Öz’ün Ruhla Dansı

[quote]’O beni bulmadan önceki” son zamanlarımda; tıpkı kamıştan yapılan  neyin, ağlamaklı sesindeki sırrını her ortamda söyleyip de,  kimse tarafından anlaşılmadığı için kendini yalnız hissedip, özüne dönmek istemesi gibi, özümü arar olmuştum.  Serin, yağmurlu bir ilkbahar akşamı çıktı karşıma…[/quote]

ozun ruhla dansıO an hala gözümün önünde. Üşümüştü. Kırmızı yanakları, minicik elleri vardı.  Gözleri o kadar tanımsız fakat güçlü bakıyordu ki hayata.  O çok farklıydı.  Arkasında gizlediği pembe renkli kanatlarıyla,  bir melek olduğunu çok sonra anladım. Zamanın, sadece Tanrısal boyutta anlamını yitirişini yaşadım onunla, zamansızca… ”Tanrının bizlerle konuşmak için farklı iletişim kaynakları vardır Özüm!” dedi bana ve benim için hayat yeniden başladı… O, meleksi varlığıyla bana, Tanrı’yla dans etmeyi öğretti. Bahsettiğim minik melek bir indigo olarak yeryüzünde yaşamakta şu an!  Kalp yolunda  doğruyu arayansanız, bir gün mutlaka özünüzle karşılaşırsınız.. Ve belki siz de onunla bir röportaj şansı yakalarsınız…?

Öz: İndigo kavramıyla nasıl tanıştın ve yaşamının indigo kavramıyla tanışmadan önceki dönemini anlatır mısın?


Melek: İndigo kavramına, iç dünyamı sorguladığım bir dönemde, bir televizyon programında rastladım; İndigo çocukların ortak özelliklerinin hepsi bende de mevcuttu ama kendi kendime teşhis koyma şansım yoktu. O sıralarda bir dergide yazıyordum; konu hakkında araştırmalarımı tamamlar tamamlamaz, İndigo Türkiye’nin kurucusu sevgili Mehmet Karaarslan’la bir röportaj yaptım. Bu röportaj sonrasında, kendim dışında ilk teşhis, indigo dostlarımdan geldi. Aynı dönemde kariyer planlaması için destek aldığım yaşam koçum da bizimle hemfikir olunca, bir indigo, kristal özellikli bir indigo olduğum kesinlik kazandı.  Bu sayede, o güne kadar isimlendiremediğim, anlamlandıramadığım; kalabalık içinde yalnız, otoriteye alerji duyan, iletişimi güçlü ama kendisini paylaşmaktan hoşlanmayan, ailesi tarafından bile bencil, asi, zor olarak algılanan, ilaç kullanmaktan hoşlanmayan, sanata yatkın, zeki, sezgisel ve içe dönük bir dönemim ve  pek çok “farklılığım” kimliğine kavuştu. Ben “tesadüflere” “mucize” demeyi tercih ettiğim için indigo olgusu, bana, Tanrı tarafından sunulmuş bir mucizeydi ve o mucize, yeni çağa uyum sürecinde bana sunulmuş altın bir anahtardı. 

Öz: Sen ilk yetişkin indigolardan birisin. ”İndigo çocuklar” ülkemizde hala yeni bir kavram; yaşanan zorluklardan bahseder misin? 

Melek: İndigolarla ilgili genel bilgiye pek çok internet sitesinde rastlamak mümkün, bunlardan bahsetmeyeceğim. Kurallarla, sınırlarla, tabularla yaşayan bilinçler arasında İndigo olmak başlı başına bir zorluk. Ülkemiz, farklılıklardan kazanımlar elde etmekte henüz tecrübesiz. Biz, toplum olarak, yabancı olduğumuz kavramları, aşina kavramlarımız arasına hapsetme eğilimindeyiz. İndigo çocuklara da yaramazlık, dikkat eksikliği, hiperaktivite etiketi yapıştırılmakta ve ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Bu, yaratıcılığı, farkındalığı, devrimciliği DNA’larında taşıyan indigolar için kabul edilemez bir uygulama. Yine de, son zamanlarda tüm insanlığın yükselen bilinç seviyesi ve bugünün pek çoğu yetişkin ebeveyn indigoları sayesinde, özellikle kristaller, hak ettikleri değere sahip olmaktalar. 

Öz: Iyi ve kötü olayları önceden sezdiğine şahit oldum. Örneğin, anlamlandıramadığın garip bir sıkıntı duyduğunu söylediğin gün, anneannen rahatsızlanmıştı. Ya da, motora binerken montunun fermuarını iyice yukarı çekerken “belli mi olur, kaza yaparım da, boynumu korumuş olur” dediğin gün kaza yapmıştın. Böyle yaşamak nasıl bir his?

Melek: Bence bu “farkındalıkla” ve  “şükretmekle” alakalı. Tanrı’nın bizim şükretmemize ihtiyacı olduğunu sanmıyorum; bence O’nun amacı bize “an”ın değerini anımsatmak. Her an’ı farkında olarak ve O’nunla “bir” yaşarken, bazı şeylerin içime doğması beni şaşırtmıyor. 

Öz: Karşılaşılan beklenmedik olaylara karşı duygusallığını geri plana atarak yaklaştığını, sıradan bir insanın başaramayacağı kadar sakin ve kontrollü kalabildiğini gözlemledim. Bu özelliğini indigo olmana bağlayabilir miyiz ve bu, insanlarla iletişimine nasıl yansıyor?

Melek: Her özelliğimi “indigo” kavramına bağlamamayı tercih ederim. Kişinin genetik yapısı, karakteri, alışkanlıkları da tutumlarına yön verir. Bulunduğum pek çok ortamda; sakinliğim, dinginliğim, doğru zamanda, doğru karar alma özelliklerimle tanınırım. Sesimi yükseltmekten, tartışmaya yol açacak ya da tetikleyecek agresif tavırlardan kaçınır, haksızlığa ve yıkıcı otoriteye maruz kalmadığım sürece yapıcı davranırım. İlişkilerimde net yaklaşımlar sergiler; bu yüzden de sağlıklı iletişim kurarım.  Sorunun, indigoyla bağdaştırabileceğim en belirgin yanıtı “kendi seçimlerim” olacaktır. Bir indigo, başına gelen her şeyin kendi seçimleri sonucunda geldiğini bilir.  

Öz: Araştırmacı ve şüpheci bir yaklaşımın var. Konu, kişi, ortam ne olursa olsun, senin o konuya inanman, senin için çok önemli. Bir konu hakkında bilgi veren kişiyi, “o söylüyorsa doğrudur” diyen bir topluluktayken bile ilginç ve mantıklı sorularınla knock out ettiğini gördüm. Buna ne diyorsun?

Melek: Aslında, cevap sorunun içinde gizli. İnanmak, araştırmak, körü körüne bağlanmamak, sezgilerime güvenmek doğamda var 😉 

Öz: Pek çok kişi tarafından horlanan, konuşmaya bile tenezzül edilmeyen dilenci bir sokak çocuğunu, dilenmek yerine bir şeyler satması yönünde ikna edişine gözlerim dolarak şahit oldum. Yaşamında sadece yakınlarına değil, sence doğru yolda olduklarına inandığın sürece tüm insanlara destek olduğunu biliyorum. Buna sadece sosyal sorumluluk bilinci veya yardımseverlik diyebilir miyiz? “İndigo çocuk” kavramının etkisini buna katmam gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda yorumunu paylaşabilir misin?


Melek: Tanrı insan ayrımı yapmazken, ben bu hakkı kendimde görmüyorum. Benim için iyi/kötü, güzel/çirkin, zengin/fakir vb. insan yoktur; ben insanları sosyal sınıflarına, ünvanlarına, banka cüzdanlarına göre değil, aydınlık ve karanlık ifadelerine göre değerlendiririm. Kalbinde Tanrısal ışığı taşıyan herkesi gözlerinden tanırım. Bir İndigo’nun güçlü sezgileri burada devreye giriyor sanırım. Ayrıca ben, kristal özellikli bir indigoyum; geçerliliğini yitirmiş, yüzünü karanlığa dönmüş her türlü sistemi değiştirmek için çok zorda kalmadıkça yıkıcı olmaktan çekinir, ilişkilerimi sevgiyle kurmayı seçerim. Bunun yanı sıra, bahsettiğin sosyal sorumluluk ve “birlik” bilinci bir indigonun doğasında zaten var olduğu için, aile ve okul eğitimleriyle de desteklendiğinde, çevresine duyarsız kalması imkânsız oluyor.

