Bilinci sıçratmak: Tek kurtuluş sevgi… İnsan, bilincini sıçratmadıktan sonra kıyamet kopsa ne fayda! Bunun için çaba, emek ve akıl yağmurunda sırılsıklam ıslanmadan huzura geçit yok…
Antenlerini yukarı dikip, ta en ötelerden haber almak için cüce bedeniyle ve son derece dikkati ile dev gayret gösteren bir böceğin uğraşı karşısında, kocaman akıllarımız neden olmaz çarelerle sorunlarını kabartıyor? Yoksa olmazların olabilirliğini mi ispatlamaya çalışıyor? Kafası kumun içindeki deve kuşunun anlamsız gayreti!
İnsanlığın; dışında aradığı çare, içinde kendisine kucak açmış bekliyor. Yalvararak ve yakararak “beni duyun” diyor. Gözlerini içine kapayıp ta dışarıda gördüm zannedenler bu sesi duymamak için inatla direniyor. Göklere açılan kapılar yeryüzünde ve kalplerin başköşesinde. İnsan da bu noktanın tam eşiğinde. İlk adımı atan yürüyor demektir. Eşik ilk adımla geçilir. Sonra a bu ilk adımın tekrarına yürüme adı verilir.
Herkes herkesi sevsin. Başka kurtuluşumuz yok!
Bencillik bataklığına, ayağındaki korku prangası ile gönüllü olarak dalıp sonra da nefes almak için can havliyle ve köşe bucak aranan tılsımlı reçete budur. Bu reçete çatlayan sabır taşlarını bile iyileştirebilecek ve ona yeni bir ruh ve engin bir kudret bahşedebilecek bir ““ab-ı” hayat”” suyudur.
Bilinci sıçratmak
Bana yine öyle geliyor ki! Mevcudun, tanımı ve tasnifi ile memur edilmiş akıl, rotasını altüst etmeden bütün çabaları boşa çıkarabilecek bir kısır döngü içinde kendini hapsedebilir. Bütün gayretlere rağmen aklın ulaşabildiği son nokta, ilk çıktığı noktanın ta kendisi ise eğer bilin ki döngüler henüz kırılamamış ve güneşe doğru kısır bir yol alınmış.
Aklından zoru olmadan bilinç sıçrayamaz. Bilinci sıçratan zorluk; aklın, baktığını parçalayan ve ayıran, dokunduğunu donduran ve acıtan, duyduğunu yalanlayan ve kokladığını anlayamayan tadı ekşimiş ve illüzyonun baş kölesi olarak yetiştirilmiş yapısıdır.
Bütün bir varoluş kol kola ve huşu içinde dans edip kendinden geçiyor. Durmadan her şey değişiyor. Durmadan ve bıkmadan, usanmadan değişimle canlarını yeniliyor. Bütün bir varoluş tüm bedenlerini birbirlerine kenetleyip “bir”leşiyor. “Bir” oluyor ve ikilik üretmiyor. Bütün bir varoluş severek kurtuluyor. Kurtulmak için sevmiyor. Sevdiği için kurtuluyor. Kurtuluyor bütün bir varoluş.
Kendisini varlıktan tecrit ve tenzih eden sonra da dönüp dolaşıp başladığı ilk noktada aklını şüpheleriyle kemiren ve böylece yarattığı iç cehenneminde azap içinde güya yaşıyormuş gibi yapıp da aslında her an ölen ruhların ölümden korkmasına gerek yok. Ölüm diye bir şey zaten yok. Zanların, sımsıkı kundağa sardığı ve elini ayağını kımıldatamayan bir algı yanılsaması. Yanılır algılar ve algılayamaz zanlar.
İçinizin cenneti sizindir. Sadece size aittir. Çepeçevre kuşatmışken korkular ruhun varlık planını ve severken insan ürettiği tüm korkularını, uzaklaşıyor kendisinden. Kendisi kendisine engel bir varlık düzeyi. Sevinç, neşe ve mutluluk sizin de hakkınız değil mi? Sokaklarda yatıp çöplerde karın doyurmaya çalışan kediler kadar niçin mutlu olamaz insan? Acaba kediler nelere sahipler de mutlular? Kediler niçin daima korkusuzca ve mağrur dururlar?
Böyle Gelmiş Böyle Geçer Dünya
O halde, böyle gelmiş ve böyle gider dediklerinizden niçin şikayetçisiniz? Değişme umudu eğer zaten yoksa bu telaş ve şikayet neden? Sizler boyun eğmişken halihazırdaki böyle gelmiş ve böyle gidecek olan yapıya ve yine o halde ya teslimiyetinizi gözden geçirin ya da böyle gelmiş mi? – böyle gidecek mi? bu konuya derinlemesine eğilin.
Bir şeyler yapıp edin. İnsanlar artık zamanla yarışmıyorlar. Zaman insanlarla yarışıyor. Nefes nefese soluk soluğa kalıyor. Sonra da durup düşünüyor: Acaba insanlık yeryüzünden toptan göç mü ediyor? Bu telaş niçin? Hala telaşınız varsa eğer, demek ki hala umudunuz var.
Acil insanlar
Dört mevsim buram buram! Gece ve gündüz birbirinin ardında tam sadakatle dolanan. Yağan yağmur, göklerin merhameti. Akan su, ruhumuzdaki ateşi dindirici. Çiçekler, böcekler ve çam ağaçları ve kokular ve anlam! Sonra hep bir diğer oluşum var. Hareket, çaba ve gelişen düzenler. Ruhlarımız her an kendilerine yepyeni anlamlar yüklerler.
Yazımı sonuna kadar okuyabilmiş sükunet sahibi ruhlara derim ki! Bu yazının sizlerle hiçbir alakası yok. Bu yazı telaş içinde öteye ve beriye çılgınca savrulan ve kafasını, gözünü rastladığı her duvara vuran “acil insanların” çarptığı duvarların en merhametlisidir.