Hava güneşli, aylardan Ekim ve ben İstiklal Caddesi’nde yürüyorum. Kolumun altında, Gerçekten Yaşıyor musun? adlı kitap, zihnimde Aret Vartanyan’ın güzel enerjisi var.
Hedef Mısır Apartmanı ve Yaşam Atölyesi çalışmalarını burada yürüten Aret Vartanyan ile röportaj yapmak. Kapıdan girer girmez, ekrandan yansıyan enerjinin daha fazlasıyla karşılaşıyorum. Konuşurken, sesi ve gözlerinin içi aynı anda gülüyor. Kendisiyle kitapları, hayat ve çalışmaları üzerine keyifli bir sohbet yaptık.
Röportaj: Bahar Gerçek Doğru
Farklı kültürler ve dinlere sahip oldukça renkli bir aileden geliyorsunuz. Bu farklar hayatınızı nasıl etkiledi?
Aret Vartanyan: Hayatın içinde önyargısız büyüdüm. Yaşamımda çok farklı kültürler bir aradaydı. Ailemde hayata önyargısız ve saygıyla bakmayı öğrendim. Musevisi, Hristiyanı, Ateisti, Türkü, Kürdü hepsi birlikteydi. İbadet için farklı yerlere gidilse de aynı olduğumuzu gördüm. Çocukluk yıllarımın, Beyoğlu’nda geçmesi bana çok şey öğretti. Yoksul bir aileydik. Steril bir ortamda geçmedi hayatım. Günlük hayatın içinde insanları tanıma ve iletişim kurma şansım oldu.
Birbirini tamamlayan birçok farklı iş yapıyorsunuz. En çok hangi kimliğinizden besleniyorsunuz?
Aret Vartanyan: En çok yazmayı seviyorum. Gece odama çekilince, kendimi ifade ediyorum. Bir anlamda içimi döküyorum. Aşkı anlattığım son kitabımı da öyle yazdım. Kitap döneminde ortadan kayboluyorum. Farklı bir yerdeymiş gibi mesajlar yazıyorum. Kimsenin bilmediği bir yerde, bir odaya kapanıp yazıyorum, en son ayrılırken gerçek yerimi söylüyorum. TV, kitaplar, Yaşam Atölyesi, seminerler hepsi aynı şeye hizmet ediyor. Kişinin gerçekten kendini bulması çok önemli. Hepimiz, kendimizden farklı olarak bir şey olmaya çalışıyoruz. Önce durup anlamalıyız ve en önemlisi kendimizi sevmeliyiz.
Kurumsal bir şirkette çalışırken, sizi Yaşam Atölyesini yaratmaya götüren süreç nasıl gelişti? Yaşam Atölyesinde neler oluyor?
Aret Vartanyan: Aslında hiçbir zaman kurumsal hayata ait olmadım. Para kazanmam gerekiyordu. Bir şansım vardı. Reklamcılığı çok seviyordum. Alinur Velidedeoğlu ile çalışmak istiyorum dediğimde 7-8 yaşındaydım. 17 yaşıma geldiğimde bunu başardım. 2007’de Yaşam Atölyesi oluşmaya başladı. 2008 ‘de ilk kitap çıktı. Bir şeyler pişmeye başlayınca, risk alarak adım adım Yaşam Atölyesine geçiş yaptım. Kurumsal çalışma hayatımı da bir anlamda kendime benzetmiştim. Çalıştığım yerlerin hepsi kendi alanında liderdi. Baştan çok net konuşuyordum. Hiçbir zaman saat 8’de işte olmadım ama elimden gelenin en iyisini yaptım. Onlar da bana çok şey kattı. Kurumsal hayat bir araç oldu benim için. Gelmem gereken yer burasıydı.
Gerçekten Yaşıyor musun? adlı kitabınızda Hayata kim olduğumuzu bulmak ve yaşatmak için geldik demişsiniz. Gerçekten kim olduğumuzu biliyor muyuz size göre?
Aret Vartanyan: Kim ile ‘Ne’yi birbirinden ayırmak lazım. Kim olduğum kısmı şu büyük ego meselesiyle ilgili. Benim bir kimliğim var. Şurada, şu ailede doğmuşum, şu okullara gitmişim, mesleğim var. Aret Vartanyan olarak iletişimciyim, yazarım, kişisel dönüşüm danışmanıyım ama bir de Aret var. Felsefi olarak şöyle bir benzetme yapabiliriz. Dört ayağı olan, miyavlayan hayvana kedi diyoruz, ama bu kediyi anlatmıyor. Küçük bir çocuğa miyavlayan ve dört ayağı olan her şey köpektir diye öğretirseniz kediyi köpek olarak tanıyacak. İnsanlar için de durum böyle. Benim için uygun görülen bir kimliğim var. Doğduğum ülkeyi, ailemi ve dinimi kendim seçmedim. Ben daha doğmadan nüfusuma yazıldı. Bütün sorun bu noktada başlıyor. Bunun arkasında gerçekten ne var? Diyelim ki özgür bir ruhum var ve sanatçı olmak istiyorum, ama çok muhafazakâr baskıcı bir aileden geliyorum. Kim olduğumu belirliyorlar ama ne olduğumu hiçbir zaman bulamıyorum. Erken yaşta evlendiriliyorum, dolayısıyla kendimi ortaya çıkaramıyorum. Esas görevimiz ne olduğumuzu bulmak. Dünyanın bugünkü hali de bununla ilgili. Buna çok inanıyorum. Hepimiz kocaman bir resmin parçalarıyız. Kendini bulamamış her bir insan, bu kocaman resimde bir delik açılmasına neden oluyor. Senin için tamamıyla şablonlar ve kalıplara oturtulmuş bir yaşam uygun görülüyor. Dolayısıyla hayata küskün yaşıyorsun. Asıl kaynaktaki sorunu görmüyorsun. Kendini bulamadan mutsuz ilişkilerin oluyor, evlilikler yapıyorsun, iş yaşamında yer alıyorsun ve dünyaya mutsuz çocuklar getiriyorsun.
Geçmiş ve gelecek baskısı bir pranga mıdır? Anı yaşayarak mutlu olmak diye bir şey var mıdır?
Aret Vartanyan: Anda olmak , anı yaşamak … Bu da büyük bir klişe haline geldi ne yazık ki. Öte yandan, hepimiz hayatta şimdinin dışında başka bir gerçeklik olmadığını biliyoruz. Ama geçmişi ya da geleceği düşünmeden de edemiyoruz. Anı ıskalayarak hayatı boşa harcıyoruz. Şu an karşılıklı otururken ne kadar birbirimize konsantre olabiliyoruz? Tamamıyla anda yaşamak ve birden bu düzeye gelmek mümkün değil, çünkü bu bir süreç. Eskiden anı yaşayabilme becerim yüzde 10 ise, zaman içinde gelişerek yüzde 50 olmuştur belki. Bunun gerçekleşmesine yardımcı olan birçok parametre var. Verdiğim tüm seminerler, yazdığım kitaplar ve anlattıklarım bu amaca hizmet ediyor. Kendini anlamak, insanı tanımak, doğru beslenmek, doğru nefes almak, doğru cinsellik, yaşamı kavramak buna zemin hazırlıyor. Zaman içinde yol kat ettikten sonra, en sonunda anda yaşayamaya başlıyorsun. Hepsinin sonunda da hiç oluyorsun. Buna uygun yaşamazsan, anda yaşamanın sırrına ermen mümkün değil. Sözgelimi, günde iki paket sigara içip, bol bol alkol tüketiyorsan ve sağlıklı beslenmiyorsan, iki saat koşu bandında tempolu koşmanın ne yararı olabilir ki! Hayatın içinde de benzer şekilde yol alıyorsun. Her tarafından yara almışsan nasıl mutlu olabilirsin ki?
Size göre, insan kendini varlığını gerçekleştirirken en çok hangi noktalarda kırılıp yara alıyor?
Aret Vartanyan: En çok ilişkilerimizde yara alıyoruz. Toplumdan topluma değişiyormuş gibi görünse de, insanın temel ihtiyacı sevgi. Bizim toplumumuzda en büyük sorun sevgi eksikliği. 0-3 yaş arası çok önemli. Kendimizi değerli hissetmiyoruz ve başkalarına göre davranma zorunluluğu duyuyoruz. Küçük yaşta bastırılmaya her şey için azarlanmaya başlıyoruz, o zaman etrafımızdaki kişilere karşı davranış şekilleri geliştirmeye başlıyoruz. Anneye farklı, dedeye farklı, sevgiliye başka, eşe başka türlü davranıyoruz. Sevilmek için onların suyuna gidiyoruz, ancak o zaman da kendimiz olmaktan çıkıyoruz. Yok oluyoruz ve kendimizi geçmişle değerlendiriyoruz. Farklı bir şey yapmak istediğim noktada, kendimi geçmişimle ve bana söylenenlerle değerlendirmemeliyim. Kendim hakkımda oluşmuş bir imajım var ve ona aykırı davranmak istemiyorum. Olduğum gibi olduğumda eksik ve yanlış olduğum hissettiriliyor. Kendim gibi olduğumda, sevilmeme korkum yüzünden susup risk almıyorum. Maskelerle yaşıyorum. Gece başımızı yastığa koyunca vicdan muhasebesi yapıyoruz. Filmlerde izlediğimiz kahramanlar gibi yaşamak istiyoruz. İnandıklarım için her şeyi göze almak istiyorum, ama hayatımı değiştirecek cesaretim yok. Aslında hepimiz birer kahraman olabiliriz.
Yaşam Atölyesine dört yılda iki yüz bin kişi katılmış. Size neyin arayışıyla geliyorlar ve ne buluyorlar?
Aret Vartanyan: Atölyesinde beşinci yıla giriyoruz. Buraya gelen herkes, tanışma toplantısına girmeden hiçbir derse katılamıyor. Bu toplantılar 2-3 saat sürüyor. Anlatması kolay değil, burası bir kurs ya da okul değil. Mutlu olmanın formülleri yok. Herkes burada ilk olarak şunu duyuyor ve rahat hissediyor. İster başbakan ol ister bir işçi ya da bir eşcinsel. Burada kim olduğunun, ne iş yaptığının hiçbir önemi yok. Benim ve ekibimin sizle ilgili hiçbir önyargısı olamaz. İnsanlar kendileri sıkışmış hissediyor. İçindekileri paylaşmak istiyor ama incitilmekten korktuğu için susuyor. Birileri bizi zamanında çok kötü kırdığı için etrafımıza yüksek duvarlar ördük. Duvarlarımız bize kendimizi çok yalnız hissettiriyor. Buraya bu duvarları yıkmak için geliyorlar. Gerisinde büyük aile travmaları ve bunun etkisiyle yaşanmış çocukluklar var. Geçmiş kodlarım buna bağlı ve bu doğrultuda hep sorunlu ilişkiler yaşıyorum. Çocuklarımızdan bundan payını alıyor. Bir tane daha benden ortaya çıkıyor. İnsanların hayatında ilişki büyük yer tutuyor. Evlilik, aşk, sevgili, koca hayatımızda çok yer kaplıyor. Önce kendimizi sevmekle başlamak zorundayız. Bunlara çok takılıyoruz. Çırılçıplak Aşk adlı yeni kitabımda bunu anlattım. İnsanlar romantik ve yumuşak şeyler yazacağımı düşündü, ama tam tersi sarsıcı şeyler yazdım. Önce kendimle barışmalıyım. İlişki, şehir veya ülke değiştirmek hiçbir sorunu çözmüyor. Değişim benim içimde saklı. Kendimden başlamalıyım her şeye. Kişisel dönüşüm dememim sebebi de bu, sen kendin içinde değişmedikçe hiçbir şey değişmiyor. Okul bitsin, CEO olayım, çok param olsun, araba alayım, çocuğum büyüsün… Bunlar olsun ve ben mutlu olayım şeklindeki şartlanmalar hiçbir işe yaramaz. Bir bakarsınız ki 70 yaşınıza gelmişsiniz, hala devam ediyor koşullanmalarınız ve siz bir türlü mutlu olamamışsınız. Bunun dışına çıkmanız gerekir. Yaşam Atölyesi içerisiyle ilgileniyor, önce temel sağlam olmalı. İçeriden kanayınca ne yaparsan yap bir şey olmaz. O yüzden uzun soluklu çalışmalar yapıyoruz burada. Dört senedir arkadaşlarımla akşam yemeği yemedim çünkü bütün çalışmalarım akşam saatlerinde oluyor. Kadir Has Üniversitesinde eğitimler veriyorum. Kurumsal eğitimlere de başladık. İnsanlar kurumlara ne vereceksiniz şüphesiyle yaklaştı önce. Onlara satış, finans, pazarlama ile ilgili eğitimler vermiyoruz elbette. Orada da temel unsur insan. Çalışanlar mutsuz. İnsanlar kaynak değil bir değerdir. Çalışanlar mutlu değilse iş hayatı çekilmez oluyor. Eğitime gideceğimiz yerlere, çalışanlarınıza gerçekten değer veriyorsanız ve bizim arkamızda duracaksanız bizi çağırın diyoruz. İnsan ilişkilerindeki sorunlar çözülünce, süreçler de sorun olmaktan çıkıyor. Departmanlar arası sorunlar güvensizlik ve art niyetle ortaya çıkıyor. Düşüncesini tahmin etmeye çalıştığın herkes seni yanıltır çünkü hepimiz ayrı varlıklarız. Bu iş hayatında da böyledir. Önyargılar hata yaptırır. Kurumsal eğitimlerimiz çok etkili oldu. Çok olumlu dönüşler alıyoruz. Bunun için ayrı bir şirket kurduk ve global markalarla yıllık anlaşmalar yapıyoruz.
Aşk hayatın özüdür ve tanımlanamaz demişsiniz. Siz aşkı hayatınızda nasıl var ediyorsunuz?
Aret Vartanyan: Aşk her şeydir. Aşkın tanımını, insanın insana duyduğu aşkla sınırlayamayız. Yaradan aşkı her şeyden üstün. İddialı bir şey söylüyorum: Etrafımda gerçekten bir insanın bir insana aşk duyduğunu görmüyorum. Yanındaki insan değiştiğinde, ona aşık olmaya devam edecek kaç kişi vardır? Bu sayının çok az olduğunu düşünüyorum. Aşkım, sevgilim diyenlerin kaçının aşkı gerçektir. Ben içtiğim suyu da aşkla içiyorum, önüme konan yemeği de bu bana özeldir duygusuyla aşk içinde yiyorum. Benim eşim Amsterdam’da yaşıyor. İnsanlar buna çok şaşırıyor. Biz birbirimizi kurallarla sınırlamıyoruz ve sahiplenmiyoruz. Biz gerçekten birbirimizle birlikte olmak istediğimiz müddetçe birlikte oluruz. Bir taraf istemiyorsa ilişki zaten bitmiştir. Buna hiçbir şey engel olamaz, ayrıca bitmiş bir ilişkiyi sözler veya imza kurtaramaz. İlişki ve aşk birbirinden çok farklı. İlişki için aşka ihtiyaç yok. Aşkın da bir şeye bağlanmaya veya bir şeyle tanımlanmaya ihtiyacı yok. Sen sadece bana söz verdiğin için duruyorsun, o ilişkide kalmamalısın, benden uzaklaşıp hayata karışmalısın. Bu noktada, önce kendine ihanet ediyorsun. İnsanlar 20. yılında 5. yılındaki adamı ya da kadını arıyor. Bu mümkün değil. Hayatta hiçbir şeyin sahibi değilken birilerine sahip çıkmaya çalışarak yanılıyoruz. Bir şeylere tutunmaya, bağımlılıklarla yaşamaya çalışıyoruz. Ayrılık acısı yaşayıp, onsuz yaşayamam durumlarını da çok arabesk buluyorum. Her zaman yaşamaya devam ederiz. Bu büyük bir yalan, sen gerçekten o olmadan yaşayamıyorsan zaten o ilişki çarpık demektir. Ben de aynı yollardan geçtim. Terk edildiğimde büyük aşk acısı çektim, terk edene mektuplar yazdım ama zamanla öğrendim. Benim için aşk hayatın içinde olduğu için, köpeğimle de, okurlarımla da aşk yaşıyorum. En başında ilahi aşkı anlamak ve hissetmek lazım.
Kişisel gelişim son yılların yükselen değeri haline geldi. Siz yaptığınızı çalışmaları gelişim değil dönüşümle tanımlıyorsunuz. Farkınız nedir? Özün değişmeyeceğini varsayarsak, elde ettiğiniz başarı hangi noktada insanın dönüşmesiyle başlıyor?
Aret Vartanyan: Bana göre insanın kendini hatırlaması ve bulmasıyla başlıyor. Kişisel gelişim konusuna gelince, bu alanda çok fazla yenilik var. İyi bir şey yapmak istiyorsan, işe klasik kitapları okuyarak başlayabilirsin. Mevlana’ya bakarsan, en güzel şekilde kendin olman gerektiğini söylüyor. Süreçleri yönetmek için bazı yöntemler var, bunlardan yararlanılabilir. Beni de guru olarak görmemesi gerektiğini söylüyorum danışmanlarıma. Öz değişmez ama unuttuklarımızı hatırlamak lazım. Önce sorgusuzca ekmeğimizi paylaşıyorduk arkadaşlarımızla, sonra paylaşmamayı öğrendik. Kirlendik. Kısa formüller çok fena. İnsanlar, o seminer senin bu seminer benim geziyor ama bu bir arayış ve çaresizlik. Hiçbir hap formül yok. Çok sevdiğin bir hobini yaparken de dönüşümü yaşayabilirsin. İnsanların kendilerini rahatlıkla hatırlayabilecekleri ortamları yaratmak gerek. Bakış açısını değiştirmek ve kendini hatırlamak çok önemli. Etiket ve simülasyonlara kapılmamak lazım. Matrix 1 filmini bu anlamda çok severim. Derslerde de filmi uzun uzun izliyoruz.
Aret ile Aret Vartanyan olmak arasında fark var mı? Siz kendinizi ne kadar buldunuz?
Aret Vartanyan: Çocukluk, gençlik, üniversite dönemime bakıyorum. Aret ile Aret Vartanyan arasında uçurum var. Ama geçmişe göre fark gittikçe kapanıyor. Bir gün tamamıyla kapanır mı bilmiyorum. Fark tamamen kapanırsa ben hala burada olur muyum onu da bilmiyorum. Ben de çalışmalarda kendimi arıyorum, son dört yılda ben de çok şey öğrendim bu paylaşımlarımızdan.
Yaşam Atölyesinden geçen yaşamların ilham verdiği bir roman veya öyküler yazmayı düşünüyor musunuz?
Aret Vartanyan: Yazdığım şeylerde bu paylaşımlardan izler var. Ocak ayında yaşam atölyesinin kendi kitabı çıkıyor. Yaşam Atölyesinin bir blogu var. Burada herkes kendi hikâyesini yazıyor. Bir taslak yazıyorum. Kafamda bir sürü kopuk kurgu var. Bir Nefes İstanbul adlı kitabım üzerinde çalışıyoruz, bunu filme çekeceğiz önce. Bu ilk deneme olacak ardından kurgusunu oluşturduğum bu romanın filmini çekeceğiz.
Gündemdeki projeler neler?
Aret Vartanyan: Yeni kitabım Çırılçıplak Aşk Kasım ayında okuyucuyla buluşuyor. Yeni kitabın okuyucuyla buluşma süreci çok keyifli. Yaşam Atölyesinin çalışmaları yurt içinde ve dışında daha fazla merkeze yayılarak devam ediyor. Yaşam Atölyesi bünyesinde gençlere burs veriyoruz ve yine eğitimle ilgili duyuracağımız yeni bir sosyal sorumluluk projemiz var. Farklı olarak, Yaşam Atölyesi konseptini yansıtan kafe zincirleri açmayı planlıyoruz. Yakında polis teşkilatıyla çalışmalar yapmaya başlayacağız.
Çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim. Enerjiniz daim olsun. Bu güzel sohbet için çok teşekkürler…
Fotoğraflar: Doruk Üstüntepe
Biyografi: Aret Vartanyan
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamlayan Aret Vartanyan, eğitimini Oxford Üniversitesi’nde teoloji bölümünde sürdürdü ve Londra’da PR eğitimini tamamladı. 16 yıl kurumsal yaşamını sürdüren Vartanyan, Türkiye’nin önde gelen reklam ve PR ajanslarında iletişim danışmanlığı yaptı. Aret Vartanyan, yazar, kişisel dönüşüm uzmanı ve iletişim danışmanlığı şapkalarıyla üç kulvarda çalışmalarını sürdürüyor. İki Yırtık Ruh: Sen ve Ben, Bir Nefes İstanbul, Bin Yüz Bir İnsan ve Gerçekten Yaşıyor musun? adlı kitapları olan yazar, Yaşam Atölyesi adı altında gerçekleştirdiği çalışmaları ve TV programlarıyla da geniş kitlelere ulaşıyor.