Onun oğlu, bunun yavrusu muyum ya da şunun sevgilisi miyim, A firmasının kurucusu muyum, B dergisinin yazarı mıyım, C’nin bilmem nesi miyim? Mustafa Emin Palaz’ım değil mi? Yoksa o da mı değilim? İnsan mıyım?
İnsan da mı değilim aslında? Neyim, hayal miyim? Hayal demişken, hayalim ne?
Kuantum fiziği ile en sık alıntılanan tez; “suje, objeyi etkiler”!
Ne demek bu, kabaca anlatayım; detaylı bilgi isteyenler internette araştırabilirler.
Hazırlanan deney düzeneğinde, bir tabanca fırlatıcı görevi görüyor. Önünde bir plaka var ve plaka ile tabanca arasında da bir yarık var.
Tabancadan çıkan madde, yarığın arkasında bir adet iz oluşturuyor.
Benzer şey, elektron tabancasıyla yapılıyor ve fırlatılan elektronlar da bir küme oluşturuyor arkadaki plakada.
Mantıklı: Tek rota, tek sonuç!
Aynı şeyi çift yarıkla deniyorlar.
Tabanca rastgele yönlerde madde fırlatıyor ve önündeki plakada çift yarıktan iki iz çıkıyor doğal olarak.
Elektron tabancasında deneniyor çift yarık ve…
Birçok sayıda dalgalı kümeler oluşuyor! Mantıkdışı!
Neden olduğunu öğrenmek için özel bir takip sistemi kuruluyor deney düzeneğine. At koşularındaki fotofiniş kameraları gibi, tabancalardan çıkan parçacıkların güzergahları tespit edilecek.
Düzenekler hazır, fırlatmalar başlıyor, takip tamam. Peki sonuç?
Sadece 2 küme.
Bir önceki sefer elde edilen mantıkdışı sonuç şimdi normalleşti. Aradaki tek fark, bu kez takip sistemi vardı, o kadar.
Ama sanki elektron parçacıkları izlendiklerini anlayınca, sırlarını ifşa etmekten kaçınırmış gibi normal davranmaya başlıyordu. Dolayısıyla “gözleyen, gözleneni etkiler” sözü (süje, objeyi etkiler) doğdu.
(Eğer deneyle ilgili Dr Quantum ünvanlı Fred Alan Wolf’un hazırladığı videoyu izlemek isterseniz şu linke tıklayabilirsiniz. http://www.indirvideo.net/cift-yarik-deneyi-dr-quantum-329454.html)
Bu durumdan gözlemler, değerlendirmeler, geri bildirimler gibi konularda yararlanılıyor.
[quote]“Gözlem şekliniz, ele aldığınız davranışlar, olgular karşınızdaki kişiyi etkileyebileceği için, farklı açılardan da yaklaşın”[/quote]
Bu sefer durum biraz değişti!
Az önce kız arkadaşımla farklı bir meditasyon deneyimledik. Bu esnada zihnimde bir şey belirdi: gözlemsiz şekildeyken plakaya dalga dalga yayılan elektronlar…
Dr Quantum ünvanlı, Profesör Fred Alan Wolf bile kuantum fiziğinin otoritesi olmasına rağmen, bu deneyi izah edemiyorken, ben hayata dair her şeyi anlamlandırmaya çalışıyorum.
Ha, baya başarılıyım anlamlandırmada ama…
“Mantığımı devreden çıkarmayı başarırsam, “Sıradışılık 2.0″ çözümler doğacak”
[quote]Ama belki de mantığımı devre dışı bırakabildiğim anlarda, mucizelere izin verebileceğim![/quote]
Bugüne kadar birçok mucizevi başarı yaratma imkanım oldu, beni tanıyanlar ve danışanlarım bilirler. Bunlar hep sıra dışı yollar sayesinde gerçekleşen, sadece dolaylı şekillerde mantığa uygun olan şeylerdi. Mesela kilo verirken, nükseden içhastalıklar üzerine çalışırken veya imkansızlaşmış projelerde sıra dışı çözümler yarattık.
Oysa şimdi, mantığı da devreden çıkarmayı başarırsam, “Sıradışılık 2.0” çözümler doğacak diye hissediyorum.
Bu yazdıklarımın bir kısmını, birçok kişisel gelişim kitabında okumuş olabilirsiniz. Ancak sözlerim, kopyala yapıştır değil, bizzat idrak ettiğim deneyimlerden!
Bugüne kadar zihnimi aşırı geliştirmiştim. Rüyamda bile projeler yürütebilmek için teknikler geliştirdim. Fiziksel algı alanımı arttırdım, zekam gözle görülür artış sağladı… O sebeple psikologların çözemediği vakaları çözebilme ukalalığına sahibim ya da kriz yumağı projeler için kapım çalınıyor ve yönetim kurulları tüm nazımı çekiyorlar…
Şimdi ise zihnimden sıyrılma vakti! Zihin düzleminden sıyıran tekniklere ihtiyacım var.
Hayalini yaşa!
