Ülkemizde peygamber Ocağı olarak bilinen, kutsal sayılan askerlik hizmetinin zorunluluğu, vicdani ret kavramıyla ‘’ Her Türk asker doğar ’’ nakaratını tarihe mi karıştıracak?
İlk defa 1826 yılında Yeniçeri Ocağını’nın kaldırılmasının ardından, 1843’te kura usulünün kabulüyle beş yılı zorunlu, sonraki yedi yıl için yedeğe ayrılıp, bu süre içinde yılda bir ay askerlik eğitimi veren zorunlu askerlik hizmeti başlamıştır. 1869 yılında bu süre altı yıla, yedek askerlik süresi de 14 yıla çıkartılmıştır. Son olarak 1916’da, Osmanlı uyruğundaki herkesin askere alınması, 45 yaşına kadar herkesin yedek asker sayılması zorunluluğu getirilmiştir.
[quote]Ülkemizde peygamber Ocağı olarak bilinen, kutsal sayılan askerlik hizmetinin zorunluluğu, vicdani ret kavramıyla ‘’ Her Türk asker doğar ’’ nakaratını tarihe mi karıştıracak? Bunu zaman gösterecek fakat bu durum nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın tartışmalar hiç bitmeyecektir diye düşünmekteyim.[/quote]
Vicdani Ret, bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri, veya dinsel inançları dogrultusunda zorunlu askerliği reddetmesi olarak bilinmektedir. Vicdani retçiler kendilerini antimilitarist ya da pasifist olarak tanımlamaktadırlar. Düşman olsa bile insan öldürmeyi, hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlaki bulmamakta, güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı kuvvetlerinde yer almak istememekte, dini inancına aykırı bulmak gibi nedenlerden ötürü vicdani retçi olduklarını savunmaktadırlar. Halbuki; askerlik hizmeti seçimlere katılma, vergi verme gibi her vatandaşın temel görevidir. Bu durum devlet anlayışının çıktığı 15.yüzyıldan beri, sadece ülkemiz için değil tüm dünya için geçerli bir durumdur.
Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkenin 27’sinde zorunlu askerlik uygulaması bulunurken, 27 ülkenin 25’inde zorunlu askerlik yanında, vicdani ret hakkı kapsamında zorunlu kamu hizmeti uygulaması yer almaktadır. Vicdani ret hakkını kullanmayan iki ülke Türkiye ve Azerbaycan’dır. Avrupa Konseyi’nin 1987 yılında aldığı tavsiye kararında ise ‘’Zorunlu askerlik hizmeti olduğu halde, vicdani sebeplerle silah kullanmayı reddeden herkes tavsiye kararında belirlenen şartlar dahilinde muaf tutulmalıdır. Bu kişiler bunun yerine alternatif hizmetler yapabilir.’’ ifadelerine yer verilmiştir. Buna rağmen halen ‘Vicdani Ret’ kavramının varlığı ile ilgili birçok sıkıntımız bulunmaktadır. AİHM, Türkiye’den 2006 yılında yapılan vicdani ret başvurusunu ülkemiz aleyhine sonuçlandırarak, Türkiye’yi bu konuda mahkum etmiştir.
Diğer taraftan vicdani ret ile ilgili şu soruları sormadan edemiyorum:
Eğer çözümsüzlük en iyi çözümdür mantığından vazgeçmezsek, 1949 yılından itibaren Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olarak AİHM Kararlarına uyma zorunluluğumuz varken, vicdani reddin insan hakkı olduğunun görülmemesi ayrı bir traji komik durum oluşturmaz mı?
Bizlere öğretilen askerliğin kutsallığı; devletimizin rutin olarak çıkardığı bedelli askerlikle, vatan borcunu para karşılığı silmesi değil midir?
Acaba devlet, bir milyon düzeyinde asker kaçağının olduğu, sözleşmeli askerlik başvurusuna bin kişinin dahi gitmediği bu ülkede, vicdani redde geçit verirse yalan düzeninin temelinden sarsılmasından mı korkmaktadır?
Ülkemizde önemli olanın öldürmemek olduğunu, ölmeme durumunun sonra geldiğini ve vicdani ret hakkının kişilik bütünlüğünün bir parçası olduğunu savunanların sayısı günümüzde çığ gibi büyümekteyken, şu an asker kaçağı olan, sosyal yaşamları olmayan, evlenemeyen, çocuklarını okula gönderemeyen, hiçbir yasal işlemi gerçekleştiremeyen insanların varlığı da göz önünde bulundurulduğu vakit, sorun sürekli hasır altı edilerek çözümlenmezse bu insanların durumu ne olacak?
Vicdani redde alternatif getirilen “sivil alternatif hizmeti” asker bir nesilden gelen, erkek çocuklarının adının büyük bir gururla Mehmet adını aldığı toplumuzda , bu durum yeni bir mahalle baskısını getirmeyecek mi?
Yahut devletin eline geçireceği bedava iş gücü, kamu kurumlarında hizmet alan bireyleri olumsuz etkilemeyecek mi? Mesela Fransa’da hastanelerde bu sistem nedeniyle enfeksiyon artışı yaşandığı gözlemlenmiştir.
Birçok Avrupa ülkesi bu sorunu sivil hizmet kavramı ile çözmüş gözükse de henüz ülkemizde rayına bir türlü oturamamış işçi örgütlenmesi, işçi hakları sorunu varken, beraberinde binlerce insanın işsiz kalmasına sebep olabilir mi? Bunun hukuki zeminde sendikalarla birlikte ön tartışmasının yapılması gerekmez mi?
Özellikle ülkemizde profesyonel orduya geçişle bu sorunun çözümünün kolaylaşacağı kamoyu tarafından tartışılmaktadır. Meseleye geniş açıdan bakmalı, önce sorunun ‘’Vicdani Ret istemiyle askerlik vazifesinden kurtulmak mı? Yahut yükümlülük olan bu görevin ifasının sivil hizmetle karşılanması mı? Yoksa Vicdani Ret’in temelini oluşturan düşman olsa bile insan öldürmeyi, hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlaki bulmamak mı?’’ olduğu tespit edilmelidir. Teşhisin konmasıyla birlikte hukuksal yapının belirlenecek bu zeminin üstüne inşası için çalışmalara çok geçmeden başlanılması gerekmektedir.
Bilinmeli ki her ülkede, ‘Vatanımın bir karış toprağı için kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğim’ şeklinde duygularını deklare eden militarist düşünceye sahip olanlar kadar, “Yok! Hayır! Politik görüşlerim, ahlaki değerlerim, ve ya dinsel inançlarım doğrultusunda bu yükümlülük altına girmek istemiyorum” diyenler de olacaktır. Aslolan biz gibi düşünmeyenlerin varlığına saygı duymaktır.