Kim o içinizdeki yabancı duran yakın dost?

Dışarıda aradığımız bütünlenme beklentisi, belki de kendi içimizde saklıdır. Biz onu karşımızda bulmayı isterken, belki de  o, anlayamadığımız, tanımlayamadığımız, sessiz çığlıklara gizlenmiştir!

Kim o içinizdeki yabancı duran yakın dost?

Kendimize olan bu yabancılığın vakti, ne zaman dolacaktır? Ve gerçek, yüzündeki perdeyi ne zaman  aralayacaktır? Aradığımız şeyin dışımızda değil, kendimizde olduğu ne zaman bilinecektir? Oysa beklentilerimiz kendi içimizde sürmelidir. Ne demiş Hacı Bektaş-ı Veli: “Her ne arar isen kendinde ara.”

İçimdeki “kadın” ve içimdeki “erkek” nerede?

Kendini bilmek, erdemlerin en yücesidir. Onu tanımak, anlamak ve bilmek ise yolculuğun ta kendisidir. Yol, bir sırat köprüsüdür; ince ve uzundur. Ya da keskin samuray kılıcının üzerinde yapılan ustaca bir danstır. Erenler için keskin kılıç, ancak kör bir bıçak gibidir. Tıpkı bir akrobatın yerden metrelerce yukarıda gerilmiş bir ipin üzerinde gerçekleştirdiği gösteriye benzer. Bir akrobat için de o ip, bir otoban kadar geniştir! Konunun özü ise bilmeye doğru gidilen sürecin işletilmesindeki marifettedir. Marifet ise içimizdeki özdedir..


“Bilince ve yapınca her şey kolaylaşır.”

Çocukken bize anlatılan beyaz atlı prens ve prenses masallarını dinleyip, hayal dünyamızda yarattığımız figürlerin ardına düşeriz, hem de farkına bile varmadan. Yıllar geçer büyürüz; büyürken o çocuklukta dinlediğimiz masallardaki beyaz atlı prens ve prensesin karşımıza ne zaman çıkacağını hayal eder, dururuz.

Adeta bir kurtarıcı olarak gelmesini ve bizi sorunların içinden çıkararak bambaşka bir mutluluk diyarında gezindirmesini bekler, dururuz. O nedenle de bu hayaller bizi hep en zorda olduğumuz anlarda yakalayıverir. Böylece sorunlarımızın çözümünü kendi içimizde aramak yerine dışımızda ve hiç bilmediğimiz bir yerde arar, dururuz.

Bilincimize atılan ilk tohumlar bunlarla sınırlı da değildir. Bir de cinsiyet farklılığından kaynaklı geleneksel yetiştirme koşullandırmaları ile her birimizin yekdiğerine bağımlılığının temelleri oluşturulmuştur. Dışlanan kız çocuğu karşısında ısrarla beklenen erkek evlat tutkusu! Bu toplumsal gelenekler kaç ocağın sönmesine, kaç ruhun ölmesine aracılık etmiştir, kim bilir? Kaç kişi dünyaya geldiğine lanet okumuştur; kaç kişi bedenini de ruhunu da başkasına esir vermiştir; kaç kişi hayallerindeki prens ya da prensesle karşılaşmıştır…

Kim o içinizdeki yabancı duran yakın dost?

Elbette ki, bu masal gerçekleşemeyecek bir hayal; gerçek ise ne yazık ki, anlatılmayan bir bilinmezliktedir…

Gelin, hep birlikte çocuklarımıza bu masalı yeniden yazalım ve nesilden nesile anlatalım.

‘Bu beyaz atlı prens ve prensesin bizi fark etmesi için ne yapmak gerektiği?’ sorusunu soralım.

Biz yaşamdan çok şey istiyor, karşımızdakinden de çok şey bekliyoruz. Bize, krallara layık bir yaşamın sunulmasını istiyoruz. Her isteğimizin yapılmasını ise zaten hakkımız olarak görüyoruz. Oysa düşünülmesi gereken en önemli konuyu ayrıntı olarak dahi görmek istemiyoruz.

Peki, bu kadar şeyi kendimiz dışında bir başkasından istemeyi hakkımız olarak görürken ve beklerken; “Ben ona ne verebilirim?” sorusunu sormak neden aklımıza hiç gelmemektedir?

Şayet kendimize bu soruyu sorma zahmetinde bulunmazsak; o beyaz atlı prens ve prenses, en sonunda bir hayal olarak tükenecektir.

Beyaz atlı prens ve prenses dışımızda değil, içimizdedir…

İçimizdeki kadın ve içimizdeki erkeği bulmak; bize öğretildiği şekilde karşı cinsimizle tamamlanma da değildir. O, içimizde taşıdığımız akıl ve sezgi yönümüzdür ve bizim onu fark edip anlamamız için öylece durmaktadır.