Tanrılar Okulu isimli kült kitabın esas yazarı (piyasada bilinen Stefano D’anna yazarın kardeşidir), kitaptaki Dreamer karakterinin kendisi Elio D’anna, beni yeni kurulacak European Schools of Economics Istanbul Üniversitesi’nde eğitmenliğe davet etmiş, ama öncesinde bir öğütte bulunmuştu: “hayalini yaşa!.”
İhtiyacım olan tek şey, hayal kurmak!
Şimdi hatırladım: Yıllar önce ünlü bir kariyer koçuna “hayal kuramıyorum” diye mesaj atmıştım. O da yardımcı olmuştu sağolsun.
Siz hayal kurabiliyor musunuz? Çevremde çok çok çok az insan var hayal kurabilen.
Ev, mülk, arabalar, iş…
Kimisi huzur, mutluluk falan hayal ediyor.
Peki bu hayaller ne derece görünür? Görmezseniz o hayaller nasıl süreçlerini başlatacak?
Bir yoga hocam demişti “Hangi baba, dondurma isteyen çocuğuna taş verir?”
Taş almak istemiyorsak bu hayattan, dondurmayı daha gerçek şekilde hayal etmeliyiz.
Huzur denince ne anlıyorsunuz? Mutluluk nasıl bir şey? 35 metrekare de bir ev sayılabilir, sizi tatmin ediyor mu?
Secret’çıların anlattığı “iste, olsun” mantığına inanmıyorum. Ama olmaz da demiyorum. İnce bir ayarı var bence.
Edimsizlik, bildiğim en üst mertebedir, hareketsizce yaratabilmek. Bunun için de pişmek gerek. Bu pişme sürecindeyse 3 şey var, hayal etmek, hak etmek ve inanmak.
Ama inanç derken “neden olmasın canım, hayalime inanıyorum” inancı değil. Hücrelerinizde bile titreşimi görmekten bahsediyorum. Sonrasında zaten ya motivasyonunuz doğar ve o hayal için adımlar atarsınız ya da yukarılardan gelmesini beklersiniz, size kalmış.
Size ufak bir anımı anlatayım.
Az önce bahsettiğim Tanrılar Okulu kitabını okurken, anlatılan öyküleri kendi hayatımda tek tek deneyimledim. İmkansız bir talebim gerçekleşti, birçok uçuk hedefim gerçekleşti, ölümsüzlük oruçlarım oldu… O günlerde işsizdim ve iş konusunda 3 şart koştum kendime: yürüme mesafesinde bir iş, her gün yeni bir şey öğrenebileceğim bir iş ve şu aralıkta maaşı olan bir iş.
O günlerde de para derdinde olmadığım için talep ettiğim maaş aralığımın taban tutarı kadar kazanıyordum. 35 dakikalık yürüme mesafesindeydi işyerim ve orada sorumlu olduğum server bilgisayar ve diğer teknolojik makinalarla orada tanışmıştım.
Her gün yepyeni şeyler öğreniyordum hem de yepyeni çözümler üretiyordum, maliyet düşürücü, sistem güçlendirici vs…
Rakiplerimiz bile arayıp telefonda destek alıyorlardı benden.
Bir gün işe giderken yürüdüğüm patikayı beğenmez oldum ve “değişse, güzelleşse” dedim sadece. Ertesi gün bir palet briket, 3 belediye işçisi ve bir traktör kepçe, patikayı güzelleştiriyorlardı.
O günkü saklı onurumu tahmin bile edemezsiniz. Gizli, çünkü kimseye anlatamazdım, nasıl anlatayım!
Ama o gün, ofiste karşımda oturan kıza gözüm ilişti. Çok sevimli bir kızdı, sevimli de bir sevgilisi vardı. Çok da yakışıyorlardı bunlar ve ben sevgilisi olan kızlara bakmam. Ancak işte güç, egoyu doğurdu. “X’i istiyorum” diye geçti aklımdan.
Daha önce hiç dışarıda buluşmamıza rağmen, o gün mesai çıkışında kahve içiyorduk ve ertesi günse kız beni zorla öpüyordu.
Korktum! “Bende böyle bir nefis varken, böyle bir güç bana fazla” dedim, zararlıydım zannımca. Böylece hem gücüm kayboldu hem de inancım…
Görülen o ki geçen zamanda bu inanca, ‘hak ettiğim bilinci‘ne ihtiyacım tekrar doğdu.
Çünkü öğretilerin de gösterdiği üzere, özüm her şeye layık!
O hâlde kim olduğumu, özümde ne olduğumu hatırlamam ve idrak etmem gerekli.
Sahi! Kimim ben?
Yarattığım mucizevi çözümler miyim? Onun oğlu, bunun yavrusu muyum ya da şunun sevgilisi miyim? A firmasının kurucusu muyum? B dergisinin yazarı mıyım? C’nin bilmem nesi miyim?
Mustafa Emin Palaz’ım değil mi? Yoksa o da mı değilim? İnsan mıyım?
İnsan da mı değilim aslında? Neyim? Hayal miyim?
…
Olduğum şey nasıl bir şey?
Neden burada?
Nereye ulaşacak?
Hayali ne, hayalim ne?
Bu hayal için yaşamayı göze alabilir miyim?
…
Ey sevgili okur, ya senin hayalin ne?