Hasat Zamanı

Hasat başladı mı? Başladı! O halde gerisi geliyor… Varlığın suri anlamları kendisine yetmediği için sancılanan insanoğlunun ‘özel’lik arayışının sorgulandığı bir yazıdır! Oysa sadece vitrinde olanlarız. Vitrine koyanlar değil!

Peki ne olur? Madem hep konuşulan konuyu yine konuşuyoruz o halde yeni bir tahminde bulunalım. Bu işi iyimser mi yoksa kötümser mi yapalım? Ümit olmayınca telaş gittiği için rahat konuşuyoruz  bulunuyor: “İnsan kaderinin kendisidir ve kendi tanımlaması hep değiştirilebilir!”


 hasat zamanı

Bu yazının özlü sözü: “Kalıp Sınırdır.” Şimdi devam edelim. Kendisini çok iyi açıklayabildiğinden midir yoksa açıklayamamanın çaresizliğinden mi pek bilinmez ama hakkında binlerce yıldır yazılan çok fazla sayıda kitap ve sayılamayacak kadar çok söz ve söylemlerin buluştuğu noktadır insan! Kendini bilme gayreti her halükarda çaba gerektirir. İnsanlık bu izahın bu nedenle hala peşindedir. Bu çaba, insanlığın peşini bırakmayan bir kendini bilme sancısının binlerce yıllık uyuşturucu etkisidir.

Söz söyleme sanatının mucidi ve iş başarmanın daimi talepçisidir. Başardığı işler arasında, başaramadıklarını başarmış gibi gösterme de vardır. Nasıl olsa sonunda hepimiz insanızdır ve birçok konuda mağdur ve mazur görülebilecek yanlarımız vardır. İnsanlığa sığınmak da insancadır, insanlığa kafa tutmak da insani isyandır!

Doğrudan ve doğal bir şekilde girdik konumuza, serbestçe akarak, bu defa da düşünüp taşınmayarak ve lafı döndürüp dolaştırmayarak devam edeceğiz, doğal akış rotasından asla sapmazcasına.

Eşsizlik düşüncesi ve bunun sonrasında eşsiz benzetimler. Dağdan akan şelale bir şelale değil, yâr’in yanaklarına dökülen zülüfleridir. Ortada serili olan vadi ise sevgilinin geniş mi geniş yüreği! Güneşin batışındaki mahzunluk güneşin değil yaralı olan her bir yüreğin o anki hali. Yağan yağmur merhametin gözyaşları ise taşan nehir de coşkunluğun gösterisi, peşi sıra gelenler ise onun sonsuz diğer yönleri.

5

Her neye inandıysa eğer mukaddes ve dokunulmaz ve kendisi üç beş damla kan değil, akan nehir üç beş damla su değil. Aşkınlıkta buluyorken kendisini birden çökmeye görsün, çöktükçe ruhunu küçültür, tüm kâinatın önünde dizini küçültür. Duygularının takipçisi olduğundan olsa gerek duyguları ile düşünür ve düşünürken duygulanır. Duygulanmayı sadece kendisine verilmiş bir hak olarak görür.


Her yön ve her tutum vardır. Seç beğen al mağazasıdır. Aşağılamada da ustadır. Bunun için doğal gelişim süreci içinde bulunan diğer varlıkların tanımlarını da kullanır. Dokunulmaz ve dokunulamaz olduğu sanrısı tüm hayatı boyunca her yanındadır ve insan kendisine dokunulduğunda kıyameti o anda kopartmaktadır.

Karmakarışıklığı ancak bir insan anlatabilir. Kendisi gibi davransın yeter. Belki de kendisini anlatırken karışıklığı ve karmaşıklığı anlatıyordur, belki de bu karmaşıklığın ismini insan diye tanımlıyordur. Belkisiz yaşayamıyordur belki. Belki bir bildiği vardır. Belki de bilmediklerini biliyormuş gibi görünmekten hoşlanıyordur. ‘Belki’ anlamını bulduğuna göre, belki bu sorgulamanın ardında bir şey vardır. Belki! Belkisizdir!

Kılıfa bürüme! Kılıf dediğin nedir ki? Tanımla yeter ve sonra da bürü! Böylece de yolunda yürü. Çok basit bir iş. Çok basit bir çaba. Çok basit bir eylem. Basitleştiriciler inanmaya heveslilerce hemen kabul edilir. Bu insanı zorluklardan kurtarır. Yolundaki engelleri kaldırır. Peki, bu insani midir? İnsani olan nedir? İnsanın tanım okyanusu geniş. Her yaptığını insani gösterecek kadar insan aklı da var o halde bu paragraf bitmiştir.

Kalıplılığın ve kalıpları kabulün kolaylaştırıcı olduğu çok önceden fark edildi. Kalıpları kabul etmeyenler reddedildi ve uzaklara itildi. İşte bu kalıpların kabul edildiği zamanlarda, insan adı altında bir kalıp yaratılmaktaydı. Tüm unsurlar bu kalıba sıkıca sarılmaktaydı. Kökenden habersiz ve kökeni unutmuş olarak. Unutmuş olmanın rahatlığıyla ve rahatça sarılarak. Sarıldıkça unutarak ve yeni döngüye kucak açarak! Yeni deneyim, eski derslerin final haftasında tekrar deneyimleniyor. Yeni deneyim eski başarısızlıkları kalıplamalarıyla perçimliyor ve tekrar ettiriyor. Döngünün devamı ve kalıbın yine kırılamayışı. İnsan olarak çıkılamayacağının henüz fark edilemeyişi. Farkın ve anlamın artık önemsenmeyişi!

8

Her konuya çözüm bulmak gerek. Niçin? Çünkü: her konuda bir zorumuz ve sorunumuz var. Sorun var ise eğer çözüm de olmalı. Çözüm işi kolaydır. Sorun işi zordur. Böyle düşünür insanoğlu. Çözüm niçin kolaydır? Çünkü çözmezsin. Çözmeyince kolaylaşır. Çözmek yerine savaşırsın. Yok edersin. Bitirirsin. İmha edersin. Çözecek muhatabın kalmayınca da kazanmış zannedersin. Zanlarla yaşamak gerçeklerle yaşamaya tercih edildiğine göre savaşın gerçek yüzünü de hep inkar etmek gerekir. Gerçeklerle uğraşmak mı? Boş versene! Tavrı varken, savaşa devam ve savaşmaya der insan ve savaşır. Yeryüzünde bir tek insan kalmayacak olsa bile bu yolda hep adımlar atılır. Bilmez ki savaşta kazanan yoktur ve bilmez ki savaş ancak nefsi müdafaa şartıyla ancak olur.

Tarihini kendi türünü boğazlamakla geçirmiş ve sorunları hiç bitmemiş, kendisine üstünlük üstüne üstünlük payeleri vermiş ve her payede boyun eğdirme gayretine girmiş bir ego ırkının devamı olarak insan adlı varlıklar, dönüşmedikçe geleceklerinin değişmesi mümkün değildir. İnsan aslında her gün içinde ve dışında savaştığı gerçek rakibin ta kendisidir ve insanlık başta kelime anlamı ve ses birleşim kelime yapısı da dâhil olmak üzere yapısını sonsuzluğa açılan bir kapı gibi değiştirmedikçe kökeni hatırlayamayacaktır. Kökeninden isimsiz ve tanımsız olarak geldi, ancak yine öyle dallara ve yapraklara ulaşacaktır.


Peki, ne olur? Madem hep konuşulan konuyu yine konuştuk o halde yeni bir tahminde bulunalım. Bu işi iyimser mi yoksa kötümser mi yapalım? Ümit olmayınca telaş gittiği için rahat konuşuyoruz ve rahatça yazıyoruz. Sözlerin doğal akışına göre iyimser olmamız zor gibi görünüyor. Gözlerimiz binlerce yıllık tarih üzerinde geziniyor ve dönüş: bıkkın, yorgun ve argın! Sonra yineliyor: Ümitsiz ve çaresiz. Sonra ise tasarlanmadan doğal akışına göre yazılan bu yazıda yine doğal akışla yanıt bulunuyor: “İnsan kaderinin kendisidir ve kendi tanımlaması hep değiştirilebilir!”


Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.