Çok uzun hikayeler vardır, dinlersiniz dinlersiniz, sonu bir türlü gelmez. Hikaye içinde değil hikayeyi, içindeki kahramanları, neyin nerede ne zaman ve ne için başladığını, hatta size var olduğunuz duygusunu bile unutturur.
Böyle de hikaye olur mu, demeyin. Olur. Bir bilseniz şu yalan dünyada ne hikayeler var, ortaya çıkarıcıları bile dünyadan gideli yüzyıllar olduğu halde halen izdeşçileri tarafından ısıtılıp ısıtılıp uykuda olan müdavimlerine sunulan, yeni yeni gizli lobilerde, gizli dehlizlerde ve aklınıza gelebilecek tüm -gizli- şeylerin planlandığı yerlerde tüm insanlık için tasarlanan, ne hikayeler var.
Ayrıca katman katman çıkarlarına göre toplanmış, çıkar birliktelikleri oluşturmuş kişilerin çıkarlarını korumak üzere anlattıkları hikayelerde yok değil.
Aslında tüm bu hikayelerin anlatıcısı tek bir ortak zemin var. Tam anlamıyla radyo istasyonu gibi yayın yapmakta olan ve her telden çalan bir ayrık otu mevcut. Bizi Biz’den ve Biz’i bize ait tüm güzelliklerden ayıran nefsimiz her şeyin sorumlusu gibi gözükse de, henüz çocuk olana ne söylenebilir ki?
Mesela farz edelim ki, dünya bir çocuk bahçesi ve bu okulun içinde yaşayanlarında bilinç gelişimi olarak yaş ortalaması dünyamızda anaokuluna giden çocuk kardeşlerimizle aynı yaşta olsun.
Nasıl ki çocuk yuvasındaki kardeşlerimiz içinde yaşadıkları şehri, ilçeyi, caddeyi ve sokağı bilmiyorlarsa ve kendi ihtiyaçlarını karşılmak için yetişkin bireylere muhtaç iseler, şimdi yeryüzünde yaşayan insanların durumu da aynı bir çocuk yuvasının içinde yaşayan kardeşlerimizle aynı durumda gibidir.
Hatta bu kardeşlerimizi kendi başlarına yaşamın devam ettirilmesine yönelik en ufak bir eğilim ve eğitim içinde de değillerdir. Sadece bakıcıları olan anne ve babalarına anlatılmış hikayelerin ortak çerçevesinde bir eğitim içinde oldukları gibi, bir üst planda da çocuk yuvası işletilmesine dahil daha büyük bir hikayenin ve daha ötesindeki hikayelerin de parçasıdırlar.
Yeryüzünde yaşamın devam ettirilmesi için büyük ölçekte bir gezegen gereklidir.
Bir gezegen olmadan hiçbirimiz var olamayacağımız için hayat söz konusu bile değildir. Sonrasında hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvan krallığının tüm elemanları ile birlikte ilkel yaşamın devamı sağlanacak gibidir. 2012 yılına kadar ki yaşadığımız her şey ilkel yaşamın bir şekilde “bilinçli yaşama” evrilmesi adına oynanmış bir oyunun provası gibiydi. Ama insan, nihayet 2012 yılının bitimiyle birlikte artık bir -bilinç- taşımaktadır. Bilinç, insan olabilme potansiyelimizi ile ilgili bir hak sahibi olduğumuz anlamına gelir. Ama sözler her zaman olduğu gibi gerçekliğin kendisi değildir. Gerçeklik her zaman deneyimlenerek gerçek kılınabilinenden ibarettir.
İnsan olma potansiyelinin de zihinsel düşler, sözler ve hikayelerle hiç alakası yoktur.
Potansiyelin eylenmesi sadece gerçekleşenlerle kayıtlıdır. Gerçekleşmek söz ve hikaye ile değil hal ile, yaşanan ve yaşatılanlar ile ilgilidir.
İşin çıkmazı ve draması şurada yatmaktadır ki, insanın şimdi bir bilinç taşımasına rağmen, kendisine çocukluğunda anlatılmış hikayelerden kurtulamadığıdır.
Ve halen kendisine her anlatılana da, inanmaya devam etmektedir.
Ki dediğimiz gibi insanın nefsi de en baş aldatıcıdır, yalan dünya tarafından yine yalan dünyanın mahkumu olmak için elinden geleni yapmaktadır. Dünyamız çok gerçekmiş gibi duruyor, değil mi? Ama değil.
Neden inandığımızı bilmediğiz inançlarımız, sürekli meşgul tutulan duyu organlarımız, DNA mızın şifrelerini anbean bozan fiziksel yiyeceklerimiz ve dahası. Tüm bunlar insanın, evrensel bir bilinç geliştirmesine fırsat vermiyor, Evrensel bilinçten maksat da, insanın kalbiyle bütünleşmiş ve varlığı -kendisine- götüren bilinç ve evrensel mantıktır.
Kalbin de mantığı vardır.
Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın yolculuğundaki asıl dinamikleri -süreçleri gören ve eyleyen mantık gibidir. Aslında bizim bildiğimiz mantık müsvettesi asla değildir ki, zihin hep asal varlığın hasletlerini taklit ettiğinden, kalbe yani varlığın orijinaline ait yetenekleri de çarpıtmış durumdadır. İşte asıl meselede tüm bu çarpıtılmış -şeylerden- illüzyonun doğduğudur ki, bu çarpıtmadan beslenenler olduğuna işaret eder.
İllüzyonun yarattığı -ağdan- beslenenlerin aslında gücü olmamakla birlikte tek yetenekleri yukarıda bahsettiğimiz, -kötü ölümcül hastalıklı bölücü ayrıcı kışkırtıcı kederli vs. hikayeleri- anlatmalarıdır. İllüzyonu oluşturmak için çarpık hikayeler anlatmanız yeterlidir.
Ve tehlikenin büyüklüğü de, insan çocukların bu hikayelere inanmalarından ve bir hikaye dinlemeye ihtiyaç duymalarından kaynaklanır. Çünkü hikayeleri çok severler. Çünkü henüz çocukturlar. Kötü hikayelere alıştırılmış bir çocuk!
Mesela nefsimiz o kadar alışmıştır ki “ayrılık” hikayelerine, insanlık realite olarak kendisine vaad edilen Birlik Realitelerine bilinç ve enerjisel olarak ulaştığı halde hala kahramanlık hikayeleri ve ayrılık hikayeleri üretebilmekte ve bu ürettikleri üzerinden maddi ve manevi olarak nefsini tatmin etmeye çalışmaktadır. Nedir insan çocukların anlattığı hikaye, insanların başına nasıl kötü şeyler geldiği nasıl da haksızlıklara uğradığı nasıl da “yokluk” içinde olduğu v.s gibi. Tüm bu hikayeler ile yarattığı korku atmosferi içinde ya kendisi bağımlı hale gelmekte, ya da etrafında bağımlılar yaratmaktadır.
Çünkü halen olmadığı halde ikilik ve yokluk alemlerini yaratmaya çalışmaktadır. Zaten adı üstüne yok’tur. Nasıl varlıkta hayat bulsun ki? Nasıl yok olduğu için hayat bulsun ki? Anlaşılır gibi değildir. İşte bu nedenle de, tam da söylendiği gibi uykudadır. Kötü bir kabusun içinde hem kabus görmektedir, hem de kabus görülmesine vesile olmaktadır.
Üç boyutlu realite, uyku realitesidir. Uyanmak ise çok boyutlu olmakla ilgilidir.
İnsanın büyümesi, canlanması için kendine veya boyutuna başka boyutları eklemesi gerekir. Bunu da ancak içsel realitesine kalp yolu ile çok boyutluluğunu edinmesiyle, varlığının yüksek veçheleri ile buluşması ile mümkün kılabilir. Tüm bunların mümkün olabilmesi, evrende her şeyin sonsuzluk prensibi ile genişlemekte ve gerçekleşmekte olduğu ile alakalıdır.
Ve çoklu realitelerin başlangıcı ise tekamül basamaklarının insanoğluna açılması ile olanaklıdır. Çünkü içsel çok boyutluluğa açılış, evrensel bilinç edinimiyle kısaca tekamül olgusu ile gerçekleşebilir. Bu aynı zamanda insanın kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir.
Henüz çocuk yuvasında olan insanlık için yuvalarının kapısı açıldığı halde dışarı çıkan (hikayelerini bırakan) insanlar yok gibidir. Çünkü bir yuva çocuğu dışarıdan (içerisinden) nasıl korkarsa, yüreğinde hikayeleri var ise, insan da kabuğunu (beslendiği hikayeleri) terk etmekten korkmaktadır.
Aydınlanma, mistik deneyimler, şifacılık, kahramanlık, dünyayı kurtarma, uzayı fethetme, ve akla hayale gelmedik her türlü hikayelerde işin tuzu biberidir. Maalesef o kadar çok oyalanıyoruz ve o kadar çok avunmaya alışmışız ki, henüz hikaye faslını geçip, bir türlü saadete gelemiyoruz.
Hikayeler sözlerden oluşur. Sözler gerçekliği belki bir şekilde ifade edebilir, ama hiçbir zaman gerçeğin kendisi değildir. Ve bizi hiçbir yere götüremez.
Bizler hakikat yolcusuysak hikayeleri bırakmalı ve varoluşun derinlerine dalmalıyız. İster bir kral masalı olsun, ister bir kurtarıcı hikayesi olsun, isterse başka bir gerçekliği anlatıyor olsun hikayeler, sadece hikayelerdir. Zihinsel sayıklamalardan ibarettir. Gerçek Ol’an, tüm bu hikayelerin ardında, bir güneş gibi doğmayı bekliyor. Susmamızı ve kendi gerçeğimize, içimize dönüp kendimize bakmamızı istiyor.
Gerçeklik ve hakikat ancak deneyimlenebilendir.
Sizin gerçeğiniz nedir?
Hakikat nedir?
İnsanın gerçeği, beş duyu organı ve gerçekleştirebildiği diğer bedenleri ile birlikte şimdi burada bizatihi deneyimleyebildiğidir. Gerçekleşen ne ise insanın gerçeği o’dur.
Hakikat ise hiçbir gerçeğe ait olmayan ve her gerçekliği kendinde içeren ve aşan ne ise O’dur. Gerçeklikleri içerdiği ve aştığı içinde hiçbir zaman bilinemeyen ve bilinemeyecek Ol’andır.
İnsan, hikayelere o kadar çok inanabilir ki neyin gerçek neyin gerçek olmadığını gözden kaçırabilir. Her An çalmakta Ol’an Sur’un sesini duyamayabilir.
İnsan, bu hayatta var olmanın tüm sorumluluğunu alarak, samimiyetle kalbin kapısını çalmalı ve cesaretle içeri adım atmalıdır.
Hayatta var olmanın sorumluluğunu ancak nefsimizi fark etmeye başladığımızda alabileceğimizi, Kalbin Kapısını henüz kendimizden ayrı gördüklerimizi sonsuz kabul ile kabul etmeye başladığımızda çalabileceğimizi ve ilk adımımızı da tüm bu süreci samimiyetle yaşayabilirsek atabileceğimizi her zaman hatırlayabilmeliyiz.
Kapı her zaman açıktır, içeri girecek Bir Varlıklı gerekir.
Yok olanlar, yokluk ile Ol’anlar kapıyı bulamaz. Kapı yoktur.
“Çokları çağrılır, ama birkaçı içeri girer. Diğerleri kapı dışındadır. Hep kapıda bekler.” (Hz. İsa)