Öz: Son zamanlarda artan doğal afetleri, savaşları, tecavüzleri, cinayetleri, yolsuzlukları vs. hepimiz kaygı ve üzüntüyle izliyoruz. Hayata karşı, bence bir melekten farkı olmayan duruşunla, bütün bu yaşananlar karşısında neler hissediyorsun?

Melek: İçim acıyor. Fakat diğer taraftan “her şeyin, yaşanması gereken zamanda, yaşanması gerektiği şekilde yaşandığına” inanıyorum. Dengeler değişiyor. Yeni bir düzen kuruluyor. Evren, yeni bir nesil için doğum sancıları çekiyor. Ve bu süreçte, farkında olan ve olmayan herkes, üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Her şeyin bir sebebi var 😉 

Öz: Biliyorum ki Sevgi, İnanmak, Sonsuzluk, Ruh, Tanrı kelimelerinin her biri sende yaşamının derinliklerini oluşturuyor. Tüm bunları huzura açılan birer kapı olarak düşünürsek, ilk hangisini açarsak, devamı gelir? Öncelik sıralamanı öğrenebilir miyim?

Melek: Her şey, kişinin kendinde gizli… Sevgi de, inanmak da, sonsuzluk ta, ruh ta, Tanrı da “ben”im; ben böyle hissediyorum. Ve ben, “biz”in bir parçasıyım. Öncelik yok. Sıralama yok. Tanrısal olan her olgu, her his, her tavır özel ve anlamlı… 

Öz: Sevgi, Altın Çağ denen yeniçağın doğuşunu destekleyen en büyük kavram olacak. Herşeyin değiştiği zamandayız, sevgi kavramı da değişiyor mu sence? Şahsen, yeni bir sevgi kavramını düşünmek bile heyecanlandırıyor  beni. Kristal özelliklere sahip olduğunu bilerek soruyorum; sence nasıl olmalı bu yeni sevgi?

Melek: Bence bu süreçte asıl değişen “Tanrı kavramı”. Çağlar boyunca ışığını yitiren insan, egoları sebebiyle, Tanrı’nın, insan denen varlığı saf sevgiden, hoşgörüden, eşitlikten, özgürlükten yarattığını unuttu ve O’ndan uzaklaştı. Kısaca insan, kendi özünden uzaklaştı. Şimdi ise, “hatırlama” süreci yaşanıyor. İnsan, diğer insanlarla ve Tanrı’yla “bir” olduğunu anımsıyor. Ben, bir indigo olarak özümü hep taşıdım ve kristal özelliğimle de insanlarımla paylaştım. Bu paylaşım için kahramanlık yapmama gerek kalmadı; Tanrı hep içimdeydi ve ben kendimi hep çok güçlü hissettim. Nasıl ki O, kalbimize fısıldanan bir nefesse, ben de günlük yaşantımda kimi zaman bir ses oldum. Bir e-mail, kimi zaman ağlanabilecek bir omuz ya da insanlar kendi içlerine dönüp uzlaşmayı ve şükretmeyi hatırlasınlar diye zorluk oldum. Sonra bir baktım, sevgimi insanlara aktarabilmek için farklı yöntemler üretmişim; tıpkı Tanrı’nın bizimle irtibata geçmek için farklı bahaneleri olduğu gibi. Bir gece İstiklal Caddesi’nde yürürken, çöp toplayan, pamuk saçlı, temiz yüzlü, yaşlı bir evsiz hanımın yanağını okşadım ve gözlerinde gördüğüm şey üzerine dakikalarca ağladım; gözbebeklerinin derinliklerinde Tanrı’yı gördüm. İnanılmazdı. Her geçen gün umudum daha çok artıyor. Barış, anlayış, saygı, neşe, birlik, güven dolu, sevginin hüküm sürdüğü özgür bir dünya düşünsene… Yeryüzünde cennet yaşanacak. Az kaldı… 

Öz: Son sorum şu: her İndigo gibi Yeni Çağ’ın ışık savaşçısı olarak yaşam felsefeni anlatır mısın? 

Melek: Ben, sevgiyim. Ve biz, biriz.  

Ben, Buse Doğan.

Ben, melek kanatları olduğuna inanılan kristal özellikli bir indigoyum.


Ve bu röportaj, özümün, ruhumla yaptığı röportajdır…