Ruhumuz neyi arar bu dünyada? Arar da bir türlü bulamaz… Bu dünya güzel oysa bu kadar tahrip etmemize rağmen… Ve doyumsuz gözlerimiz, devamlı güzel sesler duymak isteyen doyumsuz kulaklarımız, güzellikler koklamak isteyen doyumsuz burnumuz, hep güzel-leziz yemekler yemek-içmek isteyen doyumsuz dimağımız, doyumsuz arzularımız var…

Bütün dünyayı sadece birimize verseler, belki başka bir dünya daha isteriz. Bunun sebebi nedir? Sadece açgözlülük mü? İnanmıyorum ben buna… Bunun başka sebepleri vardır, belki de… Bunlardan biri de başka bir dünyaya olan bitip tükenmek bilmeyen susuzluğumuz, kaybolmuş cennetimize olan özlemimiz olmasın…
Batı edebiyatlarında “cennet” tasavvurlarıyla ilgili eserler var. Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sı (La Divina Commedia) bunlardan biri. İtalyanca’yı bir edebiyat dili yapan, Hristiyan taassubunun tavan yaptığı Cehennem cildi bir çok Müslümanı ve Dante’nin siyasi rakiplerini öfkelendirse de, bu üç ciltlik şaheserin bir cildi Cennet’e ayrılmış. Dante, bütün kutsal kişilerini ve bütün sevdiklerini Cennet’ine göndermiş ve onlarla orada görüşmüştür.
John Milton ve Kayıp Cennet
Bu hatırlatmadan sonra asıl konumuza gelelim: Konumuz İngiliz Şair John Milton’ın İngilizce adıyla Paradise Lost (Kayıp Cennet) epik şiiri. 17. yüzyılda yazılmış. Şiir orijinalinde kafiyesiz. Söz konusu edeceğim Türkçe çevirisi de kafiyesiz. Hristiyan anlayışındaki Cennetten kovulmayı anlatmakta… 11 kitaptan oluşuyor. Her bölümün başında bölümün özeti yer almış. Kitabın tamamı 240 sayfa. Pegasus Yayınlarının edebiyat dizisinden çıkmış yedinci kitabı. İngilizce aslından Enver Günsel çevirmiş.

Çevirmen Enver Günsel, bir savaş pilotu olarak malulen emekli olduktan sonra, çevirmenlik yapmaya başlamış… Oldukça üretken bir çevirmen… Benim sayı olarak ulaşabildiğim yetmiş yedi çevirisi mevcut…
Kitaptan söz etmeğe devam edecek olursak, Milton’ın bu kitabı yazmasının ilk amacının “Tanrı’nın yollarını insanlara kanıtlamak” olduğunu belirtelim… Kitabın daha sonraki yankılarının neler olduğunu araştırdığımızda alıntıladığım şu tepkilerle karşılaşıyoruz:
“19. yüzyılın başlarında Romantikler, şiirin başkahramanını Şeytan olarak görmeye başlamışlardır. Milton, Şeytanı yaratıcısına meydan okuyan, hırslı, gururlu bir yaratık olarak betimlemiştir. Nitekim, Milton’un hayranı olduğu gibi, bu şiirin betimlemelerini de çizmiş olan William Blake, Milton için “ gerçek bir şairdi ve bilmeden Şeytan’ın mezhebindendi” demiştir.“

Bu eserdeki Tanrı anlayışı, Kayıp Cennet hakkında Altüst Dergisi’nde yazan (Kayıp cennet: Beyaz adamın cennetten kovuluşu) Barış Uzun‘un da dediği gibi ” insan özgürlüğünün karşısına dikilmiş, engelleyici ve insan suretli bir otorite olarak; rakip ve düşmandır. İşte Nietzsche’nin ölümünü ilan ettiği Tanrı bu Tanrı’dır.” Müslümanların telakkileri ile alakası yoktur. Kitap okunurken bunlar göz önünde bulundurulmalı bence.
Yazımı, kitaptan iki alıntıyla bitiriyorum: Birinci alıntı, Havva’nın Şeytan tarafından ikna edilerek, yasak meyveyi dalından koparıp yediği bölümden:
“Havva… sonra dala uzandı, meyveyi
Daldan kopardı ve yedi; toprak yarayı hissetti ve Doğa derin bir iç çekti,
Her şeyin bittiğini işaret etti. Suçlu yılan hemen çalılıkların arasına kaçtı,
Süzülerek kayboldu, Havva yasak meyvenin tadını aldı,
Başka yere bakmadı, şimdiye kadar böyle tatlı meyve yememişti;
Bilgi sahibi olup olmayacağını bilmiyor,
Ama Tanrıyı da aklından çıkaramıyordu. Büyük bir iştahla
Sonuna kadar yedi yedi meyveyi ve ölüm yemediğini biliyordu.
Sonunda doydu ve sanki şarap içmiş gibi neşelendi.”
İkinci alıntı ise Havva yasak meyveyi yedikten sonra Adem’in Havva’ya bağlılığının anlatıldığı bölümden:
‘Ey Yaratılanların en güzeli, Tanrının yarattıklarının

Kutsal, tatlı kadın! Nasıl böyle birden kaybettin kendini,
Soldun ve ölüme yaklaştın? Yasağı nasıl ihlal ettin,
Yasak kutsal meyveyi nasıl kopardın? Seni lanetli bir düşman kandırdı,
Ama kim bilmiyorum ve seninle beraber ben de mahvoldum.
Hiç kuşkusuz seninle birlikte ben de öleceğim
Sensiz nasıl yaşarım? Senin tatlı konuşmandan,
Aşkından nasıl vazgeçerim de bu vahşi ormanlarda
Kimsesiz yaşarım? Bir kaburgamı daha versem ve Tanrı
Bir Havva daha yaratsa bile senin kaybını asla unutamam.
Hayır, hayır! Doğanın bağı çekiyor beni, sen benim
Etimsin, kemiğimsin, mutluluk ya da acılarla ayrılamayız biz.’
İlgili yazılar:


