Zerre Filizlenmek İster

İnsan olarak, belli bir düşünce yapısına, dünya görüşüne ve ahlaki donanıma sahibiz; okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz müzikler, sinema, tiyatro, aileden veya ulustan gelen gelenek ve görenekler… yaşadığımız coğrafya, bizi birey haline getirmiştir. Mutluluk ve hayatın anlamı bu çerçeveyle çizilir ve bizler, oluşturduğumuz kitlenin kurallarına uyarak ilişkilerimizi düzenleriz.

27288_494385280613961_1430527933_n

Felsefecilerimiz, sanatçılarımız ve önderlerimiz vardır, bize yol gösteren soylu düşünceler. Onlara güveniriz. Onlar, entelektüel düzlemde gereğini yapmışlar, yasaları oluşturmuş, ideolojik sistemi kurmuşlardır. Bizim yerimize düşünür ve mücadele ederler ve bir gün ‘ Yanlış oldu, bu sistem yürümüyor’ denilerek, bizi oluşturan tüm birikimleri inkar edip’ doğrusu bundan sonra böyle olacak’ denilene kadar. Kitaplar yeniden yazılır, felsefe yeniden oluşturulur, tüm hücrelerimize kadar yeni ahlak yasalarıyla şekillendiriliriz. İnkarların çokluğunun, yozlaşmanın tarihini yazdığımızı bilmeden ‘ Kafka’ vari bir ‘ Dönüşüm’ ün kapılarından geçeriz.


Gecenin kirli bir zamanı ve kirli bir otelin, kirli odasında yalnızlığıma teslim olarak, boyun eğişin sözleşmesini okuyorum ki sonunda kabul edip imzalayacağım; kabul edilen, yaşama ait bütün değerlerin ordularına daha fazla direnemedim ve karanlığın gücüne beyaz bayrağımla diz çöktüm, iyi niyetlerimiz değil midir, yaşamı zehir etmenin ön sözü?

Yaşam, acımasız ve amansız bir kurgusal öyküdür; kahramanlarının beklentileri veya yaşadıkları, öngörüleri, dışarıdan etkilerle, yaratılan kumpasların sonucunda oluşan felaketlerle, kaosla dramatik bir şekilde değişebilir. Yazarının kontrolünden çıkmış öykünün kahramanları gibi yarım cümleleri yaşarız kalabalıklarda.

Hep inkar durumunda tetikteyiz

Değişim her zaman iyiye, güzele doğru olmuyor hayatta; çocukluğumuzda kurduğumuz pembe hayaller karabasan gibi üzerimize çöktüğünde, gerçeklik uzaklaşıyor, kabul etmekte zorlanıyoruz travmalarımızı, hep inkar durumunda, tetikteyiz. Yalanlar, ikiyüzlülükler, terketmeler biriktirdiğimizde, ne kadar güzellik kalmışsa çevremizde, tiksintimizi üzerine kusarız ki bize benzesin, çünkü gri mevsimlerin insanları güneşin sıcağını sevemez.

Neşe ve özgürlük duygularını yeniden yaşatacak bir amaç için, her yasayı çiğneyecek duruma gelebilir insan. Boğazın akıntısının soğuk sularında deli bir heyecanla kulaç atmak, çizgi romanların kahramanı olmak ve anneye en çok benzeyen kıza aşık olup, babasından dayak yemek gibi yaşamın özüne inmek. Kirli odanın kapısı açılır, karanlıktan bir dost, en çökmüş haliyle yalnızlığıma girer, karşıma oturur. Sıkıntılı, sarhoş ve aşıktır. Kafasında tahmin bile edemeyeceğim cinayet planları saklıyor ve meçhul bir fail olmak için son derece dikkatli. Sevgilisinin benimle olduğu saatleri, otelin karşısındaki meyhanede içerek geçirmiş ve onun parlayan gözlerle gitmesinden sonra, karanlık bakışlarla karşıma geçmiş oturuyordu.

Aşk sandığı garip bir aldanmaydı, gözleri açık düş görmüştü sadece. O’ nu baştan kendisinin çıkardığını sanıyordu ve namus kavramı üzerine söylevler atarak, sevgisinin gerçekliğini kanıtlamaya çalışıyordu. Gözlerindeki uzaklığı görünce sevgilinin, karmaşık ahlaki kavramların O’ na göre olmadığının ayrımına vardı sonraları. Aşkı eğitme çabalarının anlamsız olduğunu göremiyordu, düşlerinde kendisine göre yoğurduğu birini seviyordu; saygı duyulmak için bunu önce kendisinin göstermesi gerektiğine inanarak, sevgilisinin önünde hep diz çökerdi ve terkedildiğinde yere yıkılması işte bu yüzden çok kolay olmuştu. Şimdi bana bakarak bir şeyler söylememi, kendimi savunmamı, hatta affedilmek için yalvarmamı bekliyordu, hiçbirini yapmadım. Salt suskunluk.


Mürit akşamların iki yalnız adamıyız şu an. İnsanların secdeye vardığı saatlerde birimiz başkaldırmaya hazırken, diğerimiz infazını bekliyordu. Yanıma gelirken, kentin dik yokuşlarında, çıktıkça bitmeyen merdivenlerine sarhoş kusmuklar bırakmıştı. Köpek çetelerinin işgali altındaki sokaklarda kaybettiği sevgilinin tek sorumlusu olarak beni görüyordu ve haksızdı: Tutkuyu, arzuyu, seviyi birbirine karıştırmış zorba bir ahlakçı olmuştu. Alkolün kızarttığı gözleri üzerimde, itiraf etmemi bekliyordu; ama, akşam bitmişliği hüküm sürüyordu ruhumda, konuşmak istemiyordum.Yalnızlıktan doğan bir kalabalığın korkak savaşçısıydım; yoz, ahlaksız ilişkilerin değişmez aktörü, arafta hapsedilmiş bir tutsak: Aşklarım, sevişmelerim hırsızlama. Kavuşmalarımın ve terkedilişlerimin kalleşliğinde tüm ilkelerinden vazgeçmiş bir yorgun.

Bir anlam ifade etmeyen yaşamım, bir anlam ifade edecek mezarlığa akmak istiyor. Dikey konumdan, yatay aleme geçecek olan ruhumu zorluyorum, içimde belki bir umut kalmıştır diye direniyorum ama yanıt hep sessizlik oluyor nedense. Bu gezegende bir yabancı gibi duyumsadım kendimi hep, uyum sağlayamamanın acısını benle beraber yaşadı sevgimle boğduklarım. Kendimi bir bıraksam, kente yağardım kan gibi. Filizlenen bir umut, doğan güne şarkıydı yaşam bir zamanlar benim için. Mutluluk, saklambaç oynardı düş bahçelerimde, arardım ebelemek için. Bir genç kızın saçlarında aşktım rengi kızıl olan. Katledilmemiştim. Saftım. Sonra ne oldu? Nasıl oldu? Bir sır. Bütün kapılardan alçakça kovuldum. Korkmuştum. Yalnızdım. Tutunduğum buzlar eridi. Soğuk gecelerde serseri aşkların pususuna düştüm.

Sen yoktun bana geldiğinde, saat cinayeti işaret etmişti: Maktulü ben. Bana geldiğinde sen yoktun. Yokluğuyla beraber geldin sevgilinin karanlığından. Beni yaşamıyorsun artık. Beni solumuyorsun. Beni gömdüğün karanlıkta, naftalinlenmemiş bir çürümeyi yaşayacağım. Sonbahar güneşi batıyor içimde, hiç gücüm kalmadı kendimi savunmak için. Belalı akşamlara gebe kalmış sokak kadınlarının sancılı çığlıklarının duyulduğu saatteyiz. ‘ Seni, tam da seni sevdiğini bildiğin bir anda bıraktı değil mi? O boşluğu içinde sakla ve sakın unutayım deme. Kıskançlığının seni nelere zorladığını hiç unutma! ‘ İçimden geçirdiklerimi anlamıştı. Kalktı ve karanlığa gömülerek kayboldu.

Yalnızdım. Dostun acısı ve hüznü belki de O’ nun iyileştiğinin habercisiydi. İlişkisine yüce bir anlam katıp, kutsallaştırarak gülünçleşmeyecekti artık belki de. Ama ben, gülünçleşmeyi bile beceremeyecek kadar yılgındım. Yaşanılan ilişkileri, ait olduğu zamanın içinde yalnızlaştırıyordum ve uzayın derinliği içinde kaybediyordum. Ben buydum: Yaşamıma giren kim olursa olsun, sadece kendi olarak gelirdi. Sahip olduğu değerleri, aşkları, eşleri, işi, statüyü giysileriye beraber kapının ağzında soyunurdu ve yaşanılanlardan sonra bıraktıklarını almak istemezse orada kalırlardı.

Bozulmuş yeminler gibi inkar edilen peygamberler gibiydik

Mutsuzluğumuzun kaynağı, gül cesetlerine yaktığımız ağıtlarda kalacak. Bozulmuş yeminler gibi yaşam bize yabancılaşıp, hep kendini inkar edecek. Aşkları her gömüşümüzde tüm ölümler akrabamız olacak. Bıçaklanmış mevsimler, inkar edilen peygamberler gibiydik değişimin girdaplarında. Yaşam acıların her türlüsünü karşımıza çıkardı, sözcüklerini ruhumuza kazıdı, sonra ‘ Unut’ bunları dedi.

Yenikliğin ve tutsaklığın, okyanuslar gibi dalgalarını üstümüze saldığı, sığınacak bir liman bulamadığımızda, ıssız adaların Robinson’ u olmak belki bir çözüm olabilir. Adalar: Yaşantımızı gözden geçirip, kayıp hazinelerini bulmamıza yardımcı olabilir mi? Bilinmeyen ve tanımlanmayan bir sisin içinde kaybolmak yazgımız mıdır? Kara parçasını görmek zorlaşsa da okyanuslar içinde sığınabilecek adalar arar dururuz. Yanımıza alabileceğimiz üç şeyden biri direnen ruhumuz olacaktır. Çok geçmeden tüm adaları dolaşsak da, yorgunluğun utancıyla korsanların yağmalamasına izin versek de, köle pazarlarında sevgiliden ayrı düşsek de, dolaştığımız tüm kumsalların zerrelerini tanımanın mutluluğu, yaşamı yine sevdirecektir bize.


Bir ceninim anne karnında, hissediyorum. Bir başka gezegene doğacağım. Kimliğim şekillenecek yakında. Temiz bir ruhum olacak ve çocukluğumun bahçelerinde, tozpembe hayata yeniden açacağım gözlerimi. Yıldırım olup düşmeyeceğim, gözyaşı olmayacağım. Ortalık şu an fena karanlık ama, filizlenen yüreğimle yeniden aydınlanacak.