Yani böyle diye diye aslında belki de gerçekte varolmayan bir y kuşağı yaratıyoruz. Gençler Y kuşağındaki tanıma uymaya çalışıyorlar çünkü ebeveynler onlara ‘y’ gibi davranıyor, onlar da kendilerini ‘y’ gibi hissediyor.
İnsanlar, genellikle en yakınlarında bulunan bilgiyi doğru bilgi olarak kabul etme eğilimindedirler. Bu bize zaman kazandırır ama bazen de yanıltır…
Davranış bilimleriyle pozitif bilimler arasındaki en önemli fark şudur: Pozitif bilimlerde herhangi bir formül ya da olgunun tanımı tektir, davranış bilimlerindeyse herhangi bir kavramı, olguyu binlerce farklı şekilde tanımlayabiliriz. Mesela, Google’a ‘iki kere iki kaç eder’ diye sorduğunuzda muhtemelen hep aynı sonuçla karşılaşırsınız: Dört! Ama Google’a davranış bilimlerine özgü bir kelimenin anlamını sorduğunuzda binlerce farklı tanımla karşılaşmanız mümkündür. İnternet’te herhangi bir kelime ya da terimin anlamını araştırmaya kalktığınızda, o terimle ilgili yüzlerce farklı tanım karşınıza çıkar. Mesela, Google’a ‘iletişim nedir’ diye sorun. Yüzlerce farklı iletişim tanımıyla karşılaşırsınız. Pekiyi, bunların hangisi doğrudur. Muhtemelen pek çoğu doğrudur.
Bilinmesi gereken başka bir şey daha vardır ki davranış bilimlerinin asıl ve ilk amacı doğruyu göstermek değil doğruyu aramaktır. Davranış bilimleri her zaman doğruyu bulma arayışındadır ve doğru bilinenler sürekli evrilmektedir. Mesela bundan on yıl önce pedagoglar çocuklarınıza arkadaş gibi davranın diyorlardı. Bugün o çocuklar büyüdü ve anne babalarının sözlerini dinlemez oldular. Şimdi aynı pedagoglar bu sefer de, ‘çocuklarınıza anne baba gibi davranın, kimin ebeveyn olduğunu çocuk bilmeli’ demeye başladılar. Pekiyi, bu süre zarfında ne değişti? On yıl önceki yöntem yanlış mıydı? Şimdiki yöntem ne kadar doğru olabilir? Ve neden TV’lere çıkan profesörler açıklama yaparken kendilerinden çok emindi? Bütün bu yaklaşımlar ‘insan’ gibi bir bilinmeyenin karşısında her zaman soru işareti olarak kalacaktır.
Eğitim ve seminerlerimde mola aralarında zaman zaman katılımcılardan birkaçı yanıma gelir ve mola boyunca sohbet ederiz. Sohbet çoğunlukla seminer konusuyla alakalı olur yani genel olarak iletişim ve kişisel gelişimdir konumuz. Katılımcılar sohbet sırasında fikirlerini aktarırken bazen önceden okumuş oldukları kişisel gelişim kitaplarından örnekler verirler. Genellikle okunanlar en popüler kitaplar olduğu için hep birbirine benzer örnekleri dinlerim bu sohbetlerde. Kişilik tipleri, müşteri tipleri gibi konulardan çok sık bahsedilir. İşin ilginç yanı her dinleyici, kişilik tipleri hakkında farklı bir görüş beyan eder.
Mesela birisi, ‘üç farklı kişilik tipi vardır’ derken bir diğeri ‘7 farklı kişilik tipi var’ diyebilmektedir. Bu farklılığa hiç şaşırmam çünkü bilirim ki hepsi bu konuda farklı kitapları okumuştur ve farklı kaynaklardan bilgilenmiştir. Doğal olarak da farklı kişilik kategorilerini öğrenmişlerdir. Farklı kitaplardan farklı bilgileri öğrenmeleri çok normal bir davranış ve tabii ki insanın bütün kitapları okumasına imkan yok. Burada asıl üzerinde durulması gereken nokta, bu kişilerin okudukları kitaplarda yazan bilgilerin doğru olduğundan son derece emin olmalarıdır.
Okuyucu çoğu zaman kitaplarda bahsedilen kişilik tiplerinin sadece yazarın-araştırmacının görüşü olduğunu ve anlatılanların bir teoriden ibaret olduğunu tam olarak kavrayamamaktadır. Herhangi bir araştırmacı, insanları farklı kişilik türlerine ayırabilir ama insan gibi sınırsız bir güç söz konusu olduğunda bu ancak onun görüşü olarak kalacaktır –ki öyledir. Burada asıl problem okuyucuların bu bilgiyi sanki uzaydan vahiy inmiş gibi sorgulamadan kabul etmeleridir. Mesela bana sorsanız ben de tam 7 milyar farklı kişilik tipi var diyebilirim. Yani yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı kişilik tipi. Ama bu da nihayetinde benim görüşüm olarak kalacaktır.
Bu aralar benzer bir yanılgının x, y, z kuşakları teorisi için de varolduğunu görüyorum. Yani bir teoriyi kesin ve net bir kanunmuş gibi kabul etme yanılgısından bahsediyorum. Bu durum bana eskilerin, ‘Ben burdan deve yolladım oraya ulaşana kadar kervan oldu.’ sözünü hatırlatıyor. Yine Amerika’da birileri bir teori ortaya attı ve yine buraya gelene kadar teori kanuna dönüştü. İnsanlar yine sorgulamadan bunun böyle olduğunu çoktan kabul etti bile. Yapılan kategoriye göre ben x kuşağına giriyorum ama kendime baktığımda x’den de y’den de, z’den de benzer özellikler görebiliyorum. Bence bu teori de insanı anlatan diğer tüm teoriler gibi eksiktir. Yanlıştır demiyorum, ama eksiktir ve eklenmesi gereken nüanslar her zaman olacaktır.
Y kuşağı var mı?
İşin ilginç tarafı bir teoriyi gerçek olarak algıladığınızda o sizin gerçeğiniz olabiliyor. İnandığınız değerler sizin kültür kodlarınızı hatta genetik kodlarınızı bile değiştirebilecek güçtedir.
Yani böyle diye diye aslında belki de gerçekte var olmayan bir y kuşağı yaratıyoruz. Gençler ‘y’ kuşağındaki tanıma uymaya çalışıyorlar çünkü ebeveynler onlara ‘y’ gibi davranıyor, onlar da kendilerini ‘y’ gibi hissediyor.
Bu son kuşaklar teknolojiyle çok iç içe dünyaya geldikleri için onların gelişim hızları farklı olabilir, ama bu bir çocuğu bundan 50 yıl önceki bir çocuktan (baby boomer) farklı kılmaz. Hayat doğrusal değil daireseldir. Hayatımız boyunca çeşitli evrelerden geçeriz. Bu süre zarfında bazen x, bazen y oluruz hayat yolunda. Bu da benim teorim olsun öyleyse: Hepimiz 6 yaşına kadar Z, 18 yaşına kadar Y, 40 yaşına kadar X, 40 dan sonra da Baby Boomer’ız.
Siz siz olun her şeyi sorgulayın. Benim yazdıklarım da buna dahildir.