Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Gezi’de Neler Oluyor?

TGB Başkanı Çağdaş Cengiz ile siyaset ve direniş üzerine konuştuk… Bizler 60 kuşağı, siyasi çatışmaların ve darbelerin çocuklarıydık. Bir çoğumuz sağ- sol, Alevi- Sünni, Kürt -Türk ayrımcılığının yarattığı terörlerin değişik zararlarını yaşadık. Fiziki ve psikolojik işkenceler gördük. Ya eylemlerin içinde yaralar aldık, ya da olaylara karışmayalım ve korunalım diye ailemizden aşırı baskı gördük.

TGB 2

Bu baskı sonucu sinemalara kütüphanelere bile gidemezdik. Özellikle kız çocukları, hem siyasi hem cinsine bağlı baskı gördüğünden hanım hanımcık ev kadını modunda tutuldular yıllardır. Ama işte o kadınlar ve erkekler öyle evlatlar doğurup büyüttüler ki özgürlük birinci koşul oldu o çocuklar için… Bu dönemin gençlerinin anneleri babaları bilir, bu dönemin çocuklarının kendi hakları konusunda aileleriyle nasıl çatışmalar yaşadığını ve olağanüstü zeki cümleler ile onları dize getirdiklerini…

Epigenetik

Epigenetik adında son yılların yeni bilim alanı vardır. Genlere yansımayan değişik etkisel faktörler, gen çevresinde başka biyolojik alanlarda depolanır ve genellikle bir kuşak atlayarak yeni neslin davranışlarına yansır. Örneğin; Dünya savaşındaki kıtlıkta büyüyen dedelerin torunlarının obez olduğu tespit edildi.


Özgürlük kıtlığında yetişen nesillerin çocukları ise özgürlük taleplerini koydu işte önümüze. Epigenetiğin gerçeklerine göre, gezi direnişini biz yarattık, bizim eserimiz… Kısıtlar mısın özgürlüğümü, al sana sonuç, ben sustum ama çocuğum zapt edilemiyor işte…

Herkesin şapkasını önüne koyma vaktidir şimdi… Bakalım nasıl çıkacağız bu durumun altından? Kolay gelsin hepimize, işimiz zor, bunu görelim. Zapturapt ile bastırmaya çalışsak da, her geçen gün kuvvetlenerek geliyorlar bunu da bilelim…

TGB – Türkiye Gençlik Birliği

İşte o çocuklarımızdan bir tanesi ile konuştum… Çağdaş Cengiz… (TGB) Türkiye Gençlik Birliği Başkanı. Henüz 25 yaşında…

Onu ilk kez bir gazetecinin programında görmüştüm bir kaç yıl önce… Sonra da meydanlardan gelen seslerin arasından duydum sesini. Gezi direnişinde Taksim’e çıkarken Gümüşsuyu caddesinde gördüğüm o güzel çocukların kim olduğunu araştırırken tekrar karşıma çıktı TGB Başkanı olarak… Videolarını izleyince dayanamayıp kendisine ulaşmak istedim. Çok çabuk bir nezaketle bana cevap verdi ve buluştuk Gezi Parkında. Bir röportaj yaptık. Ben kelime kelime her sözünü yazacağım. Bunu hem kendi oğluma, hem de tüm oğullarıma, kızlarıma ve çocuklarıma borç biliyorum. Ben onu dinlediğim 2,5 saat boyunca ne dersler aldım bir bilseniz. Umarım yansıtabilirim.

Röportaj | Çağdaş Cengiz

TGB içinde olup bir siyasi partide bulunanlar büyük bir uyum içinde çalışıyor.

Çağdaş Bey TGB kimdir, kuruluşu, fikri kime aittir, amacı nedir?

Ç.C-TGB 7 Yıl önce kuruldu. Türkiye’nin en büyük 40 Üniversitesinin gençlerinin oluşturduğu bir birliktir. Son iki üç yıl içerisinde çok büyük kitlelerin takip ettiği, takip etmenin ötesinde eylemlerine katıldığı bir gençlik örgütü haline geldi. Özellikle 19 Mayıs’ın yasaklandığı koşullarda 240 bin genç İstiklal caddesinden Dolmabahçe’ye yürüdü. Bu yürüyüş o yasağı fiilen ortadan kaldıran etkinliklerden biri oldu. Bir gençlik örgütünün yaptığı çağrıcılığa kadar katılım olması çok az rastlanan bir şeydir. Türkiye’nin hatta yurtdışındaki eylemlerin içinde TGB’nin olduğu gören halk, bir rahatlama duygusu yaşıyor. İnsanlar biliyor ki, “TGB’nin olduğu ortamlarda bir kavga olmaz, orada bir provokasyon olmaz, özellikle halka yönelik bir şiddet uygulanmaya çalışılsa bile – özellikle polis tarafından- TGB’liler bizi bir şekilde korur, koordine eder.” Bu duygu çok gelişti. Aslında bu duygu sadece bu olayların değil, yıllardır oluşan bir tecrübenin de sonucudur.

Yürüyüşe katılımın fazla olmasının bir diğer nedeni de; Türkiye’de sistem artık bir mafya-tarikat- gladyo sistemine dönüştüğü için, sistemin kendi içerisindeki siyasi kurumları, hatta meclis içindeki kurumları, toplumun toplam taleplerini ciddi anlamda bir kuvvet halinde meydanlara taşıyamıyor olmasıdır. Biz aslında biraz o boşluğu doldurduk. Bizim tahminlerimizin de ötesinde kitleler bizim etkinliklerimize katılıyor.

Biz normalde 80 bin civarında üyesi olan bir üniversite gençliği örgütüyüz. Örgütü yöneten 10 bin kişilik genç bir kadro var. Aslında Biri Malatya’da, diğeri Bursa’da iki çalıştay gerçekleşmişti. Çalıştaylar Atatürkçü düşünce topluklarının çalışmalarıydı. Bursa çalıştayı sonrasında TGB; 19 Mayısta Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesinin Farabi salonunda kuruldu. İlk önceleri sadece Atatürkçü düşünce toplulukları düşünülmüştü ama sonra bütün gençlik topluluklarına yayılması gerçekleşti. Tiyatro, hoby, sanat, spor gibi geniş bir yelpazesi var. Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden oluştu. TGB’nin kendini bulması 3-4 seneyi buldu.

