Mayalar kadim bir uygarlık oldukları kadar bir o kadar da bize yabancılar… Bir çok uygarlığı araştırmama rağmen, Mayalar anlaşılmaz geldiği için onların kadim geleneklerine girmeye pek cesaret edememiştim ta ki Nilgün Arıt’ın kitabı ve facebook grubuyla tanışana kadar…
Nilgün Arıt, Mayaların kadim bilgeliğini, yalın ve bizim anlayabileceğimiz bir şekilde bizlere sunuyor. Ve bu bilgileri sadece kitaplar üzerinde değil, Meksika’nın ve Güney Amerika’nın mistik topraklarında doğrudan şamanlar ve ritüeller içerisindeki deneyimleriyle harmanlayarak sunuyor. Evet, her ne kadar bu konuda çok tevazu sahibi olsa da, kendisi bir “maya şamanı” ve şamanizmin, kutsal maya inancının bilgeliklerine yolculuk etmiş bir öğretmen olarak, bize maya inancının sırlarını sunuyor.
“Onlar en doğru sözlerle konuştular; Ancak yine de, mesajın önemini çoğu kimse anlamadı. Sonra en uygun biçimde her şey kağıda döküldü; artık anlaşılabilmeli, denildi… Yine de içerik hala tam kavranabilmiş değil; hala gözler doğru okuyamıyor. Her şeyi bilenler, sadece bilge Maya halkından gelenler. Ancak bir gün gelecek, bugün anlatmaya çalıştıklarımız herkesçe öğrenilecek, bu satırlar okunacak, denilenlere tanık olunacak ve işte o zaman anlaşılacak…” –Chumayel’in Chilam- Balam (Maya kehanet kitabından)
Röportaj | Nilgün Arıt
Öncelikle hiç bilmeyenler için Mayaların kimler olduğunu açıklayabilir misiniz? Nerden geldiler, hala gelenekleri devam ediyor mu?
Mayalar, ABD’nin güney sınırından El Salvador’a kadar uzanan topraklarda 10,000 yılı aşkın bir süre değişik devletler kurarak yaşamış bir Orta Amerika halkıdır. Mezopotamya ve Anadolu topraklarında Hititler, Sümerler, Frigler, Roma, Bizans imparatorlukları, Anadolu Selçukluları, Osmanlı İmparatorluğu vs. nasıl sırayla tarihe geçtiyse, Orta Amerika topraklarında da Olmek,Mixtec, Zapotek, Maya devletleri tarihsel bir sıralamayla binlerce yıl var olmuştur. Fark şuradadır: Anadolu topraklarında kurulmuş devletler farklı din ve inançları, farklı devlet ve toplum sistemlerine sahip olmuşken, Maya halkı en başından en sonuna (İspanyol işgaline) kadar benzer sosyal ve siyasi yapıları sürdürmüş, aynı inanç sistemi, aynı dini devam ettirmiştir. Geliştirmiş ya da tanımlamaları farklı kelimelerle dile getirmiş olsalar da…
Bir diğer fark da şudur: Bugün Mezopotamya topraklarında yaşayanların Babilliler, Sümerlerle hiçbir ilintisi kalmamıştır, bugün Mısır topraklarında yaşayanların Antik Mısır Medeniyetiyle hiçbir ilintisi kalmamıştır… Oysa Maya halkı bugün binlerce yıl önceki aynı inanç sistemine, aynı toplumsal ilişkilere, aynı dile sahiptir… Yok edilmekten kurtulan ve inanç ve törelerini gizlilik içerisinde de olsa sürdüren yerli Maya halkını kastediyorum. Çünkü Kişe Maya halkından olan, tüm ailesi ABD güdümlü Guatemala devletinin ölüm tugayları tarafından öldürülen, ve hayatını dünyaya Maya halkının sesini duyurmaya adayan Rigoberta Menchu’nun 1992’de Nobel Barış Ödülünü almasına kadar yerli Maya halkı inançlarını gizleyerek, dillerini kamuya açık yerlerde konuşmayarak, hayatlarını korumuşlardı.
Peki bu kadar kadim bir medeniyetten neden insanlık geç haberdar oldu?
Maya medeniyeti, antik Hint, antik Çin, antik Mısır, antik Sümer medeniyetlerinden daha farklı öneme sahip değildir bilimsel tarih, antropoloji ve benzeri bilim dalları açısından. Ancak keşifleri çok yenidir. Amerika’nın keşfi çok yenidir zaten. Varlıkları Hint, Çin, Mısır, Mezopotamya medeniyetlerinden çok önce başlamış olan Maya medeniyetinden dünyanın yüzyıllarca habersiz olmasının nedeni Amerika kıtasının keşfinin ancak çok yakın bir tarihte, 1500’lerde, yapılabilmiş olmasındandır.
Keşfi takiben Orta Amerika’dan itibaren kıtayı istilaya başlayan İspanyollar, “Hristiyanlık inancını yayma misyonu” adı altında 20 milyon yerli halkı katlettiler. Medeniyetlerine dair her şeyi, incecik ağaç kabuklarına yazılmış binlerce eserlerini yaktılar, heykellerini un ufak ettiler, tapınaklarını yakıp yıkıp bir daha bulunmasın umuduyla üzerlerine kiliseler inşa ettiler. Bunu sadece İspanyol Kralı bildi; altınlar, gümüşler, değerli taşlar, kakao ve benzeri toprak ürünleri İspanyaya gitti ama yok ettikleri medeniyete dair dünyaya sadece bu kıtada vahşi yerliler yaşadığı, kahraman misyonerlerce haklarından gelindiği duyuruldu.
