O beni çok seviyor diye kendimi onu sevmek zorunda hissetmek beni kızgın biri haline getirdi. Onun kalbini kırmamak ve zorla sevmek olur mu?
“Yapamıyorum” diye haykıran bir ses birden bire kulaklarımda çınladı. Genç kızın kapıdan girer girmez bana sunduğu isyan hali beni biraz şaşkına çevirmişti. Sanki kapıma gelene kadar o cümleyi kusmak için kendini zor tutmuştu. Öyle kızgındı ki, o an kendime “bu neyin isyanı, oysa daha çok genç” dedim. Sonra toparlayarak “isyanın yaşı mı olur” diyerek kendi kendime gülümsedim. Genç kız gözyaşlarını akıtmamak için kararlı gibi görünüyordu. Titreyen elleri ona uzattığım su dolu bardağı dudak hizasına götürmekte zorlandı.
Belli ki bir şeyler hakkında kendini çok hırpalamıştı. Koltuğa oturduğunda ben soru sormaya başlamadan bardağı dizlerinin arasına sıkıştırarak anlatmaya başladı. Benim soru sormama gerek kalmayacaktı. Benden her hangi bir şeyin onayını da istemeyecekti Derdi sadece anlatmak ve güvendiği birinin karşısında kendini delice sorgulamaktı. Eyvallah diyelim! Dostlar ne güne duruyor. O güne, bu güne, şu güne…
Evet, öyle hemen iki gözü iki çeşme olamayacak kadar gururlu bir kızdı. “Yapamıyorum” kelimesinden sonra ağzından çıkan ikinci kelime “o beni çok seviyor ama ben onu sevemiyorum” cümlesi oldu. Vay ki ne vay! “Sevmiyorum” değil “sevemiyorum” diyordu. Demek ki sırf karşısındaki kişi onu çok seviyor diye, o da onu sevmek için kendini bayağı zorlamıştı. Yüksek sesle gelen isyan kelimeleri sırayla şöylece devam etti:
“Ben iyi biriyim. İ-yi bi-ri-yim. Biliyorum ki beni çok seviyor. Onu üzmek istemiyorum. İyi, kibar, şefkatli ve sevgi dolu davranıyor. Aylardır kendime şöyle diyorum “seni bu kadar çok seven biri mutlaka mutlu edecek, hayatının sonuna kadar seni üzmeyip değer verecektir. Daha başka ne istiyorsun, denemelisin, eminim sen de onu zamanla seveceksin.” Diyorum diyorum da olmuyor işte! Bu yüzden kendimi kötü hissetmeye başladım. Onu neden sevemiyordum ki? Neden, neden, neden… Yoksa ben gerçekten kötü biri miydim?
İşte bu sırayla gelen ‘neden’ sorularından sonra başını küçücük ellerinin arasına aldı ve dayanamayarak gözyaşlarını dizlerine sıkıştırdığı su dolu bardağın içine doğru düşürdü. Kısa süren sessizlik ona çok iyi gelmişti. Başını kaldırıp gözlerimin içine bakarak sakinleşmiş bir şekilde kendini sorgulamaya devam etti.
Yoksa beni çok sevdiği ve çok iyi davrandığı için ona karşı minnet mi duyuyorum? Çünkü benim ona karşı duyduğum şey asla aşk değil. Onun yanında olmak için can atmıyorum. Her günümü onunla geçirmek istemiyorum. Beni görmek istediğinde, pembe yalanlar uyduruyorum ve bu durumdan rahatsızlık duyuyorum. Ona onun istediği gibi sevmediğimi söyledim halde “sevmek için lütfen kendini zorla, çünkü seni çok seviyorum” diyor. İnan bunu deniyorum, kendimi çok da zorluyorum. Tamam, çok iyi bir insan olabilir ama ben de iyi bir insanım! Duyguların karşılıklı yaşandığı bir aşk istiyorum. Sevdiğim kişiye karşı heyecan duymak, özlemek, ömrümü onunla geçirmek için can atmak istiyorum.
Sadece o beni çok seviyor diye kendimi onu sevmek zorunda hissetmek beni kızgın bir insan haline getirdi. Kalbi kırılacak biliyorum. Onun kalbini kırmamak ve zorla sevmek için harcadığım zaman içinde görüyorum ki, ileride ben onun kalbini çok daha fazla kıracağım. Bu da yetmeyecek, kendi kalbimi paramparça edeceğim. Çünkü mutsuz olacağım ve mutsuzluğum her ikimizi de perişan edecek. Yok, yok bu böyle olmaz olmamalı!” diyerek ayağa kalktı, bana sıkıca sarılarak “teşekkür ederim” dedi ve kapıdan hızlıca koşarak çıkıp gitti.
Evet. Benim ağzımdan tek bir kelime bile çıkmamıştı. Sadece koltuğun ucuna oturmuş, iki elimi çeneme koymuş pür dikkat gözlerinin içine bakarak onu dinlemiştim. Kendi kendini sorgulamış, yargılamış ve hükmünü vermişti. İhtiyacı olan tek şey; güvenilir sessiz bir dinleyiciydi. Ve sonuçta, ona mantıklı gelen şeyi yapmaya karar vermişti. Yapması gereken şeyi aslında en başından beri biliyordu. Ama kendisini karşısındaki insanın doğrusuna bırakıvermişti. Dolayısıyla kendi doğrusunu görmezden gelmişti. Çoğu kez başkalarının mutluluğu için yaşadığımız hayatlar bir noktadan sonra bizleri ” yapamıyorum” diye isyanlara götürmüyor mu? Kimimiz bunu yüksek sesle duyururken, kimimiz de içimizde senelerce bastırarak kendimizi parçalayarak devam ettirmiyor muyuz? Tamam, belki aşklar ömür boyu sürmüyor olabilir. Aşkla başlayan ilişkiler zamanla yerini sevgiye, alışkanlığa belki de nefrete bırakıyor da olabilir. Bunun için sırayla pek çok sebep de sayılabilir. Biz şimdilik saymayalım ama hep beraber yüreklerimizi uzatalım ve asıl meseleye bir kaç cümle ile dokunalım. Sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Peki! Zorla güzellik olur mu?
Ya da şöyle diyelim; Zorla olan şeyin adı güzellik olur mu?
Yaşadığımız hayatların içine bolca serpilen gerçek rollerimiz varken, neden başka insanların bizlere biçtiği elbiseleri giyerek sahne tozu yutmaya çalışıyoruz?
Hayatımızda daima birileri olacaktır! Ama unutmayalım ki, o birileri ‘biz varsak’ olacak.
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum.
Sevgi saygı ve bolca gülümsemeler…