Sezai Karakoç ve Hakkında Bilmedikleriniz

Sezai Karakoç, daha önceleri dokuz küçük ciltten oluşan şiirlerini 2000 yılından itibaren tek ciltte toplamış ve şimdiye kadar bu tek cilt on üç baskı yapmış. Bu bir rekor olsa gerek Türkiye için…

sezai Karakoc

Çünkü “bizde şiir pek okunmaz” yargısı, hala çok geçerli bir yargıdır ve yayınevleri de, bu yüzden olsa gerek, şiir kitabı basmaya yanaşmazlar. Bu genelleme büyük yayınevleri için pek geçerli değildir belki, ama doğrudur.

Seksenlerin başında gençliğimizin sevdalarıyla Ortaköy – Beyazıt – Laleli – Fatih arasında gider gelirken elimde hep onun şiirleri vardı… Bir de Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı… Hayali cihan değer günlermiş meğer… Ortaköy, Ortaköy’müş… Soğuktan dona dona, sıcaktan yana kavrula kaç kez yürümüştüm Beyazıt’ın Fincancılar Yokuşunda Sirkeci’ye inip, Galata Köprüsünü geçip ta Ortaköy’e… Etiler’de oturan bir sevdiğim vardı… Bu yürüyüşlerimde hep onu düşünürdüm… Yol kısalırdı… En güzel tarafı da Dolmabahçe’den Ortaköy’e  kadar olan hıyabandan yürüyüp gitmekti… Sonra öğretmenlik stajımı da boğaza sıfır Beşiktaş Kız Lisesi’nde yaptım… Meslek hayatımın en iyi konumlanmış okuluydu… Utana sıkıla gidip geliyordum, ama heyecanını da çok seviyordum… Biraz dert bir müdiresi vardı ve çok şeker bir rehber öğretmenim… Derslerde çok sevdiği ninesini anlatırdı… Ben de onun sayesinde İskeçe’de geçen çocukluğumu hatırlar, yanardım…


sezai karakoç

Bu şair bizi öyle etkilemişti,  ki Beşiktaş Kız Lisesi’ne giderken de elimde, dilimde hep onun şiirleri vardı… Nesirleri de vardı, ama biz İsmail Ağabey’le beraber daha çok şiirlerini severdik o yıllarda… Hem İsmail Ağabey, ara sıra görüşürdü onunla… Ben nedensiz, bu görüşmelerinden, kendim görüşemediğim halde çok heyecanlanırdım… İsmail Ağabey’i kıskanırdım biraz , biraz da gıpta ederdim…Ben Mona Roza’yı bilirdim, okurdum, ama şairi ile hiç karşılaşmamıştım…Hem öyle herkesle de görüşmezdi Seza Bey… Biraz inzivada gibiydi… Sezai Bey derdik aramızda gıyabında… Sezai Karakoç demezdik, ayıp gibi gelirdi bize,  onu herkes gibi göremezdik çünkü… O Mona Roza’nın,  Köşe’nin, Şehrazat’ın, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine’nin, Balkon’un, Çatı’nın, Lili’nin şairiydi…Bizim  aşkımızın şairiydi… İsmail Ağabey de ben de aşıktık zaten… Bizim dilimizden anlayan mısraları şairiydi hem O…

Cemal Süreya’nın deyişiyle “inancının çılgını” bir şairdi… Mısralarıyla, sanatının o alımlı, pervasız gücüyle bize yeni dünyalar, yeni ufuklar açardı; bütün zavallılığımızı, dünyadaki yalnızlıklarla dolu garipliğimizi unuturduk…

Yukarıdaki satırlarda sözünü ettiğim şair Sezai Karakoç’un  Gün Doğmadan adlı şiir kitabını tanıtmaya çalışacağım sizlere…

Sezai Karakoç, daha önceleri dokuz küçük ciltten oluşan şiirlerini 2000 yılından itibaren tek ciltte toplamış ve şimdiye kadar bu tek cilt on üç baskı yapmış. Bu bir rekor olsa gerek Türkiye için… Çünkü “bizde şiir pek okunmaz” yargısı, hala çok geçerli bir yargıdır ve yayınevleri de, bu yüzden olsa gerek, şiir kitabı basmaya yanaşmazlar. Bu genelleme büyük yayınevleri için pek geçerli değildir belki, ama doğrudur.

Karakoç, tüm eserlerini kendisine ait Diriliş Yayınları’ndan yayınlıyor. Bu toplu şiirleri de aynı yayınevince basılmış. 686 sayfalık bir cilt.

İlk şiir, Sezai Karakoç okuyucuları için bir “kült şiir” olan Mona Roza şiiri…

Sezai Karakoç’un dillere destan olan bu şiiri içinde bir de aşk hikayesi barındırıyor. Mülkiyede okuduğu sıralarda tanıdığı ve kavuşamadığı aşkı Muazzez Akkaya için yazılmış bir şiir Monna Roza yani Tek Gül… Bir çeşit akrostiş de aynı zamanda… İlk yayınlandığı dergi olan Hisar dergisinde bile akrostiş olduğu anlaşılamamış. Ancak otuz yıl sonra şairin platonik olarak sevdiği okul arkadaşı Muazzez Akkaya için yazılmış olduğu dikkatli gözlerce fark edilmiştir.Şiir, kitaplaşmadan, el yazılarıyla çoğaltılmış olarak elden ele dolaşırdı bir zamanlar… Ben de bu el yazılarından tanımış ve sevmiştim bu efsane şiiri… Şiirde öyle yakıcı mısralar vardı ki:

sezai karakoç monna rosaZeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan…

Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,

Zeytin ağacının karanlığıdır.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Işıksız ruhumu sallar da durur,

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi…

Ellerinden belli olur bir kadın.

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin, ellerin ve parmakların.

Açma pencereni perdeleri çek:

Monna Rosa, seni görmemeliyim.


Bir bakışın ölmem için yetecek;

Anla Monna  Rosa, ben öteliyim…

Açma pencereni, perdeleri çek. 

Daha sonra en çok okuduğum kitabı Şiirler III oldu. Uzun süreli gidip kaldığım hemen her yere götürdüm bu kitabı. Sevdaya düştüğüm zamanlarda fal bile baktım bu kitaptan.

Sezai Karakoç hakkında  biraz daha bilgilendireyim sizleri… 1933 Ergani doğumlu. Halen hayatta olan son İkinci Yeni şairi diye biliyorum. Yukarıda adı geçen Cemal Süreya ve Ece Ayhan’la hem okul arkadaşları, hem de aynı şiir anlayışının şairleri… Dünya görüşü anlamında aynı düşünmezler ama…

Sezai Karakoç, şair olarak bilinse de, daha çok, siyasetin de içindedir epeyce. Kurduğu parti popüler olamasa da , halen, varlığını sürdürmektedir. Kurucusu olduğu ve uzun yıllar yayınladığı Diriliş dergisiyle aynı adı taşıyan bu parti inanç ve siyaset olarak yakın çevrelerce de dışlanmış / dışlanmakta…

sezai karakoc gün doğmadanŞairin düz yazıları da hayli kabarık bir yekun oluşturmakta. 47 ciltte toplanmış bunlar da. Bu haliyle oldukça doğurgan bir şair / yazarla karşı karşıyayız. Bütün bu çalışmalarına rağmen, bu kadar da kendi dünyasında yaşamayı başaran; ilkelerinden taviz vermeyen bir şair Sezai Karakoç… Şahsen O’nu sevme gerekçelerimden biri budur… Kimsenin elini eteğini öpmemiş, Hakk’ın huzurundan başka hiç bir yerde secde etmemiştir… Yalnızlaştırılmıştır görüntüde, ama O cübbesinin altında gürül gürül bir çoğunlukla dolaşan Cüneydi Bağdadi gibidir…

Sezai Karakoç’un kimilerine göre garip karşılanan bir çok davranışı oldu. Kendisi hakkında, Muazzez Akkaya hakkında yazı yazanlara teşekkür etmeyişini eleştirdiler. Kültür Bakanlığının 2007’de verdiği Büyük ödülü almaya gitmeyip,”Maddi ödülün takdiri size ait, ödül plaketini postayla gönderebilirsiniz” demesi, yine 2011 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerinin Edebiyat Dalında verilen ödülü almaya gitmemesi bunlardan bazıları. Ama unutulmamalı ki o bu dünyanın değil, “öte” nin şairi…Bunu böyle anlamak gerekiyor sanıyorum.

Okursanız takdir edersiniz sanıyorum. Yüreğini ve duyargalarını bütün insanlığa açan bu büyük şairin “Çatı” şiiriyle yazıma son veriyorum:

Kaç aç varsa hepsi ben

Kaç hasta varsa hepsi ben

Kaç liman önlerinde dönen

İşsiz hamal hepsi ben

Kaç aşktan tersyüz edilmiş

aşık varsa hepsi ben

Bütün çiçeklerle donanıp

Bütün insanlarla ölen

 Atılmış kömür toplar

Annelerinin zoruyla çocuklar

-başka çaresi ne annenin-

Çocuklarıyla yere çarpılan

Ben o çocuklarla yere çarpılan

Sevgili deyip yere çarpılan

Sedye taşımaktan kolu tutulan


Bu sessiz çılgın çalkantıda