TGB, kendi kimliğini, geçmiş dönemin manipülasyonları arasına sıkıştırmak istemeyen bir gençlik tarafından kurulmuştur. Bir örgütün ya da kurumun gençlik kolları olduğunuzda, çalışma konusunda çeşitli tıkanıklıklar yaşıyorsunuz. Çünkü bir faaliyet için mutlaka bir üst kurula sorma ve olurunu alma gibi bir durum var. Biz kendi başımızı kendi omuzumuz üstünde taşımak istiyorduk. Böyle bir örgütün kendi özgün dilini oluşturması bir süreç gerektiriyor. Bu süreç içinde cumhuriyet mitinglerinde görevler aldık. Sonraki yıllar içinde büyük yürüyüşler ve eylemler gerçekleştirdik, özellikle 19 Mayıslarda. Esas kırılma noktası 2010 yılıdır.

Siz bu süreçte hangi konumdaydınız Çağdaş Bey? 

Ben TGB kurucularındanım. Şu an 5-6 tane kaldı o kuruculardan. Çünkü 35 yaş üstü olanları mezun ediyoruz.

Her yaştan üyeyi kabul ediyor musunuz şu an?

Üye olmak için yaş sınırımız yok ama organlarda görev almak için yaş sınırımız var. 35 yaşını geçtiği zaman emekli ediyoruz. Çünkü gençlik örgütü olma kimliğini korumak zorundayız. Bu arada en genç üyemiz de Muazzez İlmiye Çığ’dır:)

Her ilde temsilciliğiniz var mı? Yurt dışında durumunuz nedir?

Her ilde yok. 76 ilde temsilcilerimiz var. Geri kalan 5 ilde üyelerimiz var ama örgüt temsilciliği yok. 50 ilde sürekli düzenli faaliyet yürüten bir yapımız var. Yurt dışında 20 ye yakın ülkede 24 temsilciliğimiz var. Eylemler sırasında artıyor, mesela en yeni Çin’de ve Rusya’da kuruldu. Gezi parkı ile ilgili yurtdışı eylemlerin tamamını TGB düzenledi. Hatta Tunus’taki karşılamayı bile. Almanya, İngiltere, İsviçre hatta Lihtenştayn’da, Amerika’da, Meksika’da, Lübnan’da eylemler yapıyoruz. Örgütün çapı bizim tahminlerimizin çok ötesine doğru yürüdü.

Gezi direnişinde payınız nedir, örgütlenmesi, işin beyin kısmı kime aittir?

Biz sadece destek vermek için değil, en başından beri içindeydik zaten. Ama Taksim Platformu bu eylemleri başlattığı için biz flamalarımızla gelmedik. Kendimizi ön plana çıkaran bir tavır izlemedik hiçbir zaman. Benim de burada bulunduğum süre dahil flamalarımızı öne çıkarmadık ama en başından beri bir aradaydık, bilfiil içindeydik. İlk günlerden daha, sosyal medya üzerinden duyurular yaptık. İstanbul’daki üniversiteli arkadaşlarımız sürekli buradalar. Zaten bizim yerimiz Çukurcuma’dadır. Nöbetleşe olarak sürekli buradaydık. Esas saat 5 ‘de Polis saldırısı başladıktan sonra bütün gövdemizle, bütün kuvvetimizle bu büyük zorbalığın karşısında en önde yer aldık. Tabi sadece TGB değil, gençlik kurumları, taraftar grupları, öğrenci kulüpleri hep birlikte çok büyük organik gelişen bir omuzdaşlık oldu. Taksim meydanı ile ilgili yürütme kararının durdurulmasından sonra artık meydana çıkma hakkımız polis zorbalığıyla engellenmeye çalışıldı ama Harbiye’de, Gümüşsuyu’nda, Sıraselviler’de, İstiklal Caddesi’ndeki bütün o polisin saldırısına karşı direnişlerde en önde olduk.

Eylem sırasında neler yaşandı, sizin izlenimleriniz neler?

Aslında çok ilginç ve çok güzel şeyler yaşandı. Mesela bir anda çok gaz ile sıkıştığımız ve ara sokaklara çekildiğimiz bir noktada bizi destekleyen ve takip eden birkaç kadın gaz maskeleri ve baretler ile yanımıza geldiler. İşin biraz renginin değişmesi de bu sayede oldu. 50 kişilik TGB ekibi, gaz maskeleri, baretler ve önlükleriyle rap rap en öne doğru yürüyünce orada işin rengi değişmeye başladı. Bir reklam panosunu savunma kalkanı olarak kullanan arkadaşlarımız en öne geçtiler. Polis feci bir biber gazı ile su sıktı.

Gaz maskesi ve baretlerimiz olduğu için, kalkanla da korunarak, çiçek saksılarıyla yaptığımız barikatı yavaş yavaş ileriye doğru taşıya taşıya yürümeye başladık. Odakule’nin oradaki polisleri Galatasaray’a kadar gerilettirdik. Tomaların dibine kadar geldik, tomalar geri çekilmek zorunda kaldı. Bu durum karşısında en son engel olamayacaklarını anladıkları için polis bütün biber kapsüllerini şiddetle grubun üzerine boşalttı ve meydana doğru kaçmaya başladı. Benzer ve yakın zamanlarda Harbiye ve Sıraselviler’de de aynı durum yaşandı. Biz daha çok İstiklal Caddesi ve Sıraselviler’deydik. Müthiş bir dayanışma oldu. Önde yorulanların yerine sürekli arkadan destek geldi.

Taksim olayının içinde kaç sivil örgüt var?

Tam anlamıyla sayı belirtmek mümkün değil. Taksim Platformu ile Mimarlar Odası, Beyoğlu Güzelleştirme Derneği işin başlangıcından beri var. Ama sonrasında yüzlerce demokratik kitle örgütü ve sendika sürecin içine girdi. Önemli olan da budur. Zaten Gezi Parkı aslında bir kıvılcımdır. İnsanlar orayla ilgili zaferi elde etmiştir. Mahkeme projeyi durdurdu. Her ne kadar Tayyip Erdoğan hala yıkıcam dese de… O kendi kibri nedeniyle bu açıklamaları yapıyor.