1840 başlarında Amerikalı iki gezgin Orta Amerika’da ormanda tesadüfen ağızlarını açık bırakan bir tapınakla burun buruna gelene kadar… Yani yüzlerce yıl kadar da Katolik misyonerlerin yazdıkları dışında dünya haberdar olmamıştır bu medeniyetten. Arkeolojik çalışmalar 1950’lerde başlamış, yazılarının biraz biraz çözümlenmesi 20 yıl sürmüş, hala da tam çözülebilmiş değildir. Çözümlemelerin çoğu da Maya dini inançları bilinemediğinden yanlış yorumlamalarla doludur.
Çözümleme sorunlarının sebebi Diego de Landa Calderón’dır. Kendisi Fransisken keşişi olarak İspanya’da yaşamını sürdürürken ilk misyonerler arasında Yukatan’a gönderildi. Yukatan Yarımadasındaki Roma Katolik Klisesi Başpiskoposu olarak yaşadı ve Kolomb-öncesi Maya medeniyetinin tarihini, edebiyatını, gelenek ve inançlarının neredeyse tamamının yakılma ve yok edilme emrini o vermiştir. 1562’de tarihe geçen utanç verici karalıktaki adıyla, “auto-da-fé” uygulaması ona aittir.
Auto da fe nedir?
Maya medeniyetine ait yazılı belgelerin çok az ve sadece birkaç adet müzede olma sebebi, gerek Maya dini kitaplarının, gerekse Şaman Rahiplerin kaleme aldığı Chilam Balam kitaplarının hazin hikâyesi çok trajik bir tarihsel olaya dayanıyor ve olay tarihe “MANI AUTO DA Fé”si olarak geçmiş.
İspanyol Diego de Landa Calderón, Fransisken tarikatından bir keşişti. Amerika’nın keşfi üzerine Meksika’nın doğu ucundaki Yukatan yarımadasına gönderilen ilk misyonerlerdendi. Burada Roma Katolik Kilisesi Başpiskoposu olarak yaşadı ve Maya medeniyeti hakkında en kapsamlı yazıları o yazdı. Ancak, sayfalarca kayda döktüğü bu medeniyetin tarihi, edebiyatı, gelenek ve inançlarıyla tümden yok edilmesi emrini de o verdi.
1562 tarihindeki insanlık ayıbı “auto-da-fé” uygulaması ona aittir. “Auto-da-fé” sözcüğünün İspanyol dilindeki gerçek anlamı “inanç eylemi”‘dir. Ancak günümüzdeki “insanı/kendini yakmak” şeklindeki anlamını Diego de Landa’nın tarihi katliamından sonra kazanmıştır.
Yukatan’da 4.000 yıllık bir geçmişe sahip ve Maní isimli bir Maya kenti vardı. Diego de Landa ilk olarak, 1549 yılında, buradaki Maya tapınaklarını yıktırdı ve taşlarıyla Fransisken Tarikatı’na ait bir manastır inşa etti. Sonra, 1562 yılında, bir engizisyon mahkemesi kurdu ve Maya hiyeroglif kitaplarını, binlerce sanat eserini ve Katolik dinine karşı çıktığını iddia ettiği yerli halkın yakılması emrini verdi. İleriki yıllarda “Maní auto da fé”si olarak hafızalara kazınan bu olayda yerli halk kazıkta, tüm eserleri ise büyük bir meydan ateşinde yakılmıştır.
Bu eylem bazı misyonerler tarafından anavatana duyuruldu ve büyük tepki uyandırdı. Diego de Landa, İspanya’ya geri çağırıldı. İspanya Krallığı’nın Doğu Hint Bölgesi Konseyi tarafından şiddetle kınanarak Katolik inancını yayma adı altında gösterdiği aşırı şiddet ve otoritesini aşan vahşet iddiaları karşısında kendisini savunması istendi. İspanyol Engizisyonu’ndan esinlendiği, o büyük ateşi yaktırma amacının Hıristiyan dinine boyun eğmeyenleri cezalandırarak saf inanca döndürmek olduğunu söylediği bir savunma yaptı. Ceza aldığına dair hiçbir kayıt ise yoktur.
Diego de Landa, “Relación de las cosas de Yucatán (Yukatan’a Dair Öyküler)” adlı eserini 1566’da İspanya’ya döndükten sonra yazmıştır. Bu, Maya dinine, lisanına, kültürüne ve yazı sistemine dair ilk yazılı çalışma olma özelliğini taşır. Bir süre ortadan kaybolan bu eser, 19. yüzyıl Fransız ruhban sınıfı kâtiplerinden Charles Etienne Brasseur de Bourbourg tarafından bulunmuş, 1862’de Fransızca-İspanyolca iki lisanlı bir kopya olarak ve bu kez “Relation des choses de Yucatán de Diego de Landa (Diego de Landa’nın Yukatan’a Dair Öyküleri)” adıyla yeniden basılmıştır.
Maya Şaman Rahiplerinin kehanetlerinden ilk bahis bu engizisyon cellâdının kitabında yer alır:
“Bu Meksika halkı ülkelerine İspanyolların geleceğine ilişkin işaret ve kehanetlere sahipti. Politik güçlerinin ve dinlerinin sona ereceğini biliyorlardı… Tutul-xiu eyaletinin Mani kentinde Ah-cambal isminde bir yerli “Chilam” sıfatıyla yaşıyordu. Chilam, şeytanla işbirliği yaparak ondan mesajlar taşıyandır. İşte bu kişi, halkına çok yakın bir tarihte bu bölgelerin yabancı bir ırk tarafından yönetilmeye başlayacağını, bu ırkın onlara Tanrı’yı bir başka lisan ile anlatacaklarını, ayağa kalkmış bir ağaç biçiminde tahtaya şekil vererek başka anlam yükleyeceklerini söylemişti… Burada Don Juan Cocom adıyla vaft iz ettiğimiz kişi bana güven duydu. Pek çok antik bilgi nakletti ve hatta bir kitap gösterdi. Bu kitapta bir geyik resmi çiziliydi. Büyük babasının kendisine bu resmi göstererek, bu topraklara bir gün çok iri geyikler geleceğini, işte o zaman yüce Tanrılarına olan tapınmalarına son vereceklerini, dinlerinin ellerinden gideceğini söylemiş olduğunu nakletti…”
Gerçekten çok ilginç. Yani her şeyi biliyorlardı, görmüşlerdi, ne kadar kadim bir uygarlık. Nedir bu Chilam Balam kitapları, biraz daha bahsedebilir misiniz?
Chilam Balam Kitapları, Mayaların bize geçmişten ya da gelecekten söz ettikleri ve aynı zamanda tarihi kaydettikleri, toplumla ilgili binlerce bilgiyi paylaştıkları, kuşaktan kuşağa kaydı devam ederek büyük antropolojik, sosyolojik, linguistik, tarihi önem taşıyan kitaplardır
Maya tarihi kayıtları “Chilam Balam Kitapları”nda yazılıdır.(“Chilam Balam” antik dönemde Maya tarihçi kâhin rahiplerine verilen addır). İspanyol işgalinde ve sonrasında ailelerinden önce, kutsal kitaplarını saklamaya koştuklarından bugün sadece sekiz adedi bilinmektedir. Chilam Balam Kitaplarındaki metinlerde, mistik içeriklerinin yanı sıra, olaylar arasında sentez yapan tarihsel yorumlar, “Katun Serileri” şeklinde başlık atılmış tarihsel dökümler de oldukça uzun yer kaplar. Kitapların son bölümü tümüyle kehanetlere ayrılmıştır. Kuşaktan kuşağa sözlü olarak nakledilen tarihsel olaylar ya da kâhin rahiplerin yapmış oldukları kehanetler bir Chilam Balam tarafından kaydedilmişse gerçekliği ve itibarının sorgulanması düşünülemezdi. Bu nedenle bu kitaplar özenle saklanır ve elden ele dolaşmazdı. Yani tarihsel olayları ve gelecek öngörüleri bu kitapların kurtarılabilmiş olanlarında kayıtlıdır. Bunlara Kutsal Maya İnancı kitabımda ayrıntılı yer ve örnekler verdim.
Peki Mayalar nasıl bir yaşam sürüyordu?
Mayaların sosyal yaşamı dünyamızın coğrafya dönemlerine ve o dönemlerin antropolojik özelliklerine uyumludur. Coğrafyalarının izin verdiği tarımsal ürünleri değerlendiren ve antropolojik ifadesi “avlayıcı/toplayıcı” (hunters and gatherers) olan bir halktır. Yapılarını, giysilerini ve besinlerini bölgelerinin özelliklerine göre seçmiş diğer tüm dünya halklar gibi incelenir. Sadece ana besin olarak Asya’da pirincin, Avrupa’da buğdayın yerini Orta Amerika’da mısır almıştır.
Sosyal yaşamlarının yanı sıra mayaların dini inancı nedir? Kitabınızın adı da “Kutsam Maya inancı”, nedir bu inancın temelleri?
Mayaların temel felsefesi, “Yukarıda ne oluyorsa aşağıda da o olur” şeklinde ifade edilerek Kozmos ile Dünya’nın bir bütün olduğu üzerine inşa edilmiştir. Bir diğer deyişle, Dünya Ana’daki her olgu, her değişim, her durum, kozmostaki benzer olgu, değişim ve durumlarla bağlantılıdır. Bu yüzden doğa ve dünyaya büyük saygı gösterilmesi gerekir; bu kıymetli yaşam alanı Tanrıların büyük evreninin bir parçasıdır. Her saygısızlık Tanrıya yapılmış sayılır. Her adaletsizlik, her eziyet, her nefret ilahi düzene yönelmiş olacaktır; bu ise mümkün değildir. Dünya üzerinde var olan her şey, her taş, her bitki, her hayvan, her insan devasa kozmik ailenin fertleridir ve bir ruha sahiptir. Bu yüzden kozmostaki Mishula, kozmik kardeşler, için dualar edilir. Dünya sadece dünyaya ait olarak düşünülemeyecek kadar derin ve sonsuz bir evrenin parçasıdır; tümün mükemmeliyetinde dünya varlıklarının büyük sorumluluğu vardır.
Maya inanç sistemiyle, mevcut dini sistemler arasında ki fark nedir?
Hocam Don Miguel Angel Vergara’ya Maya inanç sistemi ve uygulamalarının bildiğimiz dini sistemden farkının ne olduğunu ilk sorduğumda şu cevabı vermişti:
“Kilise ruhsal deneyimde ‘aracı’ya ihtiyaç olduğu inancını yerleştirmiştir. Bizim ‘Muhteşem Gizem’ dediğimiz Tanrı ile irtibat bu aracı’ya bırakılmıştır. Maya halkının ezelden beri süren Tanrı ile doğrudan iletişimi, Hristiyanlık gelince yerini tüm ruhani çalışmaların kilise aracılığıyla yapılması mecburiyetine bıraktı. Tanrı ve ruhlarımız arasındaki tüm ilişkilerde tek yetki rahiplere verildi. Tanrı’nın sözlerinin tek muhatabı rahipler oldu; ruhlar alemi ile iletişimimiz, davranış ve sözlerimiz onların gözetimine ve denetimine girdi. Tanrı’nın bizden ayrı olduğu söylendi; Tanrıya ibadetin ancak kiliselerde yapılması gerektiği, organize bir din olmadan Tanrı’yla ilişki kurulamayacağı dikte edildi.
Organize din, “kilise” ve “aracı”, rahip sınıfı, demekti. Oysa benim halkım bastığı her yerde Tanrı’yla ilişki halindeydi. Tanrı ile ilişkiyi her ağaçta, her yaprakta, her dağda, her bulutta kurardı. Taşın bir ruhu vardır. Taş da, toprak da Yaratıcının ruhunu taşır, canlıdır. Yaradan’ın ruhu öten her kuşta, her ağaç dalında, gülen her çocuğun gözlerindedir ve içimizdedir. Ayrılık yoktur; hepimiz tüm yaradılışla bir bütünüz ve dolayısıyla Tanrı ile bir bütünüz. Öğretimiz esasında budur. Aksi ifade edilince, pek çok insan kozmosun yüce bilgilerini ve kendi öz varlıklarının ihtişamını unutmaya başladı.
Eğer Tanrı’dan kopar ve ayrılırsak, bizi geliştiren, değiştiren, ruhumuzu, hayatlarımızı zenginleştiren güçten yoksun kalırız, tahminlerin ötesinde fakirleşiriz. Bugün toplumların karşı karşıya kaldığı sorunların temel nedeni, bu doğal bağlarımızın, tüm diğer varlıklarla bağlarımızın kopmuş olmasıdır. Yani artık insanoğlu kendisini etrafındaki her şeyden kopuk, yalnız hissetmektedir. Birbirleriyle olan derin bağları göremeyenler birbirlerini sevmeyi öğrenememekte, kuşku, öfke, rekabet, hırs duyguları ile birbirlerine tahammül gösterememekte, birlikte yaşayamamakta, her vesileyle savaşmaktadır. Oysa bu bireysel kopukluk bir yanılsamadır. İnsanlığın en derin acıları ve çileleri ise işte bu yanılsamanın sonuçlarıdır…
Peki nasıl bir “maya şamanı” olunur, bu unvan nasıl kazanılır ve herkes bu ünvana sahip olabilir mi? İnisiyasyon süreci nasıl oluyor?
Şamanizm dünya kültürlerinin tümünde, tüm dinlerin, psikolojilerin, felsefelerin öncesinde var olmuş, insanın kendi gücünü ve evrenin bilgilerini öğrenme arayışıdır. Çağlar içerisinde geliştirilen pek çok teknik vasıtasıyla bireylerin fiziksel dünya ile hayal ve vizyon dünyaları arasındaki köprü anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu tür bir arayış ve anlama sisteminin “batı” akıl çağı içerisinde hafife alınmasının en önemli nedeni bireysel ya da profesyonel başarıyı arayan geleneksel yöntemlerden farklı olmasıdır. Gerçeklik hakkındaki konvansiyonel inanç sistemlerinin dışına çıkma gerekliliği pek çok insan için en başından caydırıcıdır.
İnisiyasyon, bireyin spiritüel gelişimi için, bir “üstad”ın eğitim ve kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınanmalı metodlarla eğitimi diye tanımlanabilir. Sözcüğün kökeni, Latince’de “bir yere girme, iştirak etme, kabul edilme, başlama” anlamındaki “initium” sözcüğüdür. Osmanlı tarikat geleneğinin de vazgeçilmezidir ve üstad (mürşid), öğrenci (mürit) sözcükleri bize yabancı değildir. Tüm eski inisiyasyonlarda aday seçimine dikkat edilmiş, adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılmıştır.
İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmez. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim verilmez, yol ve yöntemler gösterilir. Öğrenci “aydınlanma” denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundadır. İnisiyasyonu tamamlamadan ayrılmak mümkündür. Hoca ve öğrenci bu yola çıktıktan sonra eğitim üç aşamalıdır. İlk aşamada hoca teorik ve pratik bildiğimiz türden bir eğitim verir. “Ustalık sırları”nı öğretir. İnisiyatik dilde bu döneme “birinci doğuş” denilir.
İkinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini yine Hocası ile birlikte uygulama aşamasıdır. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Üçüncü aşama ise adayın kendi başına kendisini geliştirme sürecidir. Kendisini hazır hissettiğinde bir Maya inanç sisteminde kendilerine “Mayan Elders” (maya büyükleri) denilen bir heyetin sınavından geçer. Kabul edildiği takdirde özel bir sermoni ile beline şaman kuşağı takılır ve toplum hizmetinde artık görev alabilir.
Demek ki gerçekten zor bir süreç, herkes kafasına göre şaman olamıyor…
Maya toplumunda Şaman inisiyasyonunun mutlaka Hoca’yla tamamlanması, öncelikle Hoca ve diğer toplum büyükleri tarafından onaylanması şarttır ama sonrasında, o kişinin Şaman vasfını koruması, içinde yaşadığı toplumun vereceği karardır. Bu kararı topluluk, o kişiyi çokça defa denedikten sonra verir.
Bu geleneği sürdüren topluluklarda bile kendi kendisini Şaman ilan etmiş bir kimse yoktur. Şaman, hayatının bir döneminde sıra dışı gerçekliğe yakınlaşan; ruhsal varlıkların kendisine bazı yollar açtığını kendisi fark eden veya fark edilen; bir hocanın öğrenciliğine giren; sonrasında ise yaşadığı topluluğun kendisini sınayarak kabul ettiği kişidir. Hatta bazı şamanik kültürlerde kendisine Şaman demesinin kişiye uğursuzluk getireceğine inanılır. Bunun sebebi, şamanik toplumda “güç” konusunda çok kesin hükümler olmasındandır. Antik kültürler alçakgönüllüğü yüceltir; herhangi bir güç iddiasını böbürlenme olarak algılar. Böbürlenme anlamında taşındığı takdirde, o gücün kişiden alınacağına kesinlikle inanılır.
Kitabınızda bazı noktalar da tasavvufla benzeştirmişsiniz, nasıl bir benzerlik var sufizm ve maya inancı arasında?
Mayaların dini inancı, özetle, inisiyatik bilgi, tasavvuf inancıyla eş özelliklidir. Maya kainat ve insan inanç sistemi, doğu (ve islam) sufizmi ile aynı öğelere sahiptir. Yani dış dünyayı deneysellik ve kanıtlanmışlıkla açıklayan “egzoterik” bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Pozitif bilimin insan yaşamına dâhil edilmesi dolaylıdır. Oysa tasavvuf, yani inisiyatik bilgi, yaşamla daima iç içe olan belli bir uygulama süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Egzoterik bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıldır, dünyaya ait zekâ ve kavrayıştır.
Tasavvuf, yani inisiyatik bilgi, kişinin daha derin gerçeklikleri ” idrak kabiliyeti” gerektirir ve zekâdan çok, “intelect” (idrak) gerektirir. Zaten “entelektüel” kelimesinin gerçek anlamı da “irfanı kavramış” olmaktır. Maya inisiyasyonu bir tasavvuf dergâhında öğrenilenlerle aynıdır. Yunus Emre’nin Taptuk Emre’nin dergâhında geçirdiği süreç, tasavvufi bir eğitim, bir Maya inisiyasyonu sürecidir. İntelect, rasyonelite gibi zekâya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak gerçeklerin sezilmeye başlanması ve sonrasında açıkça görülmesidir: “Bir ben var bende, benden içeri” satırları bu inisiyasyonun sonucunda yazılmıştır.
Maya İnisiyasyonun ve tasavvufun temel konusu Yaratıcı Mutlak Güç’tür. Her ikisinde de eğitim sürecinde insan, esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır. Bu yönüyle kozmosu incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Tüm çabalar kendini tanımak içindir; kozmolojide olan herşeyin anlamını kendi içerisindeki sembolleri bir bir açığa çıkarma gayretidir. Sufi ve şaman kendisini gerçekleştirme arzusunda benzerdir.
Mayaların yaşadığımız çağ ile ilgili kehanetleri ve yorumları veya bizlere öğütleri var mı?
Maya halkı içinde yaşadığımız dünya çağına ‘Dördüncü Dünya’ der… Asırlardır tüm dünya insanlarının birbirlerine hükmetmeye çalıştığı dönemler yaşıyoruz. Bu hükmedişler, fetihlerle, yasa ve kurallarla, sınıf sistemleriyle, hükümetler ve dinler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Benim halkımın tek kehaneti vardır ve o da “ayrılıkçı” bu dördüncü çağın sonunda insanların artık birbirlerini ‘öteki’ olarak değil, bir bütünün parçaları olarak algılamaya başlayacakları büyük bir bilinç dönüşümü yaşanacağıdır.
Bu yaşadığımız dördüncü çağda insanların başkalarına ve yaşadıkları toprağa, doğaya hükmetme arzu ve eylemlerinin artmasına tanık olunacağı öngörülmüştür. Gerçekten de günümüzde insanlar “kendisi” ve “öteki” bilinçliliğinin egemenliğindedir. “Öteki” düşüncesi, aramızdaki bağları, hepimizle doğa arasındaki bağları görmemizin engelidir. Göremeyince ne başkalarına, ne de doğaya kendimizmişçesine sevgiyle bakamayız, davranamayız. Bireyselliğin değerlerini kaybetmeden ama bütünselliğin farkındalığı içinde yaşamaya başlayacağımız bilinçlilik, bu çağın güzel sonunun kehanetidir. Maya Kehaneti, insanların sadece birbirlerine değil, yaşadıkları toprağa, uzaya ve ilahi bir bütüne ait oldukları bilincine ulaşacaklarının kehanetidir. Söylenen esasen budur…”
Peki ya 2012 kehanetleri hakkında ne düşünüyorsunuz, bir felaket senaryosu ile sunuldu Maya bilgeliği?
Dünyanın son bulacağı iddia edilen 21 Aralık 2012 tarihinde dünyamız Samanyolu Galaksisi’nin merkeziyle hizalandı ve bu NASA’nın da takip ettiği astronomik bir olaydı.
Macera heveslisi Batılı maceracı araştırmacı ve yazarlar dönemsel bir kazanç kaynağı olarak Maya takvimlerini yazılarına konu ederken konuya yabancı insanların meydan okuyamayacağı teoriler havada uçuşur hale geldi. Günümüzde sevgi ve umut aşılamak pirim yapmadığı için, çağımız korkuya ve korkutulmaya endeksli hale getirilerek yönetilebildiği için bu konu da geçici bir önemle tarihteki yerini buldu. O sırada nükleer anlaşmalar imzalanmış, OrtaDoğunun 2013 projesi için ön hazırlıklar yapılmış oldu. Wikileaks ve Lord Snowdon’un peşine düşüldü…
Gizemli Maya taş sütunlarında tesadüfen tespit edilmiş Uzun Sayım adlı Maya takvimi üzerinden servetler kazanıldı. Kimse gerçek Maya Şaman Rahiplerine danışmak istemedi. Maya arkeolojik kalıntı ve eserlerinden çıkarımlar ve arkeoastronomik çalışmalar eşliğinde hep bir “son tarih” bulma arayışında olanlar, yaşadığımız zamanı vahiylere bağlı olarak tanımlamaya heveslenenler, gnostiklerin, konuyla ilgili tüm yazarların “Maya kehanetleri” başlığıyla yayınladıkları tezler ve romanlarla (ki aslında hepsi ŞAHSİ yorumlardan ibarettir) Maya şaman rahiplerini bol bol gülümsettiler.
Maya Kehanetleri üzerine yazıların neredeyse tümü, yorumlarını Maya Takvimlerinden biri üzerine inşa etmiştir. Birkaçı, bazı kalıntı ve eserlerde çözümlenen arkeo-astronomik ifadelerin güncel astronomik verilerle örtüştürüldüğü çalışmalardır. Sonuç olarak, Maya kehanetleri başlığıyla yapılmış tüm araştırmalar, tezler ve romanlar, yazarlarının yorumlarıdır. Bugün yaşayan herhangi bir Maya rahibi ya da şamanı herhangi bir kehanette bulunmamış, iddia edilen kehanetler hakkında hiçbir yazı yazmamış ve kehanet konusunda konuşmamıştır.
Arkeologlar, eski diller uzmanları, matematikçi ve astronomlar taş sütunlarda, heykel kabartmalarında, Maya takviminde iz sürerken, Maya takvimlerinden birisi olan Uzun Sayım takvimindeki bu döngüsel başlangıç noktasına yoğunlaşmış ve buradan bir kıyamet senaryosu çıkarmışlardır. Oysa Uzun Sayım Takvimini mevcut Gregoryen takvim ile benzer şekilde incelersek her güneş yılı 365 gündür ve her 31 Aralık’ta bir güneş yılı biter.
Ertesi gün yeni güneş yılı başlar. Binlerce yıl sonar mevcut medeniyetimizin arkeolojik kalıntılarında iz sürenler zamana dayanmayı başarmış bir takvimimizi ele geçirirlerse ve “31 Aralık yılın son günü” şeklinde bir metni deşifre ederlerse, bu tarihi o gelecek zamandaki takvimleriyle çözümlerlerse, kendi takvimlerinin 312 Aralığa işaret eden gününü tespit ederlerse, dehşetle beklemeye başlayacaklar diye korkarımJ)
Maya takvimleri son tarihleri vermez, başlangıç tarihlerini kaydeder. Bunun nedeni, Mayalar için önem taşıyan kavramın “başlangıçlar” ve “evrim” olmasıdır. “Sonlar” ise insan eliyle yaratılacaktır. Maya kâhin rahipleri insanın yaratacağı “son”ların “tekâmül” (irfan ile aydınlanma), mükemmele ulaşma olmasını niyet ederler. İnsanoğlunun da hep bunu niyet etmesini beklerler. Mayaların Uzun Sayım Takvimi esaslarıyla değerlendirilince, MÖ 3114’ten 1.872.000 gün sonrası Gregoryen Takvimimizde 21 Aralık 2012’ye denk düşer. Maya inancında dördüncü güneş çağının bittiği ve beşinci güneş çağının başlayacağı tarihtir.
Benim merak ettiğim bir diğer nokta, Türkiye’den Meksika’ya, kadim maya şamanlarının bilgeliğine gitme yolculuğunuz nasıl oldu?
Cevabım kitabımızın önsözünde anlattığım şekliyle yazayım:
“Hayatımın bir döneminde Maya medeniyetiyle ilgili olarak 2012 gizemi ve Maya Takvimi’ne ait bilgilerle karşılaştım. Dünyamız bu tarihte Samanyolu Galaksisi’nin merkeziyle hizalanacak ve bu güçlü astronomik tabloda büyük bir dönüşümden geçecekti. O dönemdeki pragmatist kimliğimle pek ikna olmamıştım ama yine de içimi derin bir merak sardığını itiraf etmeliyim. Kristof Kolomb yanlışlıkla ayak basmasa dünyanın haberdar olmayacağı, çöllerde ve ormanlarda yükselmiş bu antik medeniyetlerle ilgili her şeyi okumaya başladım ve Mayalar benim için bir tutku halini aldı. O güne kadar bildiğim şekliyle “hayatım”ı geride bırakarak yola çıkışımın çok öncesinde, İspanyolcayı azimle öğrenirken, bu tutkunun bana yepyeni bir dünya sunacağı ve hayatımı değiştireceği hissi beni sarmaya başlamıştı bile. Sonrasında, gizem dolu piramitlere tırmanırken, karanlık, nemli mağaralara inerken, ilginç şekillerle bezenmiş sütun ve heykellere deneyimsiz parmaklarımla dokunurken, inceltilmiş ağaç kabuğu yapraklara yazılı Kodeksleri incelerken bu bilge uygarlık benimle konuşmaya başladı.
Önce arkeologlardan, antropologlardan, arkeo-astrologlardan, sembol bilim sistemi araştırmacılarından ve hayal dünyası geniş yazarlardan dinledim onları, kitaplarda… Sonrasında ise, antik çağların eğitim sistemiyle ağızdan ağza aktarılmış bilgilere, işgalin eziyet ve yok ediş savaşlarında özenle saklanmış yazılı öğretilere sahip az sayıda bilge kişiden biri, bir Master Nazul, hocam oldu ve harabe kentlerin kutsal mimarisinde, taş oymalarında gizli sembolizmin şifrelerini benimle paylaştı.”…
Yoğun iş hayatımda “tatil” demek, tek kızımla birlikte yolculuklar programlamak demekti. 2003 yılında çok değer verdiğim Engin Geçtan bana kendimi sorgulatırken “Kendin için, gerçekten kendin için ne yaptın?” diye sordu ve özel bir güney Amerikan turundan söz etti; katılmaya karar verdim. O turdan döndüğümde dünyayı yeniden ve başka gözlerle keşfe çıkmak ama Mayalara duyduğum ilgi nedeniyle buna Orta Amerika’dan başlamak arzusuyla doluydum. Yakın bir arkadaşımla kendi başımıza Guatemala’ya gittik. Tikal antik kenti çevresindeki özel bir alanda çok özel giysiler giymiş erkeklerin törenine rastladık. İçlerinden birisi bize doğru döndü ve yaklaşmamızı ifade eden bir işaret yaptı. Ben ilerledim. Bizi eliyle çağıran kişi ayağa kalktı ve “geleceğini biliyordum” dedi. Yıllarca Hocam olacak Don Miguel Angel Vergara ile tanışmamız böyle oldu. Sonrasını en kısa şöyle anlatabilirim:
Türkiyeye döndüm, yönetim kuruluyla uzun görüşmeler sonucunda, emeklilik talebiyle görevimi bıraktım. Meksika’nin Yukatan Bölgesine Hocam’ın öğrencisi olmaya gittim. İstanbul’a gidiş ve dönüşler arasında Meksika’nın pek çok bölgesinde birlikte çalışmalar yaptık ama esas yerleştiğim yer Merida adlı küçük kent, Hocamın yaşadığı yer oldu. Hayatımı, yılın büyük bölümlerini Meksika’da geçirecek şekilde düzenledim.
Önemi nedir bu yolculuğun?
Bir insanda herhangi bir şeyi derinlemesine öğrenmeye sevk eden nedir bunun açıklamasını psikiyatri bilimine bırakmayı doğru buluyorum. Hayatının herhangi bir döneminde yoga ya da doğu sporlarına başlayan, müzik aletlerinden birini çalabilmek için uzun inisiyasyonlardan geçen, mühendisliği bırakıp yazarlığa geçen ve edebiyatın engin okyanuslarına dalan, sinema ya da tiyatro alanlarında gelişmek için varını yoğunu geride bırakan değerli dostlarım var. Bazı insanlar hayatlarının bir döneminde farkındalıklarını değiştirmek dürtüsüyle uyanabilir; bildiği dünyadan daha derin gerçeklikleri aramaya yönelmek arzusu duyabilir. Bu arayışın kendisi önemlidir; seyahatin son durağından çok yolculuğun kendisi önemlidir.
Peki eski yaşantınıza baktığınızda, hayatınızda neler değişti?
Hayatım tümüyle değişti. Reklam sloganı gibi… “bir şey değişince herşey değişiyor” ya…Ben değişince herşey değişti sanırım. Kendimle ilişkim, çevremle ilişkilerim, dünya görüşüm…
Hocam Don Miguel Angel Vergara Calleros Maya Rahibi sıfatına sahip bir Maya Şaman hocası. Bu iki tanım da çok merak ediliyor ve siz sormadan yanıt vermek isterim; Ne yapar, bu sıfata sahip olmak insana ne tür özellikler yükler?
Bir benzetme yapacak olursam, İslamiyet’te dini eğitimden geçmiş bir kişi isterse İlahiyat fakültesinde teolojik araştırmalar içerisinde İslam Alimi olabilir, Hristiyanlıkta Vatikan’da ya da başka büyük dini merkezlerde üst düzey alim olarak hayatını sürdürebilir. Ya da kent, kasaba ve köylerde imam ya da rahip olarak yaşayabilir. İkinci gurup halkın içerisinde yaşayan, dinlerinin gereklerini halkına öğreten, vaaz veren, ya da bazı dini törenleri yönetendir.
İspanyol kıyımı sonrasında Maya inanç sisteminde artık Tapınak rahipliği kalmamıştır çünkü dini yapısal merkezleri kalmamış, kıliseler inşa edilmiş ve Katolik dini devlet dini olmuştur. Maya rahipleri varlıklarını gizlilik içerisinde sürdürmüşler ve ancak 10, 15 yıldır toplumda görünür hale gelmişlerdir. Miguel Angel bu geleneğin rahlesinden yetişmiştir.
Seminerler veriyor musunuz?
Ben sadece kitabımın tanıtımı amaçlı ve ücretsiz birkaç söyleşi yaptım, powerpoint bir sunum eşliğinde. Türkiye’de az zaman geçirdiğim için sınırlı bir çalışma oldu. Söyleşi süreleri de sınırlıydı ve sorular sonradan e-postalarla ve facebook mesajlarıyla geldi. İlgi büyüktü ve sorular çok anlamlıydı. O kadar ki, sonunda Maya Şaman İnancı adlı bir facebook sayfası açtım. Orada bu konuya ciddiyetle yaklaşan dostlar için de kapalı bir gurup kurdum. Ekim ayında İstanbul’da olacağım ve sanırım hatırını kıramayacağım davetlere katılacağım.
İlgilenenler Nilgün Arıt’ın Kutsal Maya İnancı isimli kitabını internet üzerinden satın alınabilirler lakin yayınevi kendini fes ettiği için bulmakta zorlanabilirler. Ama Nilgün Arıt’ın hem “Kutsal Maya inancı” isimli kitabı hem de yeni kitabı, yeni bir yayıneviyle basılacak. Ayrıca Nilgün Arıt’ın facebook grubundan daha detaylı bilgiler edinebilirsiniz;
https://www.facebook.com/MayaSamanInanci
Röportajı sonlandırırken beni çok etkileyen, Nilgün Arıt’ın kitabında yer verdiği, Chilam Balam kitaplarından bir kehaneti sizle paylaşmak istiyorum;
11 Ahau tarihinde Dzuleler (beyaz şövalyeler) gelecekler ve bu ülkeye (maya diyarına) yerleşecekler… 11 Ahau Ka’tun böyle geçecek ve yeni K’atunlar döngüsünün başlangıcı olacak. Dzulelerin kızıl sakalları olacak; onlar Güneş’in çocukları olduklarından doğudan gelecekler.
(Mayaları uyarıyor) Ah Itzalar! Hazır olun! Beyaz ikizler gökten geliyor, tümüyle beyaz çocuk geliyor. Gökyüzünde ki kutsal beyaz ağaçtan aşağı indiklerini sanmayın; çünkü onlar gelince bize kara, kapkara günler geliyor… Karanlık geliyor!
… Onlar ağaçları topluyorlar, onlar taş topluyorlar. Ancak, onların ellerinin uçlarında ateş var, alevler fırlıyor. Ve onlar zehirlerini saklıyorlar, halatlarını saklıyorlar; oysa atalarını asmaya geliyorlar!… Kelimeler onların kölesi olacak. Erkekler onların kölesi olacak. Bu zaman gelecek ve o zaman lanetlenmiş olacak!
Dikkat Itzalar, Dikkat! Kendinizi teslim etmeyin. Yine de ziyaretçilere tesliminiz sonsuza kadar olmayacak. Sizleri yiyip yok etseler de bu dönem de geçecek…
…Sonra öyle bir dönem gelecek ki, bilge beyaz adamın çöküşü başlayacak. Bilgelik kaybolacak ve bilgeliğin kaybıyla Cennet’te ve Dünyada utanç başlayacak…
Onlar devlet adamlarını asacak, krallarını öldürecek… Torunlarınız ve torunlarınızın torunları bitmez savaşlarda ölecek. Sözler çılgınlıkla dolacak, çılgınlık söz olacak…
….Toplumları aldatmaca, ihanet, kadına saygısızlık, rüşvet saracak. İnsanlar insanları satacak. Kim başını dik tutmak isterse, o baş indiğinde deliklerle kaplanmış olacak… Adamlar asılacak, çok adam asılacak…
…Öyle bir K’atun ki, karıncalar istila eder gibi sular her yeri istila edecek… Bu acı dolu, dev gibi büyük bir acı döneminin sonrasında ağrılar azalacak ve her şey yeniden doğru yolunu bulacak…
…Ama öncesinde karanlık… Adeta dünyaları şeytanlar yönetecek. Geyiklerin boynuzlarında alevler tutuşurken, jaguarların kutsal derileri pazarlarda satılacak. Değerli hayvan dostlarımız ayaklara düşecek… Buna Ay ağlayacak ve yeryüzünü yağmurlar saracak; fırtınalar, tayfunlar, kasırgalar esecek; çili bitkileri yeşerecek toprak arayacak. Ölülerimizin ruhları Itzaların taş kentlerindeki katakomplarda bu olanlara ağlayacak…
…Mayalar, Tanrı’nın sözünü unutmayın; evrenden kopmayın. Tanrı sizlerle birlikte şarkılarını söyleyemeye devam edecek ki, yollarınızı kaybetmeyesiniz. Yollarınızı düz tutun, asla kötülüklere bulaşmayın… O büyük savaş, beyaz serçe, atmacalalarla havadan gelecek. Gökyüzünde insan, yeryüzünde insanı vurursa siz dua edin…
…Hırslar artınca onları açlık, kıtlık saracak, bulaşıcı hastalıklar birbiri ardını izleyecek. Siz inanın, bekleyin… Büyük savaş birince küçük savaşlar sürecek. Ancak hepsinden sonra Tanrı’ya hizmet tekrar güçlenecek. Sonunda şeytan paradan elini ayağın çekecek….
…Bu topraklar kaybolmayacak… Ancak, zaman geçecek. Sonra bu topraklar yeniden doğacak.
…Deccal tamahtır. Azla yetinmeyenler deccaldir. Tanrı’ya inandıklarını söyleyenler yağmacı çıkacak, en inandığını söyleyenler başkalarına ait her yeri talan edecek. Açgözlülük ve başkalarının kanını dökmek doğru sanılacak. Alçak gönüllülük gücü zaaf sanılacak. Okyanuslarda savaş çıkacak ve çok sayıda gemi batacak… Kimse Maya rahiplerinin söylediklerini duymaz olacak…
…Acılar hep kuzeyden hep batıdan gelecek… Her şeyi çekiştirerek koparanların, her şeye zarar verip çiçekleri yolanların kralları sahtedir. Onlar tahtlarda oturan zalim, zorbalardır. Onlar dünyayı zedeleyen, bereleyen, çürüten gaddarlardır…
… Sonra Yüce Tanrı’nın sözü duyulacak. Dünya ana, dünyayı sularla yıkayıp temizleyecek, havasını kasırgalarla yeniden saflaştıracak… Sulardan yeni insan doğacak. Eski Ruhları taşıyan insanlar yeniden doğacak, kutsal esanslarla yıkanacak. Meleklerin tatlı müzikleri o kulakları çınlatacak. Tanrı’yı dinleyenler sağgörülü ve basiretli olanlar, beni dinleyin; bunlar Tanrı’nın sözleri” (Chumayel chilam-balam kehanet kitabı xv. bölüm)
Biyografi: Ayşe Nilgun Arıt
İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirdikten sonra Farmasötik Kimya üst lisans çalışması yapmak üzere Almanya’daki Bonn Üniversitesi’ne gitti. Eğitimine Köln Üniversitesinde devam ederek, Tiyatro, Sinema ve Televizyon Bilimleri Fakültesinden mezun oldu. Türkiye’de ve Almanya’da yüksek öğrenim yılları boyunca İngilizce ve Almancadan Türkçeye çok sayıda roman çevirisi yaptı. Yurda döndüğünde 1980’li yılların toplumsal ortamında, kültürel çalışmaları meslek olarak seçmek ve bunun üzerinden hayatını kazanmak olanaksız hale gelmişti. Bu nedenle, ilaç sektöründen gelen bir teklifi kabul etti. 1980-2003 yılları arasında yabancı sermayeli üç ilaç şirketinin Genel Müdürlüklerini yaptı. 2003 yılında Orta Amerika’ya yaptığı ilk yolculuğunu takiben iş hayatını geride bırakmaya ve Maya kültürünü derinlemesine araştırmaya, bunedenle de İspanyolca öğrenmeye karar verdi. Don Miguel Angel ile tanışması kendisine bu kadim uygarlığın daha derinlerine uzanan bir yolu açtı. Uzun bir inisiyasyon sürecini takiben, Türk okuyucuları için bir kitap yazmaya karar verdi. Bir kız çocuk annesidir.