Hayatında bir kez olsun Taksim Gezi Parkı’nı görmeyen, kentin merkezine gitmemiş insanların otoriteye karşı tepkilerini nasıl açıklayabiliriz? ‘ Gezi Parkı’ kalkışması simgesel midir?
Taksim Gezi Parkı Dayanışma Platformu temsilcilerinin ve toplumun taleplerine bakacak olursak:
– Gezi Parkı’ nın yıkılıp yerine herhangi bir yapının yapılması istenmiyor.
– Atatürk Kültür Merkezi’ nin yıkılması istenmiyor.
– Gösterilerde sorumluluğu olanların hepsi görevden alınmalıdır.
– Biber gazının yasaklanmasını istiyorlar.
– Meydanlarda özgürce gösteri yapabilme hakkı istiyorlar.
– Gösterilerde gözaltına alınan tüm kişiler serbest bırakılmalı.
Platform temsilcileri İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu ve İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman: ‘ Yetkilileri bu sorunları bir an çözmek üzere adım atmaya çağırıyoruz. Olaylarda gayri resmi olarak elde ettiğimiz rakamlara göre dört bine yakın yurttaşımız yaralanmıştır. Bu tablo çok ciddidir. Herkesi bu empatiyi kurarak sahip çıkmaya davet ediyoruz. Kimsenin burnunun kanamasını istemiyoruz. Bu olayları başlatanlar bu işe her an son verebilir’ açıklamasında bulunmuşlardır.
Herkes tarafından kabul gören bu taleplerin içinde, rejimin değişmesine veya bir darbenin taraftarlığına soyunan tek bir cümle bulunmamaktadır; kazanılmış haklara, yaşam biçimlerine müdahalede bulunulmaması, baskının kaldırılması ve nefes alınabilecek kent istenmektedir. Bu taleplerin kabulü teslim olmak değildir, toplumun tamamını kucaklamak ve gerçek barışı, huzuru ortaya koymaktır.
Yapılan gösteriler, direniş, isyan bir ‘ Devrim’ in ilk ayak sesleri değildir; Hükümetin de devrilmesinin istenildiğini sanmak, yapılacak analizlerin yanlışlığını ortaya çıkaracaktır. İdeolojik, inanç, siyaset ve sınıfsal farklılıkların nasıl bir araya gelip, eylem yaptığının tek açıklaması, Devletin ‘ Şefkatli’ olmayı bırakıp, zorbalığa başlamasıdır. Toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek isterken, bireysel özgürlükleri dikkate almayan yürütme, kaç çocuk doğrulması gerektiğinden, kürtaja; sigara sınırlamasından, alkol yasaklarına; kadın bedeninin değersizleştirilmesine, kılık kıyafete, eğitim sistemine… katı ve kendi dünyasal görüşünü topluma dayatarak devrimsel kararlar almış, uygulamaya sokmuştur. Bireyin kul düzeyine indirilmesi, muhalif düşüncelerin azarlanarak veya cezalandırılarak korku düzeninin yaratılması, insanlarda tehlikenin alarmını çaldırmıştır.
Dünyayı derinden etkileyen iki tarihi olay vardır: Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi. 1789 Fransız Devrimi sadece siyasal olarak değil, sosyal, ekonomik, hukuk ve insan ilişkileri alanında da yaşam anlayışını değiştirmiştir; Sanayi Devrimi ise küresel değişimlerin tetiklenmesine neden olmuştur. Her değişimde olduğu gibi insanlar, bu iki devrime de tepki vermişlerdir: Değişime ayak uyduranlar ve karşı çıkanlar. Kendi geleneksel doğrularının değişimine karşı çıkanlar ‘ Muhafazakar’ olarak isimlendirilmişlerdir.
Türkiye’ deki muhafazakarlar, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, kendilerine verilen tarihsel rolü kabullenmeyip, paradoksal görünse de ‘ Kapitalist- Modernleşme’ nin itici gücünü oluşturmuşlardır. Türk Devriminin resmi ideolojisinin yanında oldukları kadar, ona alternatif olarak gördükleri ‘ Milliyetçi- Muhafazakar- İslam’ senteziyle kapitalizmin gereklerini yerine getirmişlerdir. Hem iktidarda kalıp, hem muhafazakar kalınabilir mi? İktidarın devamı için toplum mühendisliğine soyunup mutaassıplığa, radikalizme rota çevrilebilir mi? Kördüğümü oluşturan soru budur? Türk muhafazakarlarının en büyük özelliği ‘ Devlet’ kavramının vazgeçilmezliğidir. Devlet yönetiminin değişimi için olabilecek bir ‘ Devrim’ i asla düşünmezler; asıl olan dönüşümdür, erki ortadan kaldırmayı değil, onu kendi anlayış ve inancına göre revize etmek ister. Devlet: Güvenlik, otorite, güven ve meşruiyet demektir.
Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşundan itibaren, elit tabakanın ( askeri ve sivil bürokrasi) Osmanlı Devleti’ nin, toplum ve geleneklerine geri dönmemek için, Atatürk Devrim ve İlkelerinden ödün vermeyerek ‘ Cumhuriyetçi Muhafazakarlığı’ oluşturmuşlardır. ‘ Milliyetçi Muhafazakarlık’ Cumhuriyet değerlerini de yanına alarak, geçmişe dönmeyi irtica olarak kabul etmiş, daha sonra dini değerleri özümseyerek, devletin korunmasını siyasi görüş olarak gündemine almıştır. Kökleri, Osmanlı Devleti’ nin dini ideolojilerine dayanan ‘ Din eksenli muhafazakarlık’ Türkiye Cumhuriyeti’ nin gelişiminin her aşamasında tasfiye edilmiştir. İslamcı Sermaye gücünün farkına vardıktan sonra, kapitalizmin etkisi ile yeşil sermayeye dönüşmüştür; dünyevileşmeyi getiren bu değişim ‘ İslami Muhafazakarlık’ kavramını da melezleştirmiştir. Hem değişimden yana olup hem de muhafazakar kalmanın çelişkisini yaşayan bu kesim, elindeki ‘ Sermaye ve Gücü’ kaybetmemek için mutaassıplığa kaymış bulunmaktadır. Kendi çelişkilerinden bir diktatör yaratıp, toplumu sindirmek için de uzun yasaklar listesi oluşturmuşlardır. Türkiye, tarihi yozlaşmasının evresini tamamlamak üzereyken, dincileşmenin ve gericileşmenin eşiğinde olan bu toplum, radikal islami dönüşümün kafalarda oluşturduğu korku ile kul olma aşamasındayken, Gezi Parkı’ nda özgür yurttaş olduğunun bilincine varmıştır. Cumhuriyetçilerin, milliyetçilerin, islamcıların, solcuların kendilerine göre olan değerleri, tutucu ve bağnaz bir oluşumla evrimleştirildiğinde ‘ Gezi Parkı’ simgeleşerek, tüm yurtta başkaldırıyı başlatmıştır. Toplumun büyük kesimi tarafından desteklenen bu reddediş, sahip olunan değerlerin korunma çabasıdır, kaybetme korkusudur.
Koestler: ‘ Keyfi yerinde olanların özgür düşünceye ihtiyaçları yoktur’ demiştir; fakat iktidarda kalmak geçicidir, seçimleri demokrasilerde kaybetme olasılığı her zaman vardır; bu durumda geçici olarak Muhafazakar- Liberal- islamcı görünen akım ‘ Mutaassıplığa’ yönelmiştir. Aktörlerinin, bağnaz ve tutucu bir görüş yapısına sahip olması ve başka hayat biçimlerine yaşam şansı tanımayacakları ‘ Sivil Dönüşüm’ Türkiye’ de gerçekleşmek üzeredir.
2012 yılında Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’ nin desteği ile Prof. Hakan Yılmaz’ ın yönetiminde Dr. Emre Erdoğan, Güçlü Atılgan, Merve İnce ve Murat Can tarafından ‘ Türkiye’ de Muhafazakarlık’ araştırmasının sonuçlarına göre: Gerek siyasal, gerek özel hayata ilişkin tutumların, uç noktalardan ortalara çekildiği gözlemlenmektedir. 2006 yılına göre yapılan karşılaştırmada, özgürlüğün eşitliğin önüne geçtiği, otoriter yönetimin reddi, hakların zorunlu hallerde kısıtlanma karşıtlığı, sansür, giyim, din, kürtaj gibi konularda toplumun daha ılımlı düşündüğü görülmüştür.Sosyolojik, tarihsel gerçek göstermiştir ki, toplumun ya da bireyin gerisinde kalmış bütün kurum ve siyasetçiler halk tarafından tasfiye edilmiştir. Problemlerin kaynağı durumuna gelmek, çözümü yasaklarla sınırlamak; yargıyı, orduyu, eğitimi, iş dünyasını reformlar yapıldığına inandırarak, kendine bağımlı hale getirmek ve sonucunda normal de aynı çatı altına toplanamayacak, farklı ideolojilere sahip, hoşnutsuz guruplar birleşerek, yönetimin ya çizgiye gelmesini ya da değişmesini amaçladıklarında, zorbalık sahneye çıkmış olsa bile, dönüşümden vazgeçip değişmenin zamanı gelmiştir.