2003 yılında Bişkek’teki Kırgız-Türk Anadolu Lisesi’nde Edebiyat dersinde yeri geldiği için Otuz Beş Yaş şiirinden ve şairi Cahit Sıtkı’dan bahsedince Kırgız öğrencilerim bana Romantik Kırgız Şair Alıkul Osmonov’dan ve meşhur şiiri Otuz Yaş’tan söz ettiler. O zaman baktım ve gördüm ki, Alıkul’la Cahit Sıtkı’nın coğrafyaları farklı olsa da, kaderleri ve kederleri birbirlerine çok benziyor.
Otuz Caş / Otuz Yaş şiiri Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş şiiri gibi uzun bir şiir. Bu sayfalarda şiirin tamamından söz etmeyip, bir iki dizesine yer vereceğim sadece. Çünkü esas konumuz, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiir kitabı. Yine de bir vefa borcu olarak, Alıkul Osmonov’a değinmeden geçemeyeceğim müsaadenizle…
1915 doğumlu olan Alıkul Osmonov 1950 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Yani otuz beş yaşında… Yunus’un “Bu dünyada bir nesneye/ Yanar içim köynür özüm. / Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi.” dediği yaşlarda. Cahit Sıtkı da 1910’da doğmuş, 1956’da rahmete göçmüş… Kırk altı yaşında…
Türk Dünyası’nın bu iki güzide şairi, ömür denilen bu zaman diliminden kendi paylarına düşeni alıp gitmişler özge bir aleme, geride güzellikler bırakarak…
Yetimhanelerde büyüyen Alıkul Osmanov, ömrün çok hızlı bir akış olduğunun hayretiyle otuzuncu yaşı, baktığı yerde bir anda ortaya çıkan bir boz atlıya (ki Kırgızlarda da Hızır / Kıdır Aleyhisselam, boz ata binmiş olarak düşünülür.) benzetmekle eşine az rastlanır bir imge örneği sergiliyor bize:
(Kırgızca orijinal metin Kiril Alfabesiyle yazılmış, ben latinize ederek aldım.)
Iras, ömür, kanday kıska, kanday az,
Tagdır oşol, ölçömünön köp kılbas.
Birok, çirkin, azdıgına meyli ele,
Anın oktoy tezdigine katat baş
Keçee gana tigi kırda cok ele,
Kaydan çıktı boz at mingen otuz caş?
(Şiirin Türkiye Türkçesindeki yakın anlamı)
Hakikat, ömür ne kısa, ne az,
Kaderin ölçüsü hiç şaşmaz.
Lakin, esefle, buna da eyvallah.
Oktan da hızlı geçip-gider, döner başımız.
Orada yoktu daha demincek
Nerden çıktı bu boz atlı otuz yaş?
Cahit Sıtkı ise “Yaş otuz beş yolun yarısı eder. / Dante gibi ortasındayız ömrün.” derken, bir hayretten çok İtalyan Şair Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’yı yazdığı yaşı hatırlıyor:
Yaş otuz beş, yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Her iki şair de, genç öleceklerini bilmişler gibi şiirlerinde hayatı, kaderi sorgulamışlardır. Dünya edebiyatında başka örnekleri var mıdır ? Bilemiyorum… Araştırılabilir ama…
Sevgili okuyucularım, yazımı böyle planlamamıştım aslında. Ben size Cahit Sıtkı’nın Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken yaklaşık yarım sene boyunca kendisine yazdığı veya yazmak zorunda kaldığı mektuplardan söz edecektim aslında.
Bu hikâyeyi bilenleriniz vardır belki… Ben yine de anlatmayı seçiyorum:
Kişilik olarak Alıkul Osmonov, Ahmet Haşim gibi sürekli hoşnutsuzluk, elem ve üzüntü içinde yaşamış olan Cahit Sıtkı’nın, yeterince yakışıklı olmayışından, güzel bir yüze sahip olmayışından ve kadınların ilgisizliğinden Haşim gibi yakındığını görüyoruz. Düzenden pek hoşlanmamış ve bohem bir yaşantıya sahip olmuştur. Bu yaşantı içinde şiiri onu hayata bağlamış, şiiri çok ciddiye almıştır.
Cahit Sıtkı’nın Diyarbakır’dan gelip, Galatasaray Lisesi’nde eğitim ve öğretime başlamasıyla bu çevrede kendini yabancı olarak görmüş ve bu çevreyi hissiz olarak algılamıştır. Bu duygularla kendine göre, bir çeşit, savunma mekanizması geliştirip pratikte uyguladığını görüyoruz.
Cahit Sıtkı, dostu Şemsettin Kutlu’ya o yıllarla ilgili şu anısını anlatmıştır daha sonraları:
Galatasaray Lisesi’nde idim. Arkadaşlarımın çoğu varlıklı, iyi giyinen, gösterişli çocuklardı. Ben giysem, onlar gibi kendime yakıştıramaz, pısırıklıktan kurtulamazdım. Çoğunun ceplerinde güzel, fettan kızlardan gelmiş mektuplar, resimler bulunur; övüne övüne bunları birbirlerine okuyup gösterirlerdi. Onların bu başarılarını gördükçe içim içimi yerdi. Geceleri yatakhanede pısır pısır, bu çeşitten kahramanlıklar anlatıldıkça benim gözüme uyku girmezdi.
“Ben bunların çoğundan daha derin, daha duygulu, daha anlayışlıyım; üstelik bazı dergilerde şiirlerim de çıkıyor. Onlardan eksiğim yok, fazlam var. Hal böyle iken neden benim de kız arkadaşlarım olmuyor?” yollu tasalarla, sabahlara kadar yastığımda döner bire dönerdim.
Tatil ya da paydos oldu mu, bu hızla okuldan dışarı fırlar, Tünel’le Taksim arasında melil mahzun mekik dokurdum. Ama faydasız, yine de okula eli boş dönerdim. Bu, uzun süre böyle gitmişti. Baktım ki, bu işin sonu yoktu. Arkadaşlarıma karşı da, kendime karşı da zor durumda kalıyordum. Nihayet buna bir çare buldum:
Kafamda, kendi zevkime göre bir sevgili yarattım. Ona boy pos verdim, kaş göz düzdüm, adını koydum. Artık benim de hiç değilse arkadaşlarıma anlatacak bir “kızım” vardı. Anlatmaya da başladım. Yalnız ne var ki, bunu belgelendirmek gerekiyordu.
Bir gece, kuytu bir köşede yazımı değiştirerek, özene bezene, bu düşten sevgilimin ağzından, kendime bir mektup yazdım. Beşiktaş postanesine gidip, oradan adıma postaladım.
Mektubun elime geçtiği günkü heyecanımı anlatamam. Bu gerçekten sahici bir kızdan gelseydi, ancak o kadar duygulanırdım. Bir süre sonra bu mektupları arkadaşlarıma okurken onlar:
– Cahit, sen tam dengini bulmuşsun. Sen şair, o şair… diyorlardı. Bu mektuplaşma böylece yarım yıl kadar sürdü. Sonunda galiba ben vefasızlık ettim. Mektuplaşmayı kestim.”
Cahit Sıtkı’nın şiirlerini Can Yayınları’ndan çıkmış 21.basımından okudum. Tamamı 245 sayfa. Asım Bezirci’nin sunumu ve Şiir Üstüne görüşlerinin yer aldığı düz yazılar var başlangıcında. Sonrası şiir…
Yaşarken umduklarını bulamamış Cahit Sıtkı’nın ölümden umduklarını bulup, bulmadığını bilemiyoruz.
Tarancı’yı okumanızı umarak, bir şiiriyle bitiriyorum yazımı:
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak..