordu. Arkadan gelen sesler dikkatimi dağıttı bir an. Arkadaşlarım biber gazı tüplerini takıyorlardı tüfeklerine. Çıkan mekanik ses ve sonrasındaki sessizlik… ‘Daha değil!’ diyor amirimiz. Beklemeye devam ediyoruz. Grup yavaşlamaya başlıyor. İçimde bir umut beliriyor. Ne olur vazgeçin, geri dönün. Ne olur geri dönsünler.

***

hastane bekleyen insan

‘Sen de kim oluyorsun? Ne biçim doktorsun sen? Bırakın beni! Kardeşimi göreceğim!’

‘Tamam. Tamam sakinleştim. Bırakın beni. Oturup bekleyeceğim.’

Saatlerdir bekliyorum. Geçmiyor bir türlü zaman. Neden önce doktorla görüşmem gerek. Neden direk kardeşimin yanına gidemiyorum. Nerede kaldı bu doktor. Ana baba günü gibi hastane zaten. Bana sıra ne zaman gelecek. Gelip de anlatsın ne anlatacaksa sonra kardeşimi göreyim. Yeter! Zaten yıllardır görmüyorum onu. Neden peki! Neden ha! Nereye gitti içinde beslediğin onca kin. Nereye gitti dedim sana! Budala! Sen ne biçim bir insansın. Ne biçim bir ağabeysin ki kardeşini yıllardır ne arıyor ne soruyorsun. Şimdi ne oldu. Kardeşinin hastaneye düşmesini niye bekledin. Niye!


Doktorun ağzından dökülen kelimelere inanamadım. Karantinaya almışlar kardeşimi. Yanına girmem yasak. Ona dokunmam yasak. Camın ardından bakıyorum ona. Beklemeye devam ediyorum. Ona tekrar sarılacağım anın umuduyla yaşıyorum.

***

Beşinci tanışma yıl dönümlerini kutlayan iki sevgili. Yemek yemeye gelmişler şık bir restorana. Kız, uzun zamandır beklediği anın umuduyla sessizce oturuyor. Erkek ise ciddi bir adım için henüz hazır hissetmiyor kendini. Biraz daha beklemeleri gerektiğini düşünüyor ve kızın anlayış göstermesini umut ediyor.

***

Umut etmek, tek başına ıssız bir koyda beklemek gibidir. Hayal ettiğin, gerçekleşmesini istediğin şey ister yakın ister uzak olsun, isterse tamamen belirsiz olsun yine de bu koyda uzaklara bakarken bulursun kendini. Gözünün gördüğü kadar uzağa bakar haberin nereden geleceğini anlamaya çalışırsın. Kimi zaman yerden bir taş alıp var gücünle fırlatır, suda çıkardığı sesi dinler ve sudaki yayılan halkalara bakarsın. Belirsizlik zordur ve umut etmenin çetin bir parçasıdır.

[divider]

Notlar:

(1) Yazıdaki kısa film, İstanbul/Riva’da çektiğim fotoğrafların sıralanmasıyla oluşturulmuştur.

(2)  Yazıdaki kısa filmde çalan müzik: Air On The G String/Bach and the Sea


(3)  Yazıdaki kısa filmde yer alan kardeşim Kübra Hurhun’a teşekkür ederim.


Tolga Hurhun
1985, Çorlu Tekirdağ doğumlu. Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümü mezunu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Yönetimi Yüksek Lisans diplomasına sahip. Stuttgart, Almanya'da yaşıyor, Mercedes-Benz'de çalışıyor. Fotoğrafçılık, bisiklet, tüplü dalış, gezi-seyahat, keman çalma, kitap ve film ilgi alanları arasında.