Vurgunları yemek için gönüllü çıkmıştım yola; açık denizlerin mavilerinden gelen ateş topu ejderhalar korkutamazdı beni. Geçmişi uyandırma çabalarım oluyordu ve bunu her denemeye kalktığımda parolayı unuttuğumun farkına varıyordum, dünün kapısında düşler kurmamın tek nedeni de buydu.
Hayatımın odağına yerleştirdiğim yalnızlığımla uykusuzluğum sevişirken ben sadece seyrederdim ve bir gerillanın tedirginliğinde sonraki eylemimin başarısını düşlerdim. Seni ilk ne zaman yaraladığımı unutmak istedikçe daha fazla anımsar olmuştum. Yaralanmıştın ama kanadığının farkına varamamıştın henüz, oysa ben biliyordum; kendi yazdığım öykünün kahramanı gözü ile baktığımda ilk yarayı almıştın. Yalanlardan oluşturduğum sözcük yığınlarını ateşe vermeden önce, bir meleğin beni uyarmasını mı beklemiştim? Emin değilim.
[quote]Geçmişi uyandırma çabalarım oluyordu ve bunu her denemeye kalktığımda parolayı unuttuğumun farkına varıyordum, dünün kapısında düşler kurmamın tek nedeni de buydu. [/quote]
Kurguladığım ve yeniden yaşamak istediğim dün, umutsuzca tehlike sinyalleri gönderiyordu bana. Geçmişte yaşanılanların, an’ın içinde gizlendiğini biliyordum ve ne geçmiş ne de şimdi birbirlerinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmişti; özlem duyduklarımı mı arıyorum şimdiyi yadsıyarak, yoksa geleceğin uydurma bir düş olabileceğinin kanıtlarını mı? Geçmiş zaman kabul ettiğimiz yaşanmışlık şimdikinin tanığı mıdır ve yarının bir anlama kavuşabilmesi bu günün çelişkisi midir?
Olan bir durum veya yaşanmışlık tekrarlanamaz. Dünde kalanlara baktığımda onların başıma dahi geldiğini sanmıyorum; hissettiklerim salt benim anlayabileceğim bir yakınlık ve bilme duygusu. Dün, şimdi bu yakınlığı duyabileceğimi bilmiyordum ya da yarın bu günden nefret edecektim. İşkenceye uğramış bir masumun suçu üstlenmesi gibiydi yaşam karşısında bulduğum yanıtlar ve tutanaklardaki ifadelerin doğruluğuna inanmak istiyordum.
[quote] Sırtıma, gerileceğim ‘Çarmıh’ı yüklenip Golgotha yoluna düştüğümde, insanların tüm nefretini yüreğimde hissediyordum ve yol boyunca tüm acıları neden tek başıma çektiğimi kendime asla sormadım.[/quote]
Son anlarımda bile aşka inancım tamdı, şeytan ayartamamıştı. Sahte isimlerle, yüzümüzü saklayarak girdiğimiz pansiyonlardaki korkuyu hissetmiyordum, kendi adımla ve cesurca yürüyordum şimdi, başımda aldanmışlığın dikenli tacı vardı; bu vurgunları yemek için gönüllü çıkmıştım yola, açık denizlerin mavilerinden gelen ateş topu ejderhalar korkutamazdı beni.
Aşk günahtı insanlara, bilge ağacının meyvesi yasaktı; cennetten kovulmaktı. Aşkı üçüncü sınıf otellerin karanlık odalarına kapattılar ve güneşin özleminden utanmış nefretleri çoğaltıp, erdem saydılar. Tüm kutsal kitaplarda müjdelenen ve kutsanan aşkı, yanlış yorumlayıp günahların ilki kabul ettiler. Günahkardık sevgili: Bizi birbirimizden sorduklarında kendimizi inkar ettiğimiz için. Nefretimizin ortasında yalan bir sıcaklığa destanlar yazdığımız için günahkardık.
Sorularımla kuşattığımda seni ‘Fazla soruyorsun’ diye geri püskürtmüştün beni. Gözlerin, Salacak’ ta yudumladığın çayın bayat olduğunu farkederek denizin sonsuzluğuna acıyordu ve Kız Kulesi yalnızlıkları büyüterek ötelerde bir yerde gülümsemeyi arıyordun. Bizim cümlemize başlayacak ilk sözcüğü arıyordum baktığın ufukta, yüzünde hüzün yansımaları ‘Başlama’ diyordu. ‘Çünkü, başı ve sonu olmayacak, öykünün ortasında bir paragraf bile zor olacağız.’ Bunu henüz algılayamıyordum ama sen bunu çoktan biliyordun.
[quote] Bir başlangıç değildi bu: Eski gömütlüklerdeki Firavun odalarında huzuru arayacak ve sarılmalarımızdan önce gözlerimize ince kum tanecikleri dolacaktı, acısını derinden hissedeceğimiz.
[/quote]
Asla bitmeyen bir şeyi anlatmadım ve şimdi anlatırsam yarım kalacaktık. Yanılmıyordun, senin için düşler büyüttüm. O kadar çoktular ki sen bile ne kadar uğraşırsan uğraş içimden kazıyamazdın. Toplumun ahlaki yasalarını umursamayacağımız başka bir boyutta, yaşamın ne kadar kısa olduğunun bilincine varmıştık. Ertelemek, boş ve anlamsızdı. Yaşamalıydık. Çünkü, hüznün mevsimlerini düşüneceğimiz zamanlar geldiğinde, buruk tebessümlerimize bir kaç damla gözyaşı karışacaktı.
Teninden yayılan sıcaklığı parmak uçlarından içerken pişman olmadım, günah çıkartmadım. Belki hazzın işkencesi, aşkın masumiyetinden kaynaklanmıştı. O gece kimsenin bilmediği sırları sana verdiğimde dokunmayı bilen ellerinle, her şeyi erteleme alışkanlığımızdan da kurtulmuştuk. Dört duvar arasında yaşadığımız mahremiyette suçu yasallaştırmıştık. Henüz durgun sularda kıyıya vuracağımı bilmeden, ten yangınlarımı soğutmak için senin limanına demirlemiştim. Sevişmelerimizin hoyratlığını, dinginliğinle yatıştırdığında ellerimi tutar, saçlarını yüzüme dökerdin. Ellerinden ruhun içime akardı. Sevişme sonlarında birbirimizin sıcaklığında ateşimizden yangınlar utanırdı.
Bir defasında, günün ilk saatlerinde yağmura yakalanmış, öksüz bir saçağın altına sığınmıştık. Yağmura bakışlarınla dokundun. Bir serçenin ürkek kanat çırpınışıydı gözlerin. Güneşli günlerin şafağında mavilere uçacağını anlamıştım ve acısını karanlık gecelerin yalnızlık yudumlarında hissedecektim; sonradan bunun yaşamamak olduğunu bildiğim halde, sende ölümsüz olduğum yanılgısına kapılacaktım.
Sensizlik, yaşadığımız bu paragrafta yerini asla almayacak, öncesizliği kadar sonrasızlığı da yoktu. Ana fikri, kişilik çözümlemeleri, haklısı veya suçlusu yoktu. Sessizliğin hükümdü, verdin ve gittin.