Ama eylemler neden devam ediyor?

Çünkü iktidarın 11 yıldır sürdürdüğü ciddi bir baskı rejimi var. Buna karşı ‘hükümet istifa’ talebiyle eylemler devam ediyor. Asıl direnişin amacı da başta Gezi Parkını korumak şeklinde başladı ama o kadar şiddetli bir polis saldırısı gerçekleşti ki, insanlarda büyük tepki oluştu bu zorbalığa karşı. Polis o zorbalığı yapmasaydı belki bu kadar olay büyümeyecekti. Yüzlerce yaralı oldu, çok fütursuzca gaz saldırısı oldu. Meydanı açtık deyip, insanlar meydana dolduktan sonra saldırarak kalleşçe ve zorbaca yöntemler izlediler. Bu bardağı taşıran son damla oldu. Tam bir sindirme ve baskı uyguladılar. Bundan dolayı tepkiler ile eyleme katkı arttı.

Olayı küçülteceklerini düşündüler. Ama bir yıldır, Türkiye’de 19 Mayıs’larda 29 Ekim’lerde barikatları yıkan, 16 Eylül’de Hatay’da kardeşlik ve barış eylemini gerçekleştiren halka yapılan zorbalığına karşı direnen o halkın, Silivri zindanındakiler için yoğun biber gazına rağmen dağılmayan o büyük kitlenin tecrübeleri birikti. Son bir aydır meydanlarda Tomalar ve ellerindeki copa vura vura gezen polislerin, en ufak bir basın açıklamasına bile izin vermeyen ve zorbalıkla dağıtmaya çalışan uygulamaları, zaten İstanbul halkında çok ciddi bir tepki doğurmuştu ve dediğim gibi son damla oldu. Direniş büyüyerek devam ediyor bu yüzden.

23 Nisan’daki Milli Merkez’deki konuşmanızda bugünlerin tarihine işaret ediyorsunuz, eylemler artacak ve Mayıs ayı eylem ayıdır diyorsunuz. Bu günler planlanmış mıydı? Gezi’yle tesadüfen mi buluştunuz? Neye dayanarak bu tarihi söylediniz, bir önsezi miydi söyledikleriniz?

Az önce dediğim gibi Gezi ile tesadüfi buluştuk. Ama tepkinin yükselerek ve çoğalarak geldiği çok belliydi. Bu durumu çok nesnel olarak değerlendirmek lazım. Biz olayları, insanları yakından takip ediyoruz. Bilim dediğimiz şey aslında budur. Bilgilerin sistemleştirilip toplanması ve buna ilişkin olgulardan yola çıkarak çeşitli evrelerin ortaya çıkarılmasıdır. Bizim yaptığımız şey de budur. Bizi bu seziye götüren gücümüz, bir ortak akılla hareket etmemizdir. Tek bir kişinin akıl edemeyeceği ya da toparlayıp kavrayamayacağı bilgiler, binlerce gencin sürekli üniversitelerinde, meydanlarda, sokaklarda halkla temas yapan bir organik yapının içinde bir ortak akılla harekete geçmesi sonucu, çok daha sağlam dayanaklar üzerinde ilerliyor ve bilimsel hale geliyor.

Direniş devam ediyor ve uzunca bir süre de devam edeceğe benziyor, sonucunu nasıl görüyorsunuz?

Şu anki noktada sonuca ilişkin çok net kestirmeler yapmak kolay değil. Eninde sonunda varacağı yer iktidarın devrilmesi olacaktır. Çünkü bu süreç, Tayyip Erdoğan’ın artık Türkiye’yi yönetemediği bir süreç oldu. Eylemlerin içinde büyük oranda bir gençlik kitlesi var ve bu gençlik kitlesi yüzde seksenler doksanlar dolayındadır. Bu kitle doksanlarda doğan ve yepyeni bir kuşaktır. Bu kuşak bu ktidar dışında bir hükümet görmedi. Bu çok önemlidir. Bu sebeple bu gençlik kuşağına dönük uydurma belgeler ve yalanlar sunamıyorlar. 25 yaşındaki bir genci neyle suçlayacak, kasetle mi, yoksa geçmişte yaptığımız bir darbe girişimiyle mi?

On sene önceki bir darbe girişiminde çocuktuk. Bu yeni kuşağı suçlayabilecekleri ya da kafesleyebilecekleri çok fazla alan yok. O yüzden marjinal, çapulcu gibi sokak ağzıyla bazı nitelendirmelerde bulunuyorlar ama işlemiyor. Eylemlerin sonucu, iktidarın kesinlikle devrilmesi olacaktır ama en büyük sonuç; bu birlik ile yaşanan büyük tecrübedir. Çok büyük halk ve gençlik kitleleri politize olmaktadır. İkincisi daha önce bir araya gelmesi pek mümkün olmayan kurumlar bu büyük kitle içinde yan yana geliyorlar. Birleşme ve dayanışma duyguları hiç olmadığı kadar ön safhada. Bu durum, geçmiş dönemlerde hiçbir eylemde yaşanmayan bir büyüklükte. Bu sebeple bu direnişin sönümleneceğine ilişkin iktidarın öngörüleri temelsizdir. Tam tersine sayı azalacağına eylemlerde sayı katlanarak artıyor.

Eylemler bir siyasi birlik oluşumuna dönüşecek mi?

Bu eylemin içindeki tüm örgüt ve kurumların kendi öznel durumlarındaki hassasiyeti gözeterek, dikkat ederek bir birleştirme çizgisi yaratma çabasındayız. Bu eylemlerin bir disiplin altına alınma ve halkın gerçek anlamda taleplerini en doğru şekilde harekete geçirme yönünde örgütlü bir önderliğe ihtiyacı var. Bu konuda açıkçası biraz sıkıntı çekiyoruz ama böyle bir çeşitliliğin bir arada olmasının da bir olumluluğu var. Birleştirme meselesini bir zorlama üzerinde yapmak doğru değil. İlla tek bir yapı olmalı, tek bir kurum, önder olmalı diye bir şey yok. O yüzden çok ısrar göstermiyoruz ama önemli olan bu ülkenin geleceğine ilişkin bu birlik dayanışma ve kardeşlik duygusunun pratiğe dönüşeceği, tam anlamıyla Türkiye’yi yönetecek bir siyasi organa dönüşmek gibi bir derdimizin de olması lazım. Biz de buna çabalıyoruz.

Bildiğim kadarıyla bir siyasi partide değilsiniz, siz gelecekte TGB’den emekli olduktan sonra ya da burada oluşacak bir halk meclisi ya da halk örgütü komisyonunda yönetimde olacak mısınız? İlerleyen günlerde bu oluşumun içinde kendiniz için bir siyasi gelecek düşünüyor musunuz?

TGB yarattığı bu etki sayesinde zaten şu an pek çok sistem partisinden ya da kurumlardan talepler oluyor ama şu anda Türkiye’de bir halk iktidarının yaratılmasına dönük siyasi bir mücadele veriliyor. Burada bunun en üst örgütleri siyasi partilerdir. Biz o yüzden kendi örgüt kitlemize de mutlaka siyasi partilere üye olmalarını öneriyoruz, TGB’nin içindeyken bile siyasi bir partinin içinde olmalarının bizim için herhangi bir sakıncası yok. Çünkü TGB’nin bir temel ilkeler bildirgesi var. Onun 8. Maddesinde şöyle der: “TGB üyeleri başka bir derneğin kurumun ve siyasi partinin üyesi olabilirler. Ancak o kurumların propagandasını TGB içinde yapamazlar. TGB kendi kararlarını kendisi alan demokratik bir kitle örgütüdür.”

Şu an TGB içinde olup bir siyasi partide bulunanlar büyük bir uyum içinde çalışıyor. Biz de arkadaşlarımıza bir siyasi partiye üye olmaları gerektiğini sürekli telkin ediyoruz. Yönetici arkadaşlarımızın pek çoğu da bir siyasi partinin üyesidir. Doğal olarak o siyasi partilerde edindikleri tecrübe TGB’ye de olumlu yansıyor.

Eski siyasi partilerin kuruluş geçmişleri temiz olsa da şu an bir kirlilik var. Demin söylediğiniz gibi siz gençlerin böyle bir kirliliği yok. Şu anda bizim halkın içinde gözlemlediğimiz kadarıyla, eylemlerin içinde herhangi bir siyasi partinin kokusu hissedilmeye başladı anda bu birlik bozulacaktır diyorlar. Çünkü halk artık muhalefete de çekin gidin diyor. İktidarı da muhalefeti de yetersiz görüyor halk. Bu nedenle bu birliğin içinde yeni bir parti kurma oluşumu düşüncesi var mı?

Aslında bu çok ince bir mesele. Türkiye’de halk hareketlerinin yükseldiği dönemlerde yeni partiler kurulmuştur ancak büyük bir çoğunluğu partiler mezarlığındadır. O partiler süreç içinde işlevsizleşmiştir. O yüzden aceleci hiçbir tutumun içerisine girmemek gerekiyor. Türkiye’de siyasi partiler büyük oranda kirlenmiş durumdadır. Var olan siyasi partilerin büyük çoğunluğu sistemde öyle büyük çıkar bağlarının içerisindedir ki, bu sistemin içinde yeni yapılanmaya yanaşmamaktadırlar. Ama önemli olan nokta şu; tüm siyasi partilerin tabanında bir biraraya gelme, bir omuzdaş olma ve iyice çürütülen düzeni değiştirme, bağımsız, gerçekten demokratik bir Türkiye’yi yeniden inşa etmek için ciddi bir enerji birikiyor. Bunun yöntemlerini şimdiden bir noktaya kanalize etmek doğru değil. Halk kendi pratiği içinde bu seçeneği yaratacaktır.

Elbette önderler, liderler bunun yöntemleri üzerinden halkı yönlendirmeli ama şuna güvenmek lazım, halk hareketine güvenmek lazım. Bu, ya tabandan gelen baskıyla şu anda var olan siyasi kurumların bu baskıya boyun eğdirilmesi ve tüm ittifaklar, gerici, faşist ve Amerikancı iktidara karşı yapılmalıdır. Ya da bu hareket yeni bir partinin kurulmasıyla gerçekleşebilir. Üçüncü seçenek de var olan siyasi partiler içerisindeki birinin önderliğinde toplanmak olabilir. Aslında bu üç seçenekten hangisinin gerçekleşeceğini, eylemlere katılan halkın bu birleşme duygusunu üst yönetimlere baskılaması belirleyecektir. Bu denendikten sonra ancak yeni bir parti seçeneği gündeme gelebilir. Çünkü ciddi bir zaman endişesi kitlelerin içerisinde var. Demokratik bir seçim yöntemi olmadığı için, baraj söz konusu da olduğundan yeni bir parti kurulduğunda mevcut iktidar karşısında oyların bölüneceği kaygısı mevcut.


Direnişinin sonucu hükümetin istifası söz konusu diyorsunuz. Üç seçenek sundunuz, hepsi gidilebilir yollar. Ama hükümetin istifası nedeniyle yönetim boşluğu olacak ve süre çok kısıtlı. Mevcut siyasi partilerin içerisindeki değişim bu kısa süre içinde sağlanabilecek mi?

Aslında böyle bir durum sonraki sürecin önünü açacaktır. Eğer siyasi partiler kendileri tarihin çöplüğüne atılmak istemiyorlarsa, tarih tarafından birleşmeyen sosyal demokratlar olarak algılanmak istemiyorlarsa, Almanya’daki gibi tarihte kara leke olarak anılmak istemiyorlarsa, bunu gerçekleştirmek sorumluluğundalar. Bu seçenek gerçekleşmezse Türkiye’de bu enerjiyi birleştirecek yeni siyasi parti kurulması belki de gündeme gelebilir. Ama ben bu noktada bunun denenmeden bir yeni parti seçeneğinin doğru olmayacağı kanısındayım.

Şu an itibarıyla ittifaka zorlamanın en doğru yol olduğunu düşünüyorum. Sistemin bu noktada gireceği krizler olacaktır. Siyasi ya da ekonomik krizler olacaktır. Belki de batılı emperyalist ülkeler sürece dahil olacaktır. Nasıl ki Mısır’da olduysa… Ama tabi Türkiye’nin de Mısır ya da Tunus olmadığını da herkes biliyor. Türkiye’nin çok ciddi bir siyasi birikimi var, 150 yıllık bağımsızlık mücadelesi var. Onun da ötesinde binlerce yıllık bu topraklarda eşitlikçi bir düzen yaratma geleneği var. Anadolu kültüründe büyük bir dayanışma ruhu var. Emperyalizmin işe karışma noktasında bu en büyük engel olacaktır.

Demokrasi kavramı

Birleştiğinde büyük güçler yaratan Türkiye’de hiçbir zaman tam demokratik olamama gibi bir durum var. Hala Osmanlı’dan kalan tebacılık ve biat etme bilinci var. Sert ve aktif liderleri tercih ediyoruz. Hala padişahları istiyor ve yaratıyoruz. Demokrasi hiçbir zaman tam tutmadı bu ülkede. Tam demokratik lideri algılayamama durumlarını geçmişte yaşadık. Demokrasinin her haliyle oturması bizim başarabileceğimiz bir şey midir sizce? Tam demokrasiye hazır mıyız artık? Her şey yolunda giderse, ne kadar bir sürede tam demokrasi oluşacak? Siz Çağdaş Cengiz olarak bu sürece ne kadar süre öngörüyorsunuz?

Birincisi; demokrasi kavramı çok kirletilen bir duruma geldi. Doğduğu dönemde, ki bu Fransız Devrimidir, esas tanımı şuydu: Soyluluk, kralcılık, padişahlık gibi tüm kurumların tasfiyesi, tüm ortaçağ eşitsizliğinin yok edilmesi, kardeşlik temelinde bir ortak pazarın kurulması ve demokratik yönetimler. Ancak bu durum 20. Yüzyılda bir değişime uğramak durumunda kaldı. Çünkü ülkeler ortak pazarın ötesinde dünyaya sömürü yayma yönünde hareket edip, dış ticaret kapitalizmine sonra da bir emperyalizme yöneldiler. Sonuçta ülke içi demokrasi mücadelesi yanında bir de emperyalizme karşı mücadele başlamış oldu. Dünyadaki 20 yüzyılda büyük gelişimlerin batı ülkelerinde değil, mazlumlar coğrafyasında gerçekleştiğini görüyoruz.

Demokrasi mücadelesi 19. Yüzyılda Avrupa’dayken 20. Yüzyılda çevre ülkelere doğru yayıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın demokratikleştiğine katılmıyorum. O ülkelerin sanayi burjuvası, iç dinamiklerini törpülerken dünyadaki diğer ülkelerin sömürüsünden elde ettiklerinden kendi halklarına paylar sundular. Böylelikle göreceli bir toplumsal huzur yaşadılar. Dünyadan sömürdükleriyle kendi ülkelerinde 30-40 yıldır bir cennet yaşadılar. Oradaki yapıyı tam demokratik olarak algılamak doğru değildir. Avrupa son 50 yıldır bir yalnızcılık, bireycilik, yabancılaşma duygusu yaşıyor, intihar ve uyuşturucu kullanımı arttı. Şu anda çökmekte olan bir sonuca gidiyorlar.

Türkiye ise 1945’den sonra Atatürk’ün kurduğu demokratik özgürlükçü sistemden çıkarak batı demokrasisinin taklitçiliğini benimsendi. Özgür bireyin değil gerçek yurttaşın yaratıldığı 20’li 30’lu yıllardan sonra geriye doğru çekilme başladı. Türkiye 60’larda bir uyanış göstermekle birlikte, 80’den sonra gerçek demokrasinin üstü yeniden örtüldü. Bu yüzden biz demokrasi kavramını çok dikkatli kullanırız. 20. Yüzyılda biz emperyalizme karşı başarıyla ve zaferle sonuçlanan ilk kurtuluş savaşımızı gerçekleştirdiysek, 21. Yüzyılda da gerçek demokrasiyi kurmak adına büyük adımlar atacağız. Toplumsal mücadeleler devam edecek. Tarihte son nokta diye bir kavram yoktur. Biz devrimciliği ya da mücadeleyi belli bir zaman dilimine hapsetmiyoruz. Şuna inanıyorum ki, Türk milletinin çok büyük bir mücadele geleneği var. Binlerce yıllık birikim sonucu, merkez olan Amerika ve Avrupa’dan, Asya, Afrika ve çevre ülkeler çerçevesinde yeni bir uygarlık yükseliyor. Türkiye’nin bu son durumda yeri ve önemi büyüktür.

Atatürk; Kapitalizm ve Emperyalizm bu dünyadan yok olacaktır demiştir.

Eski kıtaların sosyolojik, arkeolojik eski tarih bilgilerine ve birtakım kehanetlere baktığımızda tam da dediğiniz gibi, bu topraklardan doğacak olan bir demokrasi hareketinin tüm dünyaya yayılacağı söyleniyor. Yeni ve ilginç liderlerin önderliğinde yeni çok büyük bir birlik öngörülüyor. Şu anda bu topraklardaki hareketimizin bunun başlangıcı olması mümkün müdür size göre? O günlerin kıvılcımları mıdır yaşananlar?

Bu soruyu kesin olarak cevaplandırmak mümkün değil. Ama Atatürk 1937’de “Bugün güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum” demiştir. Kapitalizm ve Emperyalizm bu dünyadan yok olacaktır demiştir. Bu büyük bir ütopyadır ama biz yine de nesnellikten ayrılmamalıyız. Tek kutuplu dünyadan çok merkezli bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu kutupluluk bir didişmeye doğru gitmiyor. Tek merkezli bir dünya için işbirliği yapmayan herkese çok saldırgan tutumlar olsa da, barışın ve demokratik işbirliğinin daha fazla gözetileceği bir uygarlık yükselecek. Bu uygarlığın tek bir merkezden çıkacağından çok, çok kutuplu bir yöne gideceğine inanıyorum. Rusya, Hindistan, Brezilya, Çin, Güney Afrika gibi farklı kutuplar ile daha toplumcu, barışcıl bir yapılanma var. Karma ekonomik sistemler daha çok yayılıyor.

 T.C neden tabelalardan neden kaldırılmaya çalışılıyor sizce?

Tüm dünyada ulusal devletlerini koruyabilen ülkeler gerçekten demokratikleşme yönünde ilerleyebiliyor. Emperyalist sistem 90’lardan sonra onlara dâhil olmayan ülkeleri parçalamaya yönelik harekete başladı. Dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika, bu parçalamaları kendi değerlerini korumaya çalışan devletler üzerinde uygulamaya çalışıyor. Amerika, iplerini elinde bulundurduğu iktidarlar aracılığıyla bunu yapıyor. Türkiye’de de olan budur. T.C tabelalarının kaldırılması, ulusal değerlerimizi ve simgelerimizi parçalama ve etkisiz hale getirmeye bir örnektir. Şimdiki birlik ve dayanışma da bu yüzdendir.

Parçalanma ve bölünmeye çalışılan toplumun isyanıdır. İlginç ve olumlu olan da budur; bir devlet kendi simgelerini çöplüğe atmaya uğraşıyor, değerlerini yok etmeye çalışıyor, halk o simgeyi ve sembolü milyonlarla on milyonlarla savunuyor, buna karşı çıkarak direniyor. Biliyorsunuz 80 darbe döneminde tam tersi bir durum vardı. Türk bayrağı, İstiklal Marşı, Atatürk, o kavramların değerini daha yerlerle düşürmek adına baskının sembolü ve simgesi haline getirilmeye çalışılmıştı. Şimdi durum değişti ve semboller baskı aracı olmaktan çıkarılarak yok edilme yolu seçildi. Halk ise kendi sembollerini benimser duruma geldi ve milyonlarca insan isimlerini başına T.C harfini koydu.

Siz global bir demokrasi bakışıyla, kendi hükümetimizin emperyalizmin aracısı durumuna geldiğini söylüyorsunuz. Emperyalizm ile hükümetimiz arasında bir işbirliği mi var, bunu mu söylüyorsunuz?

Evet, kesinlikle bir işbirliği olduğunu söylüyorum. İktidarın yetkilileri bize;

“marjinal, çapulcu” diyor ama, Erdoğan kendisi de bizim farkımızda. Çünkü bizim bundan iki üç sene önce, bakanlar bizim karşımıza çıkıp eylemlerinizi durdurun dediğinde; hayır asıl siz eylemlerinizi durdurun diyen gençler olduğumuzu biliyor. Onların yanında sürekli biat eden, boyun eğen birileri olduğu için, alışık olmadıkları bir durumla karşı karşıyalar. TGB’yi mecburen dile getirmeye de başladılar. Çünkü 20 yaşlarında gençler çıkıyor ve onlara çatır çatır hesap soruyor. Başı açık, alnı dik korkusuz gençler sorular soruyor ve onlar cevap veremiyorlar.

Gezi Parkı’nda para geçmiyor, işbirliği var!

Eskinin baskıcı nesli olarak bizler, sizin çıkışınızla şaşkına uğramış durumdayız tüm toplum olarak. Medyanın sansürüne maruz kalma ve sosyal medyadan uzak olması nedeniyle eski nesil, ilk günler yine korkuya teslim olmakla birlikte ilerleyen günlerde katılımını arttırdı. Korku duvarı aşıldı pek çok kişi tarafından. Anneler eylemlere katılıyor ve çocuklarını da katılma konusunda teşvik ediyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

İstiklal marşıyla ilgili çeşitli eleştiriler olmuştur zaman zaman. Ben de genç olmama rağmen bazen bu eleştiri ortamlarında bulundum. Ama onun değerini en çok 8 Nisan’da Silivri’de anladım. Korkma diyerek başlayan İstiklal marşını söyleyen kitleye inanılmaz yoğunlukta biber gazı kapsülü atıldı. İnsanlar yerinden bile kıpırdamadan İstiklal marşını okumaya devam etti. Bu inanılmaz bir korkusuzluktur. Gezi parkında günlerdir insanlar korkusuzca mücadele ve birlik yaşıyor. Orada para geçmiyor. Bütün ihtiyaçlar işbirliğiyle sağlanıyor. Bu geleceğin dünyasıdır. Bu gençler iki sene önce ÖSYM skandalına karşı ayağa kalktılar. O gençler şimdi üniversiteli olarak meydanlardadır.

Tüm söylemlerinizden yansıyan kuvvetli bir Atatürk inancınız var. Çağdaş Cengiz için Atatürk ne ifade ediyor?

Ne mutlu ki ailemden ve çevremden gelen çok doğru bir yansıma içindeydim. Atatürk bir özgürlük kahramanıdır. Onu ilahlaştırmaya da hiç gerek yoktur. Somut eylemleri üzerinden o layık olduğu yeri zaten buluyor.

Sadece kargaları kovalayan Atatürk değil, gerçek halkçı düşünceleri olan Atatürk benim için çok önemli. Şu gezi parkı olayında bile o akla geliyor. Onun ağacı kesmek yerine binayı kaydırması önemli bir olaydır. Bedenim toprak olsa da fikirlerim yaşayacaktır diyen Atatürk’tür benim için esas olan. Kendisi eleştirebiliriz bile, çünkü siz bir devrimciyseniz, toplumsal bir değişime önderlik ediyorsanız hata yapmak mecburiyetindesiniz. Hata yapmış olma ihtimali olsa bile o bulunduğu toplumu çok ileriye taşımış bir liderdir. Bağımsızlık benim karakterimdir deyip, özgürlüğün bir milletin iliğine kadar işlemesi için çaba gösteren bir özgürlük liderinden bahsediyoruz.

Gençliğe hitabı ile bıraktığı sözler çok önemlidir.

Hıyanet ve dalalet içinde olma karşısında gençlerin nasıl davranacağını söylemesi çok üstün bir görüştür. Ve o hıyanete müsaade etmeyen bir gençlik oluşmasını istemiştir.

Bizim gelecek tasarımımız bir geçmiş taklidi olamaz. Kendisi de bunu reddederdi. Bu yüzden “doktrin istemem donar kalırız” demiştir. Tutucular bir derenin suyunu tutmaya çalışırlar, bu yüzden ellerinde bir parça çamurdan başka bir şey kalmaz, demiştir. O yüzden altı oktan bir tanesi ve bütün okları taşıyan esas ok devrimciliktir. Bütün sorunları 1920’lerin koşullarıyla analiz edemeyiz. Ama o köklerden beslenmeden hiçbir yabancı reçete bu topraklarda işlemez. O yüzden mevziiyi doğru yere kurmak gereklidir. Biz burada bütün siyasi kurumlara belirttiğimiz budur. Mevziiyi yanlış yere kurarsanız, ondan sonra akıtmaya çalıştığınız büyük ırmak doğru yatakta değilse çevreye yayılıp dağılır. Doğru bir yatağa, halkın bağrında olan kanala suyu yürütebilirseniz o çağlayarak akar, kirleri ve hataları da temizler.

Eylemlerin içinde yer alan etnik gruplar ve farklı provokasyonlar ile ilgili eleştiriler oluyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Biliyorsunuz bu eylemlerde bir sürü kışkırtma ve provokasyon denemeleri oluyor ama buradaki kitlesellik ve halk katılımı büyük olduğu sürece bunlar engellenecektir.

Şu kritik nokta da çok önemli; Türkiye’de bir barış süreci altında bir parçalama süreci yürütüldü. Biz milletimizin büyük bir parçası olan Kürdümüzü dışlayan, aşağılayan tavırların karşısına her zaman dikildik ama Türk Milleti paydasında birleşmemizin bir tarihsel zorunluluk olduğunu ve hepimiz için de en doğrusu olduğu fikrini sürekli işledik. Biz burada hariçten gazel de okuyanlardan değiliz, bizzat orada örgütleniyoruz. Dicle Üniversitesinde, Antep’te, Ş. Urfa’da, devletin bile giremediği yerlerde örgütleniyoruz. Ama Türk- Kürt kardeşliği kavramı çok doğru bir zemindir, doğru bir tutumdur. Bazen saçma eleştiriler geliyor, siz Kürt Milliyetçiliğine su taşıyorsunuz deniliyor. Bu çok büyük bir yanlış tutumdur. Bu ülkede o bölgedeki vatandaşın üzerine çok büyük baskılar kurulmuştur. Bunları açık yüreklilikle söylemek ve kabul etmek zorundayız.

Bu hassasiyeti gözetmemiz gerekiyor. Amerikan işbirliğinde olan iktidarlar döneminde oradaki vatandaşın sarılacağı bir dal yoktu. Toprak reformunun bitirilememesi oradaki toprak ağalığının devam etmesinin sonucudur. Bugün Kürt vatandaşı temsil ettiğini söyleyen örgüt, büyük oranda oradaki toprak ağalarının yönetimindedir. Biz oradaki yoksul Kürde sarılarak, gerçek halkla kucaklaşarak gerçekten bir barış süreci yaratabiliriz. Bu büyük halk hareketi oraları da kucaklayacaktır. Milletleşmek bir süreçtir.

Ne Mutlu Türk’üz diyene!

Bizlerin “Ne Mutlu Türk’üz” söylemleri halk kucaklaşmasının o bölgenin dışında kalmasına neden oldu yıllardır. Şimdiki eylemlerde bu söylem bazen eleştiriliyor ve kullanılmasın deniliyor. Yeni dönemde nasıl söylemler kavramlar kullanmalıyız gerçek kucaklaşma için?

Bu kavramı dışlamak doğru bir tutum olmaz. Ama elbette kalıplara, kavramlara hapsolan bir dönemde değiliz. Biz TGB olarak şöyle tarif ediyoruz; Milletleşme birlik ve kardeşliğin en ileri biçimidir. Etnik ve dini aidiyetler bir noktada bırakılır ve özgür yurttaş zihniyetiyle bir birlik söz konusu olmalıdır. Etniklikten çok belirli bir kültürün daha fazla ön plana çıktığı bir süreç olmalıdır. İtalyanlar, Almanlar, Fransızlar bu birliği yaratabiliyor da biz neden böyle bir birlik yaratamayalım? Onların hepsi saf ırklardan mı oluşuyor? İçlerinde çok fazla etnik ayrılıklar var. Önemli olan kültür birliğidir.

Etnik haklar aslında Türkiye’de kanunen verilmiştir sadece uygulamada sorunlar vardır. Bunları hep beraber aşmak görevimizdir. Ama burada ciddi olup ciddi talepler sunacağız. Örneğin ana dilde eğitim isteği ancak farklı bir devlet projesiyle gerçekleşebilir. Kürtçe Hukuk kitapları, anatomi kitapları, fizik kitapları yazmak zorundayız öncelikle. O zaman Kürtçe yargılamayı oluşturmak zorundayız. Bu farklı bir devlet organizasyonuna kadar gider. Bu sadece duygusal talepler üzerine yükseltilebilecek bir şey değil, Kürtçe dilini bu anlamda yetkinleştirebilmek için uzun yıllar gereklidir. Bu sonsuza kadar imkânsızdır asla olmaz gibi bir anlam da çıkmaz buradan. Ama bugün emperyalizmin tahakkümünün olduğu bir ülkede Kürdümüzün de gerçek anlamda özgürleşmesinin yolu, Türkiye’nin çağdaş birikimiyle buluşmasından geçer.

Bugün Kürtleri temsil ettiğini söyleyenler Kürtlere şeyhin müridi olmaya, ağanın marabası olmaya devam edeceği bir dünya sunuyorlar. Biz onlara gerçek anlamda iktidar olacağı bir süreç ve Türkiye modeli sunuyoruz. Böyle bir kardeşlik Cumhuriyetini sunuyoruz, sunmalıyız da… Etnik bir aidiyet üzerinden tanımlanan bir Türkiye değil, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. M. Kemal Atatürk’ün tanımıdır bu… İçinde hiçbir etnik aidiyet yoktur. Ne var, Cumhuriyet var, o cumhuriyet devriminin gerçekleştiği coğrafya var, o topraklar üzerinde halk var, burada en önemlisi bir kurma eylemi var. Kurmak, eskiyi devirmek ve yeniyi yapmaktır. Devrimi yapan büyük halk toplumu Türkiye halkıdır. Bunun kadar özlü doğru ve bilimsel başka bir tanım dünyanın hiçbir anayasal maddesinde bulmak mümkün değil. Mesela Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür tanımından ziyade bu daha doğru bir tanımdır.

Önümüzde büyük mücadeleler var, yaşadığımız büyük baskılar var. Bunların hepsinin ilacı bizdedir, halktadır. Biz birbirimizin acılarını sararız ve onurla da taşırız. Birliğin ve kardeşliğin Türkiye’sini yaratmak durumundayız. Ana dayanağımız milli devleti savunmaktır ve bu netleşme sürecini kardeşçe yürütmektir.

Bu yeni oluşum döneminde, milli devlette sizin kendinizi Çağdaş Cengiz olarak onun içinde gördüğünüz bir yeriniz, planladığınız bir yürüyüşünüz var mı?

Benim kişisel olarak herhangi bir öngörüm yok. Ben yararlı olacağım, bu büyük Türkiye, yeni bir Atatürkçü, vatansever, devrimci bir iktidarın yaratılacağı Türkiye’de yeteneklerime en uygun görev neyse, o görevi icra edeceğim. TGB’nin içerisinde çok farklı bir maya ve kültür vardır. Bizde koltuk sevdası yoktur, görev vardır. Biz nöbet değişimini çok kolay yaparız. TGB içinde ben başkanlığı devralırken çok demokratik çalışmalar yaptık, kim daha uygundur diye çok görüşmeler oldu. Ben kendi adıma TGB başkanı olarak ilerde şu görevde olacağım diye bir şey koyamıyorum ama şunu çok rahat koyuyorum; TGB’nin önderliğinde bulunan arkadaşların her biri Türkiye’nin geleceğinde Türkiye’nin yönetiminde çok önemli organların başında olacaktır.

Hepsi çok nitelikli ve birikimli arkadaşlardır. Sadece şimdi görev yapanlar değil, geçmiş dönemde görev yapanlar da çok büyük görevlerin, sorumlulukların başında olacaklardır. Şuna çok güveniyorum, çok güzel bir maya tutturduk, müthiş bir dayanışma ruhu oluşturduk, alma değil, verme kültürü oluştu. Esas itibariyle halk çocuklarıyız. Sistemle bağları kuvvetli olmayan, sistemle bir çıkar ilişkisinde bulunmayan, cebindeki üç beş parayla çok rahat idare edebilenlerden oluşuyoruz. Hiç birimizin evi yok arabası yok, dolayısıyla derdi de yok. Biz Türkiye’nin her yerindeyiz. Biz halkız…

Nazım’ın bir şiiri var: Bir kere bile doymazsınız şu yemiş dolu dünyadan geçerken…

Dünyadaki birikim; tüm insanları doyuracak giydirecek, barındıracak, hem de sosyal ve kültürel olarak kendini geliştirebileceği kaynaklara ve imkanlara sahiptir. Bir avuç sülük bu büyük kaynakları ellerinde tutmaktadır. Çeşitli dönemlerde yaşadıkları krizlerde faturaları halk kitlelerine kesmeye çalışmaktadırlar ama artık buna tüm dünyada başta biz olmak üzere dur diyeceğiz. Onlar bize fatura kesemeyecekler biz onlara fatura keseceğiz.

Son olarak ne söyleyeceksiniz?

Halkımıza güveniyoruz, halkımızın bu büyük tecrübeleri sonrasında en doğru yolu yaratacağına inanıyoruz. Doğru yolu hep beraber bulacağız. Halkımızın da bize güvendiğini biliyoruz, gençlere güvendiğini biliyoruz. Bu çok önemli fırsat anlarıdır, dün geçti yarın çok geç olacak, tam da bugündür dediğimiz bir güne doğru ilerliyoruz. O gün çok büyük bir zafer günü olacak hepimiz için. Baskı ve zorlama ile değil, büyük emekler vererek yaratacağımız yepyeni bir sayfa bizim için açılacaktır. O zafer gününe kadar direnişimizi de mücadelemizi de sürdüreceğiz. Halkımız tırnaklarıyla o zafer gününü çekiyor, hep beraber büyük zorbalıkların üstesinden geleceğiz. Sonrasında da yaralarımızı hep beraber saracağız.


Yazar notu: Eylem süreci nerede, nasıl bitecek bilebilmek zor. Ama bildiğim bir şey var ki, ulusça hep birlikte yeni bir döneme girdik. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Meydanlara inip hala bu çocukların gözlerine bakmadıysanız bunu anlayamazsınız. Umarım gözler ve gönüller, aydınlık devrimlerde ve liderlerde buluşur…

Gezi Parkı olayları: Gün gün neler yaşandı?


Nesrin Dabağlar
İstanbul’da doğdu. İşletme ihtisası yaptı. 12 yıl bir devlet kuruluşunda muhasebe alanında çalıştı ve 1995-2008 yılları arasında özel sektöre ait çeşitli sağlık kuruluşlarında yöneticilik, danışmanlık ve halkla ilişkiler görevlerinde bulundu. 2008’den itibaren çalışma alanlarına eğitim sektörünü de ekleyerek özel bir üniversitede halkla ilişkiler ve organizasyon uzmanı olarak çalıştı. Bilimsel konuların insan ile ilişkileri, inanışlar ve inançlar konusunda araştırmalar yaptı. Özellikle kutsal metinler, tarih, psikoloji, fizik ve bilimdeki yenilikleri konu alan makaleler yazdı. 2006 yılında İndigo Dergisi'nin yazar ve muhabirliğini yapmaya başladı.