Hava serindi. Siyahî bulutlar sırayla yerlerini alıyor, birbirleri ile çatışacakları ve aralarından kaybedecek olanların ağlayacağı an’ ı bekliyorlardı. Ben ise arabada uzun bir yola doğru sürüklenmeye başlamıştım. Yola çıktıktan birkaç dakika sonra çok ciddi bir çatışma ile yağmur damlaları hızla serpilmeye başlamıştı.
Olmaz olmaz demeyin!
Bakın bu sefer kiminle sohbet ettim. Boy pos onda, kaş göz onda, bir de üstüne hoş söz eklenince, bakın ortaya neler çıktı=)
Hava serindi. Siyahî bulutlar sırayla yerlerini alıyor, birbirleri ile çatışacakları ve aralarından kaybedecek olanların ağlayacağı an’ ı bekliyorlardı. Ben ise arabada uzun bir yola doğru sürüklenmeye başlamıştım. Yola çıktıktan birkaç dakika sonra çok ciddi bir çatışma ile yağmur damlaları hızla serpilmeye başlamıştı. Onlar arabanın üzerinden hızla akıp giderken, ben de onlara doğru akıp gitmeye karar vermiştim. Nasıl mı? Yağmurla hoş bir sohbete başlayarak.
Bakalım serpil bu kez nasıl serpildi!
Her yağmur damlası sanki bana dokunamadıkları için kızgın gibiydiler. Bir dış etken ile (arabamla) karşılaşmak, kızgınlıklarını arttırıyor ve matemle yere doğru düşmeye başlıyorlardı. Yağmura “lütfen kızmayın, bana dokunmanıza izin vereceğim.” dedim. Penceremin camını açıp, elimi yağmurun ıslak kelimelerine doğru uzattım. Elime her düştüklerinde “merhaba” der gibiydiler. Onlara “hoş geldiniz” dememek mümkün değildi. Sohbetimiz şöyle devam eti. “Biliyorum, geliş sebebiniz sadece ben değilim ama beni de es geçmeyişinize minnetle şahidim.” Şaka maka kendimi yağmurla hoş bir sohbetin içinde buluvermiştim. Ve yağmur diyordu ki;
[divider]
Kim için yağarım sanırsın?
Neden azimle kaçıp durursun?
İsterim elbet bende iki kelam,
Sohbetim de hoştur vesselam.
“Çöl” dedin, ben geldim sen gittin.
“Sıcak“ dedin, ben yağdım sen bittin.
Yüzümü karartıp ben sana coştukça,
Sen koşarak kaçmaya meylettin.
Bağ bahçe demedim can verdim,
Dert dermen demedim hoş geldim.
“Kalp susuz kalır mı?” dedin de,
Yağdım yağdım da sen görmedin.
Gözyaşını az mı gizledim?
Göklerde sana kuşak mı çizmedim?
Ben bitince benden arta kalan,
Toprak kokusu mu sevmedin?
Bir ben vardı benden içeri.
Aşkla yağdım benden dışarı.
Ben hem çisilim, hem sağanak,
Derdim bereketle aşkı sunmak.
İşte sağanak yağmur aynen böyle veryansın ediyordu. Her kelimesinde çok da haklıydı. Haklıydı da, ben bunu ne zaman anladım biliyor musunuz? Haydi, size onu da anlatayım.
Yolculuğum bittiğinde arabamı park etmiştim. Henüz arabadan inmeden şemsiyemi açıp, yağmurdan kaçmak için hazırlığımı çoktan yapmıştım. Dışarıya adım attığımda yağmur damlaları şemsiyeye tüm haşmetiyle vurmaya başlamıştı. Başımı yukarıya doğru kaldırdığımda o an yağmur dedi ki ; “Konuştuklarımızı ne de çabuk unuttun!” Gülümsemeye başladım ve şemsiyemi bırakıp yağmurun bana dokunmasına izin verdim. Güzel yağıyordu güzel=) Ama ben, her yağmur yağdığında şemsiyemi açmayı öğrenmiştim. Islanmamak gerekiyordu. Of of, şimdi bunun içinde bir sürü neden buluruz kendimize. Biraz ıslanmaya doğru kendimizi bıraksaydık ya! Gerekirse şeker gibi eriseydik ne olurdu, en kötü ihtimalle her yer şeker olurdu=)
Kaçırdığımız ne kadar çok güzellik var öyle değil mi? Doğanın en doğal hali ile bize sunduklarından kaçıyorduk. Elbette her yağmurda kendimizi bırakalım demiyorum. Ama en azından “yağmurun bize kendini nasıl bıraktığını kaçırmayalım” diyorum. Yağmurun saçlarıma bıraktığı veda busesinde serin bir aşk kokusu vardı. Onun beni sevdiği kadar, benim de onu sevdiğimi işte o gün anladı.
Tüm sevgi yağmurlarında şemsiyesiz kalın hemi=)
Ve kocaman sevgilerimle…İşte Öyle!