Hayat matematikseldir ve matematik ruhsuz değildir. Her şeyin matematiksel olduğu bir evrende farkı yaratan nedir?
Matematiksel izah
Biliyorum! Matematikten uzak duruyorsunuz ve dişçi koltuğuna oturmak gibi bir duygu hissediyorsunuz! Canınız yanacak zannediyorsunuz! Dişiniz canınızı yakıyorsa eğer koltuk sizin şifanızdır! Matematiğe hoş geldiniz.
Sonsuz olasılıklar denizi içerisinde öncelikle ilk yapmamız gereken “hangi olasılıkta olduğumuzu keşiftir”. Çünkü akıl sonsuz “türevler” üretir. Oysa sonsuz etkiler olmadığı gibi sonsuz tepkiler de algılamayız. Bizler bu planda belirli bir olasılıkta yaşamaktayız. İşte bunun tespiti için matematiğe yöneldi insanoğlu ve matematikte buldu hangi olasılık evreninde olduğunu.
Farkı yaratan nedir?
Evet, ortada bir durum var ki herkesi almış bir telaş gidiyor. Umursamayanlar için zaten gün doğmuş gün batmış hiç fark etmiyor. O halde farkı yaratan nedir? Büyük soruyu bulalım, bakalım küçücük ve basit bir cevap. Farkı yaratan seçimlerimizdir. Farklı seçimlerle hayat fraktalı kendi olası evreninde değişir ve gelişir.
Başlı başına “değer”in ta kendisi olmasına rağmen, dışında arar insan değerini. Ararda bulamaz ruhunun ona verebildiklerini. Bir saklambaç oyunu sanki! Saklananlar varmış gibi, arama ve bulma çabası. Yaklaştıkça uzağa kaçan ufku yakalama uğraşı! Niçin arıyorsunuz? Dışınızda sizden değerli bir şeyler mi olduğunu zannediyorsunuz? Aramazsanız eğer bulmaya da gerek kalmaz ve o zaman kendinize bakabilirsiniz. Bakınca görebilirsiniz. Gördüğünüzde ise bilebilirsiniz. Siz kendini arayan “değer”siniz!
Verilmeyen seçenekler
Değerlerin değersizleşmemesi için ve özgürce seçimler yapabilmek için “verilmeyen seçeneklerinizi” fark edin. Çünkü insan “değeri” seçmiştir. İşte “verilmeyen seçenek”te değerin kendisidir. Tüm seçenekler içerisinde “değer” şıkkı yoktur. O nedenle değersiz hisseder çoğu insan kendini ve o nedenle değerin peşinde bir ömür tüketir. Kendinizi seçiniz! Kendinize delilsiniz. Değer üretebilensiniz. Değer üreten cevher sizsiniz. Kendinizi seviniz.
Nitel değerler, nitelik verir varlığa ve o nitelik beraberinde nicelikleri de doğurur. Anlamlar dünyasının o derin sonsuzluğunda anlaşılamaz bazen en basit durumlar. Anlayabilmek için ise “kıyas” yoluna başvurulur ve “önermelerle” birlikte matematiğin öz ruhu doğurulur. Bir yandan genelden özeli dikkatle ayıklarken zihin, diğer yandan özelliğini kaybedenleri geneller. Genel ve özel diye “küme”ler vehmeder. Kümeler en basit konulardandır ve bizim günlük hayatta daima yaşadığımız durumlardandır. Çoklu kümeler geometrisi içerisinde kesişen ve değilleyen rolleri vardır insanın. İnsan bu rollerini küme zihni ile anlar. Bilmeden kullanır matematiği. Oysa matematik her insanın doğuştan zihninin ta kendisi!
Yapılar ve sistemler. Her sistem bir yapı ama her yapı bir sistem değil. Durağan olan ve devinenler. Hayat “fonksiyonlar” içerisinde geçer. Bağıntılar vardır daima hayatımızda ve işleyişler ve tümden gelip tüme gitmeler.
Matematiği yaşayarak biliyoruz formülleri ve teorilerini bilmesek te. “Süreklilik” kavramı içerisinde “süreksizliğin, “toplayarak” ilerlerken hayattan bize kalan izleri, bir türlü ulaşılamayan “limit”in birbirlerine zıt cereyanlar halinde sarılarak ilerlemelerinin “analizi”dir hep yapıp durduğumuz şey.
“Eşitlik”ler ararız ve çok doğru da yaparız. Eşit ilişkiler yataydır. Dikey hareketlilikler hiyerarşi yaratır. Eşitlik adalettir. Eşit olabilirsek eğer ilişkiler gelişir. “Eşitsizlikler” eşittir dengesizlikler. Niçin eşitlik? “Eş” olmak önemlidir çünkü. Eşi olan eşsizleşir. Peki, bizlerin “eşi” nedir? Bizlerin “eşi”: içimizdeki sonsuz evrendir. Eşi benzeri olmayan bir değerimiz var. Eşimiz bizim sonsuz değerimiz. Eşsiz varlığımızı yaşayabilmek için kendimize eşitlenelim. Kendimize adil olursak ve verilmeyen seçenekteki değerimizi görür yaşatırsak o zaman yıkılır sınırlar. Sınırsızlıkta büyük hayat var. Günlük hayatın ete ve kemiğe bürünmüş etkileşimler serüveninde “özde bir” olma bağıntısını “insan” tanımlaması ile yaşarken, içsel hayatımızda da “bir” olduğumuzu görelim ve gösterelim. Birliğin doğurduğu en büyük huzuru insanların ruhlarına üfleyelim.
Türker Ercan | Sayı 49 Ekim 2009