Tezer Özlü, Nilgün Marmara ve Slyvia Plath ‘İz Bırakan Kadınlar Kulübü’ üyeleri. Kulübün elbette başka üyeleri de var, ama ben bugün üçünü yazmak ve anmak istedim. Onlar edebi yapıtlarıyla iz bırakan cesur kadınlar.
İsimleriyle melankoliyi çağrıştıran ancak amaçları melankoli üzerine yaşamak olmayan kadınlar. Bugün hayatta olmayan, hayatla hesaplaşırken en büyük yaraları almaktan korkmayanlar. Bir yanları kanarken, yarasından beslenen ve kendi kanıyla yazdıkları dibine kadar gerçek olan kadınlar. Savaşçı, cesur ama en fazla naif kalabilmeyi başarmış olanlar. Hayata başkaldırırken ve düzene meydan okurken bir tek kendine hoyratlaşan kadınlar. İz Bırakan Kadınlar Kulübü üyeleri, cüsselerine aldırmadan, hayatın üzerine uygun adım marş yürürken kırılganlıklarıyla en çok kendi canlarını yakan kadınlar…
İz Bırakan Kadınlar Kulübü öncüsü olan Slyvia Plath
20. yüzyılın efsane edebiyatçısıdır. İdealist bir anne ve hayvan bilimcisi bir babanın kızı olarak 1932’de dünyaya gelmiştir. Slyvia Plath, doğuştan yetenekli, çalışkan ve hırslıydı. Okul ve edebiyat yaşamı üstün başarılarla doludur. Erken yaşta ölen ve Alman asıllı olan babasının sevgisizliği, şiirlerindeki derin öfkeye yansır, hatta onu Nazi subaylarıyla özdeşleştirir. Kısacık hayatında annesine 300 mektup yazmıştır. Hep en iyisini isteyen anne figürü de ruhsal rahatsızlıklarını derinleştirmiştir. Evlendiği ünlü şair Ted Hughes’a adar kendini. Slyvia Plath, kabul etmese de onunla girdikleri rekabet içinde baskı hisseder, iki çocuk annesi olarak muhteşem yeteneğiyle eve kapanmıştır ve sevdiği adam tarafından aldatılmıştır. 1963 yılında, çocukları yatırdıktan sonra mutfak kapısını kapatmış, tüm boşlukları battaniyeyle kapatmış ve kafasını gaz fırına sokarak hayatına son vermiştir.
…Tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri / çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da / yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya / Söylediğin gibi dönersin demiştim / ama yaşlanıyorum artık, unuttum adını / (kafamın içinde yarattım seni galiba.) / bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine,bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse / yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya / (kafamın içinde yarattım seni galiba.)… Slyvia Plath
Ölmek Bir sanattır, her şey gibi / Özellikle iyi yaparım / Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum / Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum / Sanki gider gibi bir davete / Bunu yapmak çok kolay bir hücrede / Ölmek ve kımıldamamak / Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi / Güneşli bir günde geri gel / Aynı yere, aynı yüze, zalim / Eğlenen çığrışlara: / Mucize!’ / İşte bu yere yıkar beni / Ama bir bedeli var izlerime bakmanın / Bir bedeli var kalbimi dinlemenin / Hakikaten çalışıyor… Slyvia Plath
Slyvia Plath derin imgelerle dolu olan hüzünlü şiirler yazar. Yapıtlarında deneyimlerini açıkça ortaya koyarken, öte yandan gizemli yanını korur. Hayatında ve eserlerinde güçlü bir kadın isyanı ve varlığın anlamını sorgulama vardır.1965’de son şiirlerinden oluşan ‘Ariel‘ İngiltere’de yayımlanmıştır. 1966’da ‘Ariel’ ve 1971’de ‘Sırça Fanus’un Amerika’da yayınlanması ile kadın özgürlük hareketlerinin sembolü olmuştur. Sırça Fanus, Slyvia Plath’in şaşırtıcı akıcılıktaki üslubu, ayrıntılara inen keskin gözlemciliği ve kurgulama ustalığı ile iç karartıcı bir bunalım romanı olmaktan çıkıp, insan ruhunun derinliklerinde cesaretle gezinen eleştirel bir yapıta dönüşür. Kısa yazın hayatına onca şiir, mektup, günce, öykü, oyun ve roman sığdırmıştır. 1982′ de yayınlanan ‘Journals’ (Günceler) Pulitzer ödülüne layık görülmüştür. Henüz ortaya çıkmamış ve kocasının imha ettiği yapıtları olduğu söylenir. Eleştirmenlere ‘Plath şiiri öğrenmedi, şiir onun içinde baştan yaratıldı’ der. Öldüğünde 31 yaşındaydı.
‘Hayat, hep yüzünle seviştik. Tersinin hatırı kaldı’
Nilgün Marmara
1958 yılında İstanbul’da doğdu. Kadıköy Maarif Kolejini bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Sylvia Plath şiirini konu eden bir tez çalışması yaptı. 1980 darbesi olduğunda Boğaziçi’nde öğrenciydi. Bohem bir hayat yaşıyordu. Özgürdü, içine kapanıktı, parlak bir mühendisle evliydi, büyük şairlerle dosttu, güzel şarkı söylerdi… Onu en güzel farklı şiirlerinin dizeleri anlatır.
‘Ağrımasa bilir miydim yüreğimin yerini?…
Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna…
Sen ne getirdin bana çocukluğundan?…
Üşümüşüm… Düşlerimin üzeri açıktı’
13 Ekim 1987’de henüz 29 yaşındayken ‘Yaşama Karşı Ölüm’ dedi ve oturduğu evin balkonundan atlayarak intihar etti. ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ adıyla yayınlanan günlüğünde ‘Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır’ der.
Tezer Özlü için hayatın anlamı gitmektir. Yaşamın kıyısında, ölüme doğru yolculuk ederken sanki dünyanın tüm acısını, öfkesini, hüznünü içinde taşır. Kaybolmuşluğunu ve arayışını cesaretle yazar. ‘Çocukluğun Soğuk Gecelerini’ yazmasaydı sanki herkesin çocukluğu bir yerinden eksik kalırdı hissini verecek kadar güçlü ve yalın bir gözlem gücü vardır.1943 yılında doğan Tezer Özlü, Avusturya Kız Lisesi’nde okudu. 1980’de Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı ilk romanı yayınlandı. Özlü, yaşamın anlamını arayan ve bu arayışı hayranlık duyduğu üç yazar olan Svevo, Kafka ve Pavese’in izlerini sürerek sürdüren ikinci romanını 1983’te Auf den Spuren eines Selbstmords – Bir İntiharın İzinde adıyla yazmıştır.
Bu eseriyle 1983 Marburg Yazın Ödülü’nü kazanmıştır. Kitap, daha sonra dilimize, yazarı tarafından Yaşamın Ucuna Yolculuk (1984) adıyla çevrilmiştir. Özlü’nün ölümünün ardından, ilk öykü kitabı, daha sonra yazdığı öykülerle bir arada Eski Bahçe – Eski Sevgi (1987) adıyla basılmıştır. Günce ve anlatı parçaları ise Kalanlar (1990) adlı küçük bir kitapçıkta toplanmıştır. 1967 – 1972 yılları arasında İstanbul’da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kalmıştır.
‘Pazar günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek……… isterim hep.’ (Tezer Özlü-Çocukluğun Soğuk Günleri)
‘Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin.’ diyen Tezer Özlü kendine hep ‘Yaşamın Kıyısında’ bir yer tutmuştur.
Hayatı kendi yaşamları üzerinden sorgulayan bu kadınlar kulübünde Tezer Özlü de Nilgün Marmara’nın arkadaşıdır. ‘İçin için henüz ölmediğime, yaşamın sürekliliğini duyduğuma seviniyorum‘ diyen Özlü bedeninden ve ruhundan büyük bir sarsıntıyla geçen ve acıya dönüşen yaşama tutkusunu okura sonuna kadar hissettirir. Onunla birlikte çocukluk, gençlik ve kadınlık dönemindeki izleri sürer ve aynı kırılganlık, çıplaklık ve kışkırtılmışlıkla başa dönersiniz, ama ne yaparsa yapsın öfkesinin ardındaki kendi gerçekliğinin masumiyetine hayran kalırsınız. Tezer Özlü, 1986’da, 43 yaşında göğüs kanseri nedeniyle yaşamını yitirmiştir.
‘Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun. Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.'(Tezer Özlü- Kalanlar)
‘İçimdeki kıpırdanışları dinliyorum. Bir şeylere açılmak, bir yerlere koşmak, dünyayı kavramak istiyorum. Dünyanın bize yaşatılandan, öğretilenden daha başka olduğunu seziyorum.’ Tezer Özlü
Onların serüveni bizimkinden farklıydı! Tutkulu arayışları ve büyük savruluşları bir anlamda kendilerinden soyunmaya, çırılçıplak kalmaya razı oluşlarıydı. Karamsarlık, zaman zaman önünü alamadıkları bir coşku, ama her zaman naif ve estetik bir duruş okunuyor geride bıraktıklarında. Satırlarından çocuksu yaşama sevinçleri taşmış bazen, bazen de gölgesinde boğuldukları karanlıkları. Gözümün önüne geliyor üç kadın. Hayatla ölüm arasında cesaretle eteklerini savurarak dans ediyorlar. El sallıyorum arkalarından. Ne çok iz bıraktınız kendinizden bir bilseniz…