Son zamanlarda ülkemizin gündemi, yolsuzluk operasyonları, hükümetin yargıya müdahalesi, görevden almalar, istifalarla allak bullak oldu. İnsanlarımız neye inanacağını, ne düşüneceğini şaşırdı. Olayların tartışılacak bir çok yönü var. Fakat sağlıklı bir değerlendirme için bataklıktaki sineklerin cinsini teşhis etmek yerine, bataklığın kaynağını tespit etmek gerekir.
Toplum bilimine göre toplumun en küçük yapı taşı insandır. Canlı organizmalar için hücre ne ise madde için atom ne ise toplum için de insan odur. Her toplumun ortak kültürü, tarihi, milli değerleri onun DNA’sını oluşturur. İnsan psikolojisini toplum psikolojisinden ayrı bir şeymiş gibi düşünmek yanlıştır. Sonuçta her ikisi de birbirinden etkilenir. Bireyler kendilerini yönetecek insanları, güveneceği, takip edeceği liderleri seçerken göz önünde bulundurdukları önceliklerinden uzak düşünemezler.
Önce insanımızı tanımakla sorunun kaynağını teşhis edebiliriz. Türk insanının DNA sında olan ‘Zor durumlarda kenetlenme’ özelliğinin en önemli örneği Kurtuluş Savaşımız olmuştur. İşler özgürlüğümüzü ciddi anlamda tehdit edecek noktaya varana kadar beklememiz de kötü bir özelliğimizdir bana göre.
[quote]Mevcut hükümetimizin işine yarayan ve menfaate göre yontulan, yönetilen, yönlendirilen ve mantık süzgecini devre dışı bıraktıran en zayıf özelliğimiz de zor durumda olanın, mağdur olanın yanında olmaya çalışmamızdır . Aslında bir meziyettir. Fakat kime karşı ve ne kadar kullanacağımızı ayarlayamazsak, karşımızdakinin mağduriyetinin gerçekliğini teyit edemezsek, kullanılmaya çok müsait bir zafiyet haline gelir.[/quote]
En başta olmasa da artık hükümet de bunun farkındadır ve birtakım şeylerin üstünü kapatmak için bu zayıf noktayı çok iyi kullanmaktadır. Nasıl mı?
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk siyasi tarihine başbakan olarak yazılmasından öncesine bakalım. Siyaset bilimcisi ya da bu konuda uzman bir köşe yazarı değilim elbette. Sadece düşünen, objektif değerlendirmeler yapmaya çalışan, ülkesini çok seven bir vatandaş olarak yazıyorum. Sesli düşünüyorum ve sizinle paylaşıyorum.
Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması halkımızın vicdanına dokunmuş, ana gerekçeleri düşünmeden, dine sahip çıktığı için yasaklandığı propagandası ışığında halk Sayın Erdoğan’ın mağdur olduğuna inanmış ve var gücüyle desteklemiştir. Mağdurdur ya da değildir diye bir yargım yok. Vurgulamaya çalıştığım şey mevcut hükümetin Türk halkıyla olan münasebetinin başlangıç noktasının mağduriyet duygusu olduğu ve yolunun en kritik aşamalarında da bu kalkanın arkasına saklandığıdır.
Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının ardından ordunun, dış güçlerin vs. hükümeti yıkmak için uğraştığı, operasyonların bu çerçevede yerinde ve haklı olduğu inancı yine mağduriyet kalkanı altında halkımıza sunulmuş ve bu inanç, ortada sözüm ona bir mağduriyet olduğu için akıl süzgecine ulaşmadan ‘mağdursa yanında olmalıyız’ kapısından gizlice içeri alınmıştır. Bilinçler de şu cümle ile şekillenmiştir. ‘Hükümet mağdurdur ve haklıdır.’ Bu mağduriyetin yarattığı büyük mağduriyetler ise göz ardı edilmiştir.
Gezi parkı olaylarında ise seçmene yansıyan vizyon şöyledir: ‘ Hükümeti yıkmak için bahane arayan ötekiler, 2 ağacı kullanıp, polisi kışkırtmış, polis mağdur olmuş, daha fazla mağdur olmamak için şiddet kullanmıştır. Tehdit altında olan mağdur hükümet, devletin bütünlüğünü korumak için bu olaylarda dik duruşunu korumuş ve ülkeyi dinsizlerin kötü emellerinden kurtarmıştır’ Mağdurdur ve haklıdır. Öte yandan eylemcilerin polis şiddetine maruz kalmasını kullanan başka bir kesim de durumu farklı yönlere çekerek mağdur siyaseti üzerinden pirim yapmıştır.
Her ikisi de halkın duygularını kullanmak amaçlı olduğu için kabul edilemez.
[quote]
Yolsuzluk operasyonlarında ise yine ustalıkla mağduriyet senaryosu yazılmıştır. Yargının ağır iddialarına karşılık ‘işinizi yapın. İddialar doğruysa gerekeni yapın’ demek dururken, tüm bunların hükümeti yıkmak için cemaat, yargı ve emniyetteki hainler tarafından düzenlenmiş komplolar olduğunu ve tüm iddiaların yalan olduğunu öne sürmüş ve halkı yine basit bir manevrayla mağdur olduklarına inandırmıştır. Ama bir mağdur gibi davranmamış, yolsuzluğun üzerine gidecek tüm birimleri tasfiye etmiş, yargının görevini yapmasını engellemek için elinden geleni yapmıştır. Bu telaşlı tavırlar da vatandaşın kafasını daha çok bulandırmıştır.
[/quote]Türk siyasi hayatında siyaset türlerine yeni bir tarz eklenmiştir. “Mağduriyet Siyaseti”. Daha önce benzerleri denenmiş ama hiçbir siyasi partinin siyaset yapma tarzı haline gelmemiştir. Mağduriyet siyasetini hangi siyasi parti denemiş, uygulamış ya da uyguluyorsa halkın duygularını kullandıkları için ayrım yapmaksızın hepsini şiddetle kınıyorum.
[quote]Ben TC vatandaşı olarak, hangi siyasi partiye oy vermiş olursam olayım, vekaletimin bizi yönetenlerin üzerinde bir sorumluluk olduğunu biliyorum.[/quote]
Bu sorumluluğun nasıl kullanıldığını önce vicdanımda denetlemeyi ve çocuklarımın geleceğini şekillendirecek iradi tercihimi kullanırken de, objektif, perdesiz, gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirme yapmayı, mağdur siyasetinin kancalarından bilincimi uzak tutmayı ülkeme karşı bir borç bilirim.
Not: Bu yazıdaki düşünceler tamamen şahsıma aittir. Olumlu ya da olumsuz eleştirilerin de tek muhatabı benim. Takipçiler bilirler ki İndigo Dergisi yayın ilkesi olarak tarafsızlığı ilke edinmiş bir dergidir. İndigo Dergisi yazarı olarak ben sadece ülke gündemini ilgilendiren bir konuyu kendimce başka bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalıştım. Herhangi bir siyasi partinin tarafı olarak yazılmamış bir kritik-yazı olduğunu özellikle belirtmek isterim.