Ondan istediğimiz şeyin bizde olmasına özen gösterelim.

Karşı cinsimizden beklediğimiz her ne var ise bunun bizde olup olmadığını sorgulamak çok önemlidir. Şayet kültür istiyorsak, ne kadar kültürlü olduğumuzu; anlayış istiyorsak, ne kadar anlayışlı olduğumuzu; para istiyorsak, ne kadar üretken olabileceğimizi; estetik davranışlar bekliyorsak, ne kadar estetik davrandığımızı; dürüst olmasını bekliyorsak, ne kadar dürüst olduğumuzu yani ondan ne bekliyorsak bizde olup olmadığını sorgulayarak yola devam etmeliyiz. Bu şekilde eksiğimizi tamamlama fırsatını kendimize verirken, içimizdeki bir diğer yarımızı da keşfetmiş olacağız.

Bir kadın veya bir adam, önce içindeki kadına ve içindeki erkeğe ne istediğini sormalı.

erkek ve kadın

Samimiyetle adeta bir ömür boyu onunla ilişki kuracağının farkındalığıyla kendisini geliştirmelidir. Bu şekilde kendisini sürekli geliştiren birinin değerleri de gelişecek ve güçlenecektir. Bu gelişim beraberinde onu son derece özel biri yapacaktır.

Erkeğe kıyasla bir kadın, “sezgisel yönden” ağırlıklı olarak daha güçlüdür. Bir erkeğin ise kadına kıyasla “akıl yönü” daha güçlüdür.

Ancak bir kadın sahip olduğu akıl yönünü geliştirip güçlendirebilirse kendi içindeki bütünlüğü kavramaya başlayacaktır. Bir erkeğin ise ağırlıklı olarak akıl yönü baskın olsa da, içinde taşıdığı “sezgisel yönünü” işleterek geliştirir ise kendi içindeki bütünlüğe ulaşacaktır.

Bir kadının akıl yönü; onun savaşçı, doğru hesaplamalar yapan, cesaret yönünü temsil ederken, bir erkeğin sezgisel yönü; onun yaratıcı, merhametli, sevecen yönünü temsil etmektedir.

Bir başka açıdan göstermek gerekirse: Akıl – Eril;  Sezgi ­– Dişil yönümüzü temsil eder.

Şayet bir kadın kendi içindeki eril (akıl) yönünü keşfederse; doğru hesaplamalar, saniyelik karar alma, güçlü, mantıklı, bağımsız, kendine güven duyan, savaşçı ve cesaretli birisi olacaktır. Kendi içindeki kadını keşfedemeyen erkek ise; dik başlı, asi, inatçı, katı, acımasız, sorumsuz ve bazen da ayyaşlık gibi sorunlar doğuracaktır.


Eril-Akıl ve Dişil-Sezgi yönümüz kendi içinde bütünlenirse yaratıcı düşünceye ulaşacaktır.

Bu, evrensel düşünce bilincine ulaşmak için atılan en önemli adımlarından birisidir. Bunlardan sadece birinin olması bütünlenmeyi sağlayamayacaktır. Zira tek başına akıl yetersiz olacağından yıkıcı; tek başına duygu yetersiz olacağından yakıcıdır.  Ancak her ikisinin de bir arada olması yaşam verecektir.

Kendi içinde bütünlüğe ulaşan bir dişi, kendi içindeki eril yönüyle birleştiği için artık bir “Kadın” olma yolunda ilerleyecektir.

Kendi içindeki dişi yönünü keşfeden ve onunla buluşan bir eril kişi ise “Adam” olma yolunda ilerleyecektir.

Bir dişil ve bir eril kimlik bir araya geldiklerinde birleşirler ve birbirlerine bağımlıdırlar. Ancak bir Adam ve bir Kadın biraraya geldiğinde iseBİR”leşme yolunda ilerlerken bağımlı değil, birbirlerine yalnızca bağlıdırlar.

Kendi içindeki bir diğer yarısıyla buluşan birinin:

“Kendi içinde bütünlenebilen,

Korkularıyla yüzleşebilen,

Cesur davranan,

Vakar ve özgüven sergileyen,

Sükûnetini koruyabilen,

Kaybetmeyi göze alan,

Her koşulda kendine güvenen, 

Yaratıcı düşünceye ulaşan

Anlayışı ve kavrayışı gelişen

Sakin, huzurlu ve dingin olan biri olması kaçınılmaz olacaktır.*

Sonuçta kendimizi anlayabildiğimiz kadar karşımızdakini anlayacağımız düşüncesinden yola çıkarsak; ancak o kadarının karşımıza çıkması bizim gerçeğimiz olacaktır.

Gelecek ay yeni bir başlıkta buluşmak dileğiyle..


*Kur’an-ı Kerim’in Apocryphası sayfa 92’den kısa bir alıntı. 

Kuran’da Reenkarnasyon